Son birkaç yıldır üniversite giriş sınavlarında matematik testinde sıfır çeken aday sayısı 25-30 binler civarında. OECD tarafından 1997’den bu yana düzenlenen PISA’da (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) hem matematik hem de dil ve fen değerlendirmesinde öğrencilerimiz hep son sıralarda yer alıyor. Onca dershane, özel ders, ilkokuldan lise sonuna değin alınan matematik dersleri demek ki para etmiyor. Matematik bu ülkenin ilelebet başının belası, milli korkusu… Matematiğin bunca başarısız bir pedagojik konu olması, onu aynı zamanda bilenlere karşı hayranlık beslenen bir mertebeye de çıkarmıyor değil. “Matematikten anlamam” lafı, bir klişe olmanın ötesinde, soyut düşünme ve rakamları kullanabilme yeteneğinin bu coğrafyada pek de yaygın olmadığının bir göstergesi, kanıtı olsa gerek. Faşist sağ iktidarların on yıllardır düşünmeyi katlettiği göz önüne alınırsa eğer, sıradan insanın matematik gibi bir alana dair bunca yetersizlik ve yeteneksizlik göstermesi doğal kabul edilmelidir.
Neden matematik ile başımız belada? Bunun birkaç yanıtı var kanımca.
Öncelikle, Gazali’nin İbn Rüşd’e karşı kazandığı pozisyon nedeniyle, 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren medreselerde bir tür mistik veya ‘İslami felsefe’ anlayışı soyut düşünmenin yönünü nesne ve olaylardan metafiziğe çevirince, matematik, mantık, mühendislik ve tıp gibi bilimlerde ilerleme zamanla gerilemeye dönüşmüştür. Medreselerin Batı kökenli üniversiteler karşısında zemin ve irtifa kaybetmesinin miladı, Gazali’nin imanı yücelten, felsefeyi zındıklık olarak gören düşüncesinin Ortadoğu’da resmileşmesidir. İslam ve Osmanlı dünyasında bilim, haliyle matematik, gözlem gibi konulara hiçbir zaman yeterince ve ciddi bir önem atfedilmemiştir. Bu miras, günümüzde genetik kodumuzu belirlemiş durumda. Sıradan insanımız Arapça yazılan Kuran-ı Kerim’in sözlerine büyük bir kutsallık atfederken soyut ve mantıksal düşünmeyi arka plana itmekte hiçbir beis görmez.
İkinci olarak, İslam-Osmanlı mirasından olsa gerek, bizde pozitivist düşünce bir tür hakaret olarak algılanmıştır hep. Hala İslamcı-milliyetçi entelektüellerin neredeyse hepsi, pozitivist düşünce geleneğini, hermenutik-tefsir geleneği içinden eleştirirken, tüm kötülüklerin kaynağı olarak görmektedir. Öyle olunca, ortalama bir insan, kullandığı bir makinenin (araba, ütü, TV vs.) kullanım kılavuzunu okumak, onu bilimsel olarak anlamak yerine, makinenin uygun bir yerine nazar boncuğu asmayı, kutsal bir metni aracın gizli bir yerine yerleştirmeyi, maşallah yazısı yazmayı yeterli görmektedir. İlahi önlem, bilimsel uyanıklığı ketleyebilmektedir. Yani, bilim geleneğinin yerleşmediği bir toplumda matematik kültürünün gelişmesi de mümkün değildir.
Son olarak, bizde matematik dersleri, tıpkı İngilizce, tarih dersleri gibi günlük hayat ve pratik ile ilişkilendirilmeden öğretildiği için tam öğrenme sağlanamıyor. Yani matematik öğretmenlerimiz de öğrencilerimiz gibi/kadar bu alanda yeterince iyi değiller. Matematik dersleri hala, keyif veren değil, kâbusa dönüşen saatlere konu olmaya devam etmekte.
Fakat son yıllarda ‘Nesin Matematik Köyü’nün kurulması, ‘Matematik Dünyası’ gibi dergilerin yayımlanması, en azından matematikten korkulacak değil, hemen her işte yararlanılabilecek bir alan olarak bahsedilmesine yol açıyor. “Kim korkar matematikten?” sorusunun yarattığı meydan okuma kültürünün giderek yaygınlaştığını söylemek mümkün. Matematiğin popülerleşmesi, medyada daha fazla yer alması, anlaşılması için gittikçe artan bir (b)ilgiye konu olması, son derece sevindirici. Ama yine de, ortalama bir öğrencinin en büyük kâbuslarından biri olmaya devam eden matematikten tahtaya kaldırılmak korkusu, bizde medeni cesaretin ne derece zayıf olduğunun bir işareti olsa gerek. Bir de son dönemlerde artan ileri teknoloji kullanımı, en azından elektronik hesap aletleri, matematiksel işlemlerde zihni kullanmayı giderek gereksiz kılmakta. Üstüne üstlük “mental aritmetik” gibi piyasa işi bir alanda gözlenen kafadan/ezbere işlem yapmanın popülerleşmesi de, anne-baba ve öğrencilerde matematiğe karşı bir ilgi başlatmış olabilir ama bu ilginin, bir moda akımı olacağı da öngörülebilir.
Sonuç olarak, biz toplum olarak matematikten korkarken aslında kutsallarımızın, dogmalarımızın, alışkanlık ve geleneklerimizin çöküşünü haber verecek olan soyut düşünmeden, yani matematik ve mantıktan korkuyoruz aslında. Çünkü eleştirel-analitik düşünmenin bu topraklarda zındıkla suçlanması geleneği bir biçimde hala devam ediyor. En iyisini, doğrusunu, yararlı olanı hala egemenlerin (devlet-hükümet, sermaye sınıfı, diyanet, ordu vs.) bildiği, bilmesi gerektiği inancı, halk üzerinde aykırı düşünme geleneğinin başlamasını daha doğmadan boğmaktadır. O yüzden matematik milli korkumuz olmaya devam ederken, ata sporu güreş ile iftihar etmeye devam ediyoruz. Habire her türlü olumsuzlukta (çevre kirliliği, ırkçı düşünce, ayrımcılık, ezilenlere hakaret-küfür, kötü yönetim, anti-demokrasi vs.) başa güreşirken, rakamlara da olmayacak taklalar attırmayı da ihmal etmiyoruz (örneğin bkz. resmi istatistikler).
Kemal İnal
www.dunyalilar.org