Taksim Dayanışması bileşen temsilcilerinden bir kısmı bu gece gözaltına alındı. Gezi parkı eylemleriyle başlayan çığırından çıkmış polis şiddetine, bunun devamı niteliğindeki hukuk dışı bu tasarrufa şiddetle itiraz etmekten başka kısa vadede elimizden gelen bir şey yok.
İtirazımızı bloglarımızda, facebook, twitter sayfalarımızda büyük harflerle yazıyor, sokaklarda bağırıp duruyor, polisten gaz, su ve dayak yiyoruz sadece.
Palalı adamların, sopalı ağır abilerin, beyaz gömlekli silahlı çakalların sayısı artmaya başladı. Her geçen gün sokak eylemlerinde ölü ve ağır yaralı sayısı artıyor.
Gezi direnişinin ilk günlerindeki hava ağır ağır dağılıyor. Tencere tava sesleri nerdeyse duyulmaz oldu.
Mizahın, alaycılığın yerini yavaş yavaş öfke kaplıyor.
Erdoğan’ın başlattığı ve yaygınlaştırdığı öfkeli, saldırgan dil, direnişin belirli kesimlerinde zaten mevcuttu.
Kemalin askerleri, ulusalcılar, CHP ye oy vermiş olanların anlamlı bir kısmı, uzun süreden beri AKP de temsil olan kesimlere öfke ve nefretlerini ifade ediyorlardı.
Askeri vesayet, dindarlar mücadelesinde 28 Şubattan beri bizim gibi dindarların yanında durmuş, şartlı destek vermiş olan solcular da bu nefretten payımıza düşeni düşük yoğunluklu biçimde alıyorduk.
Son günlerde bu ruh hali çığrından çıkmaya başladı. Çevremde en makul insan olarak tanıdıklarım bile azılı AKP düşmanı kesilmiş durumda.
Her ne kadar sakin anlarında bu öfkenin hedefinde AKP ye oy veren milyonlarca insanın emekçinin olmadığını söyleseler de, bu öfke, nefretin karşı taraftan böyle algılanmadığını bilecek kadar AKP li tanıyorum.
Bu öfke duygusu gezi direnişinin birleştirdiği benzemezleri de hızla ayrıştıracak. Çünkü “düşmana” ılımlı bulunan her yaklaşım, eleştirilmek yerine mahkum edilmeye, ihanetle eşdeğer tutulmaya başlanacak. Yani nefret söylemi başgösterecek.
Hareketin en yüksek olduğu günlerde “gezden gözden adamlar” molotfları, silahları, kalkanlarıyla ilk yarılmaya neden olmuştu, dün de “gazdan adamlar” ikinci yarılmayı yarattı.
Bu durum geleneksel olarak gerilim siyasetini seven ve iyi kullanan güvenlik bürokrasisinin, Erdoğan’ın veya AKP nin bir kısım yöneticilerinin işine geliyor olabilir. Seçim arefesinde “tabanlarını” konsolide eder, saflaştırırlar.
Gerilim siyaseti devlet hegemonyasını her zaman besler, güçlendirir. Kendi tarihimiz bile bolcana örneğiyle dolu. Kendisini Devletin Kürt düşmanı gerilim ve çatışma siyasetinin Jan Dark’ı sanan Çiller’in bile başına neler geldi iyi biliyoruz.
Sokak eylemciliği uzun süre kitlesel olarak sürdürülemez. Devlet süreci terörize ettikçe, deneyli militanlarla polis yüzyüze kalır. Büyük kitleler evlerine çekilirler.
12 Eylül’e beş kala toplumun kahir ekseriyeti, şiddet yanlısı biz solcularla ülkücülerin farkını algılayamaz hale gelmişti. Denize düşmüş gibi hissettiler, yılana sarılmakta tereddüt etmediler.
Daha kötüsü gerilim ve inatlaşma devlet kullandığında reel politik bir değer taşırken, bizler ortak olduğumuzda siyaset değeri de taşımaz.
Polis polistir, devlet de devlet. Onlara karşı yalnızca toplumun büyük çoğunluğunun tavrı caydırıcı etki sağlar.
Saldırganlığı sürdürüyorlarsa bilin ki tuttukları nabız, onları caydıracak nitelikte değildir.
Caydırıcı etki olmadıkça devleti sokakta yenemeyiz.
Bu nedenle siyasete ihtiyacı olan biziz.
Burada bir yol ayrımına geliyoruz.
AKP ye itirazda buluşan bütün kesimler içinde iki ana siyaset damarı var.
Birisi jakoben şiddet yanlısı, haklı haksız savaş ayırabilen, otoriter ve çoğunlukçu bir damar. Bu akım krizlerden devrim (siz darbe okuyun), sokaklardan kalabalık sağlayacağını sandığı için, hiper aktivizmle malüldür. Her kriz ihtimalini büyütmek, “devrimci krize” dönüştürmekten başka bir şey düşünmez.
Onlar için parlementer siyaset, demokrasi, hukuk devleti burjuva(ahlaki anlamıyla düşmana ait) kavramlardır hepsi istismar edilebilir. Maksimalist ve probagandif olduğu için aslında apolitiktir. Biz hepimiz, bütün Türk solu büyük çoğunlukla bu gelenekten geliriz.
Diğer akım ise parlementer siyaseti, demokrasiyi, hukuk devletini önemseyen, “devrim” yerine sosyal ve siyasi reformları esas alan bir çizgidir. Bu kesim solun içinde azınlıkta kalan bir damardır. Jakobenlerden hain beşinci kol muamelesi görmekten hantal ve etkisiz bir hale gelmiş, yeşerip gelişememiştir.
Hali hazırda Türk solunda hakim eğilimler de bu akımların değişik tonlarıdır.
Böyle oluşumuz nedeniyle de gerilimden uzak durmak, birlikçi, kuşatıcı, barışçı bir atmosferi inşa etmek, AKP ye oy verenlerin, AKP de fayda görenlerin, anlam bulanların bile kendisini gerçekten huzur içinde ifade edebileceği bir ortamı yaratmak yeteneğinden yoksunuz.
Neşeli İsyan ise, bu iki akımın dışında bir üçüncü yol, uslup ve siyaset tarzını işaret etti. İlk kez kurucu bir iradenin bütün alametleri belirdi.
Önemli olan bu şenlikli, nüfuz ve etki yeteneği çok yüksek, dönüştürücü siyasetin, kurucu iradenin onu yaratanlarca temize çekilmesi.
Ben ve benim gibiler için Gezi Parkı direnişi büyük kazanımlarla bitmiştir. Artık bir süre için sokaklarda kazanılacak birşey yoktur. Bundan sonra gezden gözden gazdan adamlardan büyük zarar geleceğini biliyoruz. Üretecekleri bir söz olmadığı da aşikar.
Şimdi Gezinin anti hiyerarşik internet bazlı örgütlenmesini, kent konseptini, anayasa teklifini yazma, yayma ve acil olarak ortak İstanbul Belediye başkan adayımızı belirleme zamanı. Bunu başarırsak, “gezden, gözden, gazdan adam”lardan birçoğunun böylesi insani bir siyaset ortamını tercih edeceğinden eminim.
Bizim kalemimiz de kameramız da hazır.
A. Haluk Ünal / unal.haluk@gmail.com
www.dunyalilar.org