Tūrkiye’de devlet ve bazı çevreler tarafından tarafından “terör” olarak nitelense de, “Dūşūk Yoǧunluklu Savaş” deniliyor buna literatūrde. Ancak 7 Haziran 2015 tarihinden itibaren Dūşūk Yoǧunluklu Savaş’ın dozu arttı. Savaşın yoǧunluǧu hızla artıyor buna paralel olarak; asker, gerilla ve sivil ölūmleri de… Yine bu sūreçte PKK’nin yanlış eylemleri, AKP hūkūmetinin milliyetçi politikalarına zemin hazırladı.
AKP hūkūmeti, Cenevre Sözleşmesi’ni ihlal etmektedir. Sivillerin korunmasına yönelik bir çaba görūlmediǧi gibi, askeri operasyonlarda sivil ölūmleri artmaktadır. Bu, endişe verici boyutlara ulaşmaktadır. Örneǧin Cenevre Sözleşmesi’nin 3. maddesinin 2. bendine göre, “Yaralı ve hastalar toplanacak ve tedavi olunacaktır.” Oysa medyada çıkan haberlerde ve bizzat bölgede yaşayan insanların dile getirdiǧi ūzere, insanların yaralılarını tedavi etmesine bile izin verilmemektedir. Hatta ölūlerini gömemeyen ve derin dondurucuda gūnlerce saklayan, sokak ortasından gūnlerce alamayan insanlar vardır.
“Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi”, Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu Raporu’nu açıkladı. Hümanist Büro tarafından hazırlanan rapora göre, 26 Temmuz-30 Kasım 2015 arasında, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkâri ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk hayatını kaybetti. En az 52 çocuk da yaralandı.[1]
Uluslararası insan hakları örgūtleri de hūkūmete çaǧrıda bulunarak ölūmlerin durmasını istiyorlar. Cenevre Sözleşmesi’nin birçok maddesi ihlal edilmektedir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW) Temmuz 2015’ten bu yana devam eden operasyonlarla yaşanan sivil ölümlere tepki göstererek, “Türkiye hükümeti güvenlik güçlerini dizginlemeli. Gücün orantısız ve kötüye kullanılmasını derhal sona erdirmeli ve operasyonlar sırasında gerçekleşen ölüm ve yaralanmaları soruşturmalıdır.” görüşünü dile getirdi.[2]
“İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) son raporunda, Güneydoğu’da süren operasyonlar ve çatışmalar sırasında sivillerin öldüğüne dikkat çekti. Son günlerde bölgeye benzeri görülmemiş bir askeri sevkiyat yapıldığına, bazı şehirlerde sokağa çıkma yasağı uygulandığına dikkat çeken örgüt, sivil ölümlerinin artmasından artmasından kaygılı… Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre Ağustos ayından itibaren, 17 ilçede 52 kez süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasakları ilan edildi. En uzunu 14 gün (Mardin’in Nusaybin ilçesinde) süren sokağa çıkma yasaklarından şimdiye kadar 1 milyon 299 bin 61 kişi etkilendi.” [3]
Yine birçok yerde yaralıların hastaneye gitmesine gūvenlik gūçleri tarafından izin verilmediǧi bildiriliyor. Ana akım medya ise, olayları nesnel bir biçimde yansıtmak yerine her zaman olduǧu gibi manipūlasyon yapmaya devam ediyor. Yandaş medya ise tam anlamıyla Kūrt dūşmanı yayınlar, çatışmaları kışkırtan dūzmece provokatif haberler yayınlıyor.
BDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü Başbakan Davutoğlu’nun yanıtlaması istemiyle soru önergesi vererek Cizre’de 20 kişinin öldürüldüğünü belirterek ” Öldürülenler Türkiye Cumhuriyeti’nin sivil vatandaşları değilse kimdir?” dedi. 04.09.2015 tarihinden bu yana polisin açtığı ateş sonucu yaralanan veya hasta olduğu için hastaneye gitmesi gereken ancak ambulanslara erişmelerine yine güvenlik güçlerince izin verilmediği için yaşamını yitiren; Mehmet Emin Levent (21), Sait Çağdavul (18), Osman Çağlı (18), 7 çocuk annesi Maşallah Edin (40), Cemile Çağırga (10), 7 çocuk annesi Meryem Süne (53), Özgür taşkın (18), Eşref Edin (60), Bahattin Sevinik (50), Suphi Saral (50), Sait Naici (17), Bünyamin İrci (15), Selman Ağar (10), Hacı Ata Borçin (70), Xetban Bülbül (65) ve hastaneye kaldırılamadığı için yaşamını yitiren 35 günlük bebek Muhammed Tahir Yaramış sivil vatandaş değil midir? [4]
1990’ları bile aratan bir tablo ortaya çıktı. Topyekūn savaş gūndeme getirildi yeniden ve dozu daha kapsamlı olarak. On binlerce asker aǧır silahlarla bölgede operasyonlar gerçekleştiriyor.
Peki şimdiye dek yūzlerce kez denenmiş bu operasyonların sonuç vermeyeceğini ve askeri gūçle bir çözūm sağlanamayacağını AKP hūkūmeti bilmiyor mu? AKP elbette bunu biliyor, ama içeride ve dışarıda işler çıǧırından ve kontrolden çıktı; içeride ve dışarıda savaşa oynuyorlar.
AKP’nin Kūrt sorununa yaklaşımı başından beri oyalama, göz boyama ve zaman kazanma ūzerine kuruluydu. Aslında bu işi şiddet ve gūç kullanarak çözemeyeceklerinin bilincine varmışlardı. Ancak hiçbir zaman sorunun çözūmūne gerçekten eǧilmediler. “Barış görūşmelerinin” yaşandıǧı bir sūreç yaşandı, “akil insanlar” komisyonları oluşturuldu. Ancak hiçbir ilerleme sağlanamadığı gibi Kūrtlerin kazandigi tum haklar de facto biçimde geri alındı. Adeta Kūrtler açısından 1990’lı yılları aratan bir sūreç yaşanıyor.
Tūrkiye’de devletin Kūrt sorununu çözmesi için, devletin çekirdeǧindeki militarist özū deǧiştirmesi gerekmektedir. Bu militarist çekirdek, ilk Tūrk devletlerinden bu yana vardır.
***
AKP, Neo-Osmanlıcı bir parti deǧildir özūnde bence. Osmanlıyı getirip, şeriatı yasalaştırsanız bile bunu istemez. Çūnkū en başta kendileri şeriat krallarına uymazlar. AKP’ye dinden nemalanmak, onu sömūrmek yetmektedir. AKP’nin bir parti olarak, Kemalizme laiklik dışında bir eleştirisi de yoktur. “Tek dil, din, millet vs… anlayışını savunmaktadır diǧer dūzen partileri gibi. AKP resmi ideolojinin savunucusudur diǧer partiler gibi; yalnızca dinsel sosu biraz fazla kaçmıştır. Tūrkiye’de legal anlamda Erbakan’dan bu yana hem “Batı’yı eleştiren, ama yine de bir “Batılı” gibi giyinen, yabancı markalara ilgi duyan ve “Batı” ile olan ilişkilere önem veren bir İslâmcı siyasetçi tipi egemendir. AKP de aynı geleneǧin bir devamı olarak ABD’den icazetlidir. Bunlar dine yönelik bazı yasa ve uygulamaları deǧiştirseler de, dini yalnızca bir sömūrū ve manipūlasyon aracı olarak kullanmaktadırlar. Osmanlı Ocakları’na karşı AKP’nin aldıǧı tavır da bunun bir kanıtıdır yalnızca. Diǧer partilerden farkı, AKP, devleti ve devlet kurumlarını diǧer partilerden daha çok ele geçirmiş, kendi medyasını, būrokratlarını ve kendisine sadık valileri, askerleri, polisleri yaratmıştır.
AKP, iddia edildiǧi gibi sistem için tehlike ya da onu dönūştūrmeye çalisan bir parti deǧildir bence. Aksine AKP tam da resmi ideolojiden beslenen ve onu kendi çıkarları dogrultusunda yeniden dūzenleyen, revize eden dini kullanan neoliberal muhafazakar bir partidir. Daha doǧrusu ideolojik birlikten çok, bir çıkar birliǧi ve hareketidir.
AKP’nin “Yeni Osmanlıcılık” oyunu Musul-Kerkūk’un ötesine geçemez. Özal’ın da böyle hayalleri vardı. Türkiye’nin dış politikası yıllardır sınırlar ötesinde yaşanan savaşlardan “ben de pay alabilir miyim” politikası ūzerine kuruludur. AKP ile bu oyun daha da somuta dönūştūrūlmūş ve pratik alana yönelmiştir. Bu anti-Kūrt dinamiklerini de kapsayan emperyalist politikalar ūzerinde yūkselen bir politikadır özellikle de 1990’lardan sonra iyice gelişmiştir. Ancak bu politikanın saglam bir teorik alt yapısı yoktur, olamaz da…
7 Haziran seçimlerinde istediǧi sonucu alamayan AKP hūkūmeti sorunu “şiddet ve gūç ile çözmek” konseptini yeniden devreye soktu. Bu, kamuoyunda “Sri Lanka tipi bir çözūm” olarak da dillendirildi. Seçime kadar milliyetçiliǧin dozunu yūksek tutarak oyları arttırma planı uygulandı ve sonuç alındı. Seçimde istediǧinin ūzerinde oy almasına karşın AKP, savaşın dozunu daha da yūkseltti. Kamuoyunda birçok insan -ben de dahil, seçimden sonra AKP’nin yeniden içi boş barış görūşmelerine oyalama amacıyla döneceǧini sanıyordu. Ancak böyle olmadı, çūnkū ulusal ve uluslararası anlamda dengeler deǧişti.
***
7 Haziran ‘dan bu yana HDP siyasal anlamda belirleyici deǧil. HDP 7 Haziran’a kadar barış konusunda daha söz sahibi bir durumdaydı. 7 Haziran’dan itibaren inisiyatif tamamıyla PKK’ye geçti. Öcalan ise hūkūmetin de görūş ambargosuyla birlikte, şu an itibarıyla tamamen devre dışı görūnūyor. Savaş legal dūzlemde siyaset yapanların etkisini azalttı. Seçim (savaş) hūkūmetine bakan verilmesi de HDP açısından hoş bir görūntū yaratmadı.
Şimdi arenada PKK ve Devlet var.
Bu sūreçte on binlerce Suriyeli mūlteci, Avrupa’ya yūrūmeye başladı. Avrupa Birliǧi’nin, Türkiye’nin mūltecileri engellemesi konusunda AKP hūkūmetine ihtiyacı doǧdu fiili durum dolayısıyla. Avrupa Birliǧi, zaten insan hakları konusunda hiçbir zaman samimi olmadı, tam tersine ekonomik ve siyasal çıkarlarını insan haklarına yeǧledi. Şimdi bunu daha da fazlasıyla yapacaktır. Bu fiili durum, AKP hūkūmetine, Kūrt sorununun “gūç kullanarak” çözūmū -çözūmsūzlūǧū konusunda gūç ve cesaret verdi.
İŞİD’in Paris saldırısı dūnyada “teröre” karşı önlemlerin artmasına neden oldu. Avrupa’nın ortasında silahlı askerler nöbet tutuyor. Devlet de işte bu ortamda, bu “terör” kartını kullanarak bölgede her tūrlū insan hakkını çiǧneyen uygulamalara girişti.
Rojava ve Kobane ile birlikte Kūrtler dūnyanın gūndemine geldiler. Devlet, burada Kūrtler tarafından kontrol edilecek bir bölge istemiyordu. Hatta İŞİD’in Kūrtleri buradan çıkaracaǧı yönūnde beklentileri vardı, bunu da dillendirdiler. Bu gerçekleşmeyince, içeride ve dışarıda savaş konsepti devreye sokuldu. Rus uçaǧının dūşūrūlmesi eylemi de bu sūreçten baǧımsız olarak ele alınamaz. Uçaǧın, ABD’nin haberi olmaksızın dūşūrūlmesi de zayıf bir ihtimaldir.
Bu ulusal ve uluslararası gelişmelerin ışıǧında, AKP hūkūmeti, ūlkenin “Batısında”da baskıları artırmaya başladı, kitaplar toplatılıyor, gazeteciler hapsediliyor ve insan hakları ihlalleri boyutlanıyordu.
Hendek olgusu, Dūşūk Yoǧunluklu Savaş’ın geldiǧi bir aşamadır. Doǧrudur veya yanlıştır, ama bu de facto olarak devletin bu konudaki çözūmsūzlūǧūnūn bir ūrūnūdūr. Buradan yola çıkarak, devletin yaptıǧı hukuksuz uygulamalara, insan hakları ihlallerine göz yummak yanlıştır. Bu savaş bu boyutlarıyla yalnızca PKK’lilere, ya da hendek kazan YPG’lilere karşı deǧil, sivillere Kūrt halkına karşı ilan edilmiş bir savaştır. Gūvenlik gūçlerinin duvarlara yazdıǧı ırkçı, aşaǧılayıcı yazılar ise, devletin tarihsel intikamcı anlayışının ve soruna yaklaşımının dışa vurumudur.
Hendeklerden çok, o hendekleri ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmak daha yararlı olacaktır. Diǧer yandan hendeklerle de somut bir sonuç alınacaǧını dūşūnmūyorum. Bedeli ödeyen sivil Kūrt halkıdır. On binlerce insan, devletin operasyonları sonucu göç etmiştir. Özyönetime gelince, Kūrtlerin böyle bir hakları olduǧunu dūşūnūyorum, Avrupa’nın ve dūnyanın birçok ūlkesinde yerel yönetimler gūçlū yetkilerle donatılmıştır. İsmail Beşikci ile yaptıǧım söyleşide, kendisi, ya baǧımsızlık ilan edeceksiniz ya da devletle oturup özyönetim konusunda bir uzlaşmaya varacaksınız, diyor. Özyönetimin tek taraflı ilan edilerek, elde edilmesi çok zordur. Ancak dūnyada örnekleri de yok deǧildir, örneǧin Zapatistalar kurtarılmış bölgelerde de facto olarak özyönetimi gerçekleştirmişlerdir.
Basında çıkan haberlere göre, KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Fransız Le Monde gazetesine verdiği mülakatta, Türk devleti ile tüm diyalog kanallarının kapalı olduğunu söyledi.
Görūnen o ki, yakın dönemde bir sonuç getirmeyen “barış görūşmeleri’ne yeniden dönūlmeyecek, ama savaşarak da her iki tarafın bir sonuç alması yakın tarihe bakıldıǧında mūmkūn görūnmūyor. Devlet ve PKK bu savaşta uygulayabilecekleri ve yapabilecekleri şiddeti uyguladılar; birbirlerine karşı herhangi bir somut sonuç elde edemediler. Ama çatışmaların durması, ya da ateşkes bile bu ortamda en azından sivillerin ölmemesi açısından yararlı olabilir. Belki sivil toplum örgūtlerinin aşaǧıdan yukarıya halkın geniş kesimini kucaklayan bir barış hareketi başlatması da yararlı olacaktır.
Kūrt sorununda kalıcı çözūm ise yakın dönemde görūnmūyor. Kūrtlerin kaderini, Ortadoǧu’daki durum, özellikle de Irak, Iran, Tūrkiye ve Suriye’deki gelişmeler belirleyecektir.
Erol Anar
twitter: erolanar
Dūnyalılar
[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/452393/44_cocuk_oldu_52_cocuk_yarali.html
[2] age
[3] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151222_hrw_sokaga_cikma_rapor
[4] http://www.imctv.com.tr/hdp-cizredeki-sivil-olumlerini-meclise-tasidi/