Güncel

‘Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki’

Yönetenlerinden hiç kimsenin fevkalade üzüldüğü falan bir ülke değil burası. Onlar 90’larda neyse bugün de öyleler. Yarın AKP yok olup gittiğinde bunlar ya da bunların “kardeşleri” kendilerinin AKP’sini yaratabilmek için canla başla çalışmaya devam edecekler. Ölümler falan da çoğunun umurunda değil, çünkü devlet de din de bunlar için sadece bir geçim kaynağı.

Herkesin fevkalade üzgün olduğu, herkesin canının çok yandığı, herkesin acıdan uyuyamadığı bir ülkede acıların tekrar etmesi normaldir. Çünkü herkes canının acıdığını söylüyorsa ama buna rağmen ölümler, katliamlar durmuyorsa o ülkede şu iki şeyden birisi olmaktadır: Ya bu ülke acı çekmekten zevk almaktadır ya da acı çektiğini söyleyen birileri yalancı, sahtekâr ve ikiyüzlüdür. Böyle bir ülkede acılar devam edecektir. Çünkü insanlar kendileriyle, yaptıklarıyla, çektirdikleriyle, çektikleriyle yüzleşmekten kaçındıkça tarih trajik biçimde tekerrür edecektir.

1990’larda yaşananlar bugün yeniden tekrarlanıyor. Resmi rakamlara göre otuz yılda 35 bin 576 kişi ölmüştü. Ama sorun bitmedi. Üstelik bütün askeri, ekonomik, sosyal baskı ve yöntemlere rağmen. Köy yakmalara, insan kaçırmalara, faili meçhulleri rahat rahat yapmalarına rağmen. Şimdi 45 günde 55 asker ve sivil öldü. Yine devletin rakamlarına göre 440 da PKK’li. Demek ki daha 35 bin 81 kişi var sırada. Ne için? Böyle bir savaşta kesinlikle ölme ihtimali olmayan insanlar için. Onların kasaları, onların çek defterleri, onların sarayları için. Onların çocukları rahat etsin diye.

Tarih tekerrür ediyor çünkü olayların üzerini itinayla örtüp hiçbir şey olmamış gibi yaptık. Peki ama 35 bin ölümün üzerine nasıl bir örtü örtülmüştür ki her şey yeniden aynı şekilde gerçekleşmektedir? 35 bin ölüye nasıl bir kefen biçilmiştir ki koskoca bir toplumun büyük çoğunluğunun belleği iğdiş edilmişçesine hatırlayamaz haldedir?

Elbette bu kadar büyük kefeni ancak bu kadar ölüyü içi acımadan örtebilecek, hatta ölümler oldukça büyüyecek iki kurum dikebilecektir: Devlet ve din. Devlet unutturmakta ustadır, din ise belleği ve geleceği yeni anılarla doldurmakta. Onların kimin elinde olduğu, ne dediklerinden ve neyi öğütlediklerinden daha önemlidir. O nedenle bugünlerde ikisi de harıl harıl çalışmaktadır. İkisi de bugün sevdiklerini yarın dövebilecek, dün doğurduğunu bugün kendi elleriyle boğabilecek kişilerin ellerindedir.

Neden aynı yerde dönüp duruyoruz? 1990’larda yaşananlar bir daha neden yaşanıyor? Bunu anlamak için bugün yaşadığımız ölümlerle içinin yandığını söyleyenlere yeniden ve yakından bakacağız. Bugün AKP karşıtı olanların bir kısmını daha dikkatli inceleyeceğiz. AKP’yi ve onun yarattığı zulmün kökenlerini 1990’larda “devlet için kurşun yiyen de atan da…” cümleleriyle söze başlayanlar ama “malı götürenlerde” arayacağız. Onların bugün döktüğü gözyaşlarındaki samimiyetsizliği göreceğiz. Bir konuda yanılmamamız gerekiyor. AKP karşıtlığı önemli bir kesim için savaşa karşı olmak, zulme karşı olmak, eşit ve özgür bir ülkede yaşama isteği ya da ne bileyim iş cinayetleri/ kadın cinayetleri engellensin demek değil. AKP karşıtlığı önemli bir kesim için bütün dinsel ve etnik grupların eşit yurttaşlık vasıflarıyla bir arada kardeşçe ve özgürce yaşamasını istemekle aynı anlamı taşımıyor. AKP karşıtlığı önemli bir kesim için doğanın talan edilmesine karşı durmak, kentlerin insanı yutuşuna seyirci kalmamak, AVM kültürünün insan doğasını dönüştürücü gücüne direnmek anlamı da taşımıyor. Maalesef bu ülkede, bu kalabalık ve çirkinlikleri bol olan ülkede, AKP karşıtlığı, önemli bir kesim için, yalnızca iktidarın nimetlerinden ayrı kalmanın, iktidarın nimetlerinin kendileriyle paylaşılmamasını içine sindirememenin tezahürüdür. O nedenle ellerinde silahlarla tekbir getirerek insan avına çıkanlar 22 Ağustos 1992’de, 1993’te, 1994’te ne düşünüyor ve o gün ne yapıyorlarsa bugün de kaldığı yerden devam edebiliyorlar. Yüzleşmeden yaşayan, -mış gibi yapan, acıları bile samimiyetsizleşmiş, hukuksuzluğun hukuk halini aldığı bir toplama kampına dönüştürülen bu ülkeden başka ne beklenebilirdi ki? Dinin bir geçim kaynağı, devletinse bu kaynağın silahlı meşru koruyucusu haline getirildiği bir ülkede onların yürekleri insan ölümlerine mi yanacaktı? Öyle olsaydı anaların incitirim diye yüzlerini sevmeye kıyamadıkları çocuklarının tabutlarına kollarını dayayıp ahkâm kesebilirler miydi?

Peki, bu ülkenin bu hale gelmesine kim onay verdi? Söyleyeyim: 90’larda aynı şeyi yapan ama bugünlerde demokratı oynayanlar. Çilleriyle, Bahçelisiyle, Mesut Yılmazıyla sağın kendisi. Onların bu ülkeye mirası AKP’dir. Şimdi hiçbirisi kalkıp da AKP’nin yaptıklarına bakıp ağlamaya kalkmasın. Ben biliyorum ki yarın AKP yok olup gittiğinde bunlar ya da bunların “kardeşleri” kendilerinin AKP’sini yaratabilmek için canla başla çalışmaya devam edeceklerdir. Ölümler falan da çoğunun umurunda değil, çünkü devlet de din de bunlar için sadece bir geçim kaynağı.

Yönetenlerinden hiç kimsenin fevkalade üzüldüğü falan bir ülke değil burası. Emin olun değil. Onlar 90’larda neyse bugün de öyleler. Bak! Birisi tabuta kolunu dayayıp ahkâm kesiyor. Kaybedenler Kulübü’nde diyordu ya “Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” Derken diğer yanda ölen bir askerin abisi bağırıyor: “Cumhurbaşkanı bundan gurur duysun. Genç kardeşimi gönderdim cesedini alıyorum. Ben bunu bu yaşa getirene kadar ne çektim biliyor mu? Allah rızası için yazın bunu.” Acı orada işte, gerisi hikâye. Yanında, sıra sıra dizilmiş devlet erkânı. Yüzlerinde ekşi bir ifade. Acıdan çok, muhtemelen bu feryattan sonra üst makamlardan gelecek azarı düşünüyorlar. Ortada bir gencin cesedi, daha soğumamış. Kimi tabut birilerinin kolunun altında siyasete bir kez daha kurban ediliyor, kimi tabut bir abinin feryadıyla uğurlanıyor. Dünyaysa yıkılmıyor, yerin dibine girmiyor. Böyle de pis bir dünya işte. Hâlâ dönüyor. Hem de bunları göre göre…

Ali Murat İrat

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu