Güncel

Onlar kölelikten kurtulmadan bizler de özgürleşemeyeceğiz

k-abSoma, devletin kamu kaynaklarını peşkeş çekerek  türettiği zenginlerin muhafazakar yoksul kitlelelerin emeğini 19. yüzyıl vahşi kapitalizm dönemindeki gibi fütursuzca sömürdüğünü, iktidarın ekonomik güçleri kullanarak kitleleri siyasi olarak nasıl yönlendirdiğini, seküleri, muhafazakarı herkese büyük bir trajediyle anlatıyor.

Sistem şöyle çalışıyor: İktidar önce, stratejik bir hamleyle Soma’daki ana iş kapasitesinin işletilmesini kendisine biat edecek bir işadamına veriyor.  İşadamının partinin ana sponsorlarından biri olması ilişkinin baş koşulu oluyor. Böylece işletmeyi kendinin bir uydusu haline getirip, buradan Somalılara kömür yardımı yaparak, ilçenin oy deposu olması sağlanıyor. Diğer taraftan evleri, gelinleri, aileleri besleyecek madende çalışabilmek için de AKP’den bir kartvizit alarak şirketin kapısını çalmak şart. Ancak sistem en nihayetinde onları kendilerinin deyimiyle “mezbahaya gönderilen koyunlar gibi madenlere göndermek üzerine kurulu.

Kölelik oyununun esası üretimi ne pahasına olursun artırmak, işçi maliyet kalemini düşürmek ve karı patlatmak.

Kısacası Alp Gürkan, madende erken uyarı sistemi kursa yüzlerce can kurtulacaktı. Ama o her “akıllı” Türk işadamı gibi davrandı. “Yarattığı ekstra gelirle” AKP’ye yüklü bağışlar yapıp sistemin has adamı oldu. Sonra da Soma’dan kazandıklarıyla Maslak’ın 192 metrelik en yüksek gökdelenini dikti. “Spine Tower”, yani Omurga Kulesi. Omurgasız sistemin, vahşi kapitalizmin simgesi olmaya aday!

MEDYADA VİCDAN PAZARI

Medya Soma’ya mal bulmuş mağribi gibi atladı.  İmajlar birbiriyle yarışıyordu. Ne kadar acılı, ne kadar yürek burkucu o kadar iyi. Ayağında delik çoraplarla can verenlerin resimlerinden, kömürleri taşıyan kamyonlara tepelemesine yığılan tabutların imajlarına, her görüntü çığlıkları büyütüyor, medya daha büyük iştahla tıka basa vicdanları doyurmaya çalışıyordu. İktidar medyası işin özünde vahşi emek sömürüsünün yattığını gizleyip, vicdan pazarlamasını en iç acıtıcı görüntülerle yayarken, aslında kralının vicdanı yanmıyor, sadece tepeden gelen, kamuoyunun algılarını yönlendirmeye yönelik enformasyon taktiklerini icra ediyordu.

Gezi’nin gençleri gibi renkli, muzip, yaratıcı, otoriteye isyan imgeleri de değildi Soma’dan gelenler. Hüzünlü ezik  hayatları, türbanlı eşleri, işsizlerin zaman öldürdüğü kahveleriyle olağan fakirliğin, seçimden sonra profil analizleri yaptığımız AKP seçmen kitlesinin, kapkara kömür gibi yanmış madencilerin kavruk “paralel hayatları”ydı ekranları kaplayan.

MUHAFAZAKARLAR DA TEFERRUAT OLUR

Asıl önemli olan ise ezilen halka sahip çıkma vaadiyle büyüyen iktidarın, tercihini kamuya açık bir şekilde halka karşı sermayeden yana kullanması oldu.

Erdoğan’ın Somalıları değil, vahşi kapitalizmin fıtratını savunmasındaki soğuk zalimlik, kendi muhafazakar seçmeninin, gücün mutlakiyetinin yanında, sadece bir “teferruat” olduğunu açık ve net beyan etmesiydi. Gezi ile ötekileştirilen kentli, daha 21. yüzyıl standartlarına yakın yaşayanlardan sonra şimdi sıra “onlara” gelmişti.

Dar gelirli, muhafazakar, AKP’ye oy veren, seçimden sonra aşağılanan Anadolu’nun kara kalabalığı, kendilerinin de bir imtiyazı olmadığına, sistemin bir piyonu olduğuna, kendi sokaklarında yedikleri tekmelerle ayıyor artık. Babalarını, eşlerini, kardeşlerini öldüren şeyin, aslında ne olduğunu bilmenin tetiklediği öfkelerine karşı devletin TOMA’larla, biber gazıyla, polislerle tepelerine binmesi, “millet iradesinin” değil, siyasi-ekonomik bir elitin iradesinin geçerli olduğunu bu sefer “onlara” hikaye ediyor.

Hikayede Başbakan’ın tokadı Soma’nın ve tüm yoksul muhafazakar kitlenin yüzünde patlarken AKP’yi iktidara getiren derin yoksullar, “Türkiye’nin zencileri”, ak boyanın kalkmasıyla yine, hala zenci olduklarını ayna karşısında gözyaşları ile görüyor.

MUHAFAZAKARLARIN TRAVMASI

Gezi’den bugüne sekülerlerin yaşadığı travmaya şimdi Soma ile muhafazakarların travması ekleniyor. Dindarlık, muhafazakarlık kavramlarının ötesinde asıl meselenin yoksulluk, sert bir gelir eşitsizliği, azgın bir emek sömürüsü ve insanca yaşam talebi yattığı yüreklerimize işliyor. Metropollerdeki neo-liberal düzenin sıkıştırdığı kitlelerle, taşrada ilkel kapitalizmin köle düzenini yaşayanlar, aynı kötücül otoriterlik tehdidinin pençesinde olduklarını görüyor.

Ama bu vicdan yarışında yeni olan ne var diye sorsak sadece muhafazakarlar değil herkesin başı öne eğilmez mi? İstikrarlı bir ritmle yıllardır ölmüyor mu işçiler? İş, trafik kazalarındaki tartışılmaz liderliğimiz, madenlerde, tersanelerde hep aynı şekilde ölenler, sadece gazete sayfalarının arkalarındaki bir haber değil miydi bugüne kadar? Okullardan, askerliğe, işyerlerine denetimler hep baştan savma değil midir? Bugüne kadar bu düzene ses çıkarmayıp, hatta adapte oluşumuzun da payı yok mu acaba?

kölelik

Artık sadece eleştirmekle de vicdanlar rahatlamayacak, çünkü biliyoruz ki her gün yeni vicdansızlıklara, sıranın kime geldiğine tanık olacağız.

Yine de farklı bir şey oluyor bu kez. Ölenler öldükleriyle kalacak olsa da, acıyı, derin üzüntüyü paylaşıyoruz, “ötekileri” koyun gibi gören, “ölmeye müstahak” diyen kötücül duyarsızlığın, kibrin, kara bencilliğin dışına çıkıyoruz. Soma madencileri de nefrete, kutuplaşmaya, ötekileştirmeye karşı, yandıkları karanlıktan gönül ışığımızı yakıyor, herkesin asıl muhalefet etmesi gereken şeyin ne olduğunu haykırıyor.

Madencilerden yükselen ses, bu toprakların tümüne yayılıyor: “Köleliğe hayır.” Onlar kölelikten kurtulmadan bizler de özgürleşemeyeceğiz.

Dünyalılar

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu