Vilfredo Pareto iyi bir adamdı. Gereksiz konuşmayı sevmediği kısa ama öz yazmasından belliydi. Siyaset Bilimi’ne elit kavramının yerleşmesi’nde önemli katkılar sundu. “Hükümetlerin, devlet kurumlarının, toplumların, sosyal yapının, kısacası her şeyin değişebileceğini ve tarih boyunca da değiştiğini, fakat değişmeyen tek şeyin elitlerin varlığı ve yönetmesi olduğunu” iddia etti ve bunu temellendirdi.
Kuşkusuz onun söyledikleri evrensel bir yasa değildi ve bu durum tarih boyunca çeşitli zamanlarda kırıldı.
Türkiye siyaseti ise maalesef bu elit dolaşımının kırılmasına pek sahne olmadı. En halk adamı görülenlerin en elit olduğu siyaset sahnesi olarak kaldı Türkiye. Demirel “en halk”tı ama en elit olduğu sonradan anlaşıldı. Aslında Türkiye’nin önü sonu hep bu şekildeydi. Bu durum yalnızca 1960 ve 70’lerde sosyalist sol ve 90’lardan sonra da Kürt hareketi tarafından kırıldı.
Elit siyasetinin kırıldığı en önemli olaysa Gezi Direnişi’ydi. Ama Gezi’den kısa sürede herkesin bir ders çıkarması gerektiği vurgulandı, Gezi’nin uzmanları peydah oldu ve hatta Gezi’nin sahipleri çıktı. Gezi’den ders çıkarma meselesinin kendisi Gezi’den şöyle gerine gerine zevk almayı da engelledi. Bu ders alma meselesi yerini “Gezi fetişizmi”ne bırakmaya başladığında o da varolan iktidar yumağının içine yavaşça yuvarlanmış oldu. “Gezi Direnişi” kendisine sürekli referans verilen ve kendisi iktidar aracı haline gelen bir konuma itildi. “Gezi Ruhu” kendisinden sonra gelen her hareket ve tavrın üzerinde kısa sürede gölge olmaya başladı. “Gezi Elitleri” bile türedi. Oysa Gezi’nin tek bir ruhu vardı ve olay olup bittikten sonra o ruh kendini imha edip gitti. Gezi’nin birilerine bir şeyler öğretmek gibi amacı yoktu zaten. Gezi sadece “oldu” ve bir praksis olarak insanların kulağına şunu fısıldadı. “Beni küçümseme ve abartma. Sadece her an birlikte olabileceğimizi hisset yeter”. Bu fısıltı bile Gezi’nin elitleri tarafından farklı algılandı. Gezi her an olması gereken bir iktidar aygıtı ve referans noktası haline getirildi ve birilerinin elinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya başlandı. Kendi güncel siyasetlerini geçmişteki bir olaya, tarih dilimine, kişiye referansla götürmeye çalışanların başarısızlıkla malül olduklarını söylemeye gerek yok. Günü okuyamayan ve geçmişten referanslarla günü kotarmaya çalışanların Gezi’nin ruhunu da her sıkıştıklarında yardıma çağırmalarındaki saik buydu. Günü okumak zordu ve elinde bir iktidar aygıtı haline getirilmiş Gezi halihazırda mevcuttu.
Gezi sırasında treni kaçıran Kürt hareketi kısa zamanda bir başka ruhla siyaset sahnesine çıktı. O ruhu belki Türkiye’de değil ama başka bir coğrafyada yürürlüğe koydu ve Rojava pratiğini dünya gündemine sundu. Rojava Ortadoğu’nun son yüzyıllarında görülen en şık olaylarından birisi haline geldi. Türkiye’de ise yerel seçimler için oldukça hazır görünüyorlar. Kendi coğrafyalarının gerçeklerine rağmen devrimci müdahalelerde de bulunuyorlar. Örneğin kadınlara seçme ve seçilme hakkını kazandıran Mustafa Kemal Atatürk’ün partisiyiz diye övünen CHP’nin yerel seçimlerdeki kadın aday sayısını on’a katlamalarının bile önemli olduğunu düşünüyorum. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var. Yerel seçimlerde Gezi ruhu denilen ruhun anlamını en iyi AKP çözmüş. AKP seçimin en tartışılan iki ilinde (İstanbul ve Ankara) adaylarını değiştirmedi ve Gezi ruhunu o zaman anladığı gibi anlamaya devam etti. Ana muhalefet CHP de Gezi’yi anlamış ama yanlış anlamış olacak ki Ankara’da MHP’li bir adayla seçime girme yoluna gitti. Kıyamet de burada koptu. CHP’nin kendi tabanından gelen eleştirileri ve iç tartışmaları bir yana bırakalım ama sosyalist solun ve Kürt hareketinin CHP eleştirisindeki saikleri ben anlayamadım.
Sosyalist sol tarafından sıklıkla “düzen partisi” olarak tanımlanan CHP’nin seçimleri kazanma olasılığını artıran merkez sağ adaylarının sosyalist solu neden bu kadar şaşırttığını anlamak olası değil. Bu bende şunu çağrıştırdı: Sosyalist sol bir “düzen partisinin” “solcu” bir aday çıkarmasını bekledi ama “sağcı” bir aday çıkardığında buna sinirlendi. CHP sol aday çıkarırsa iyi, sağ aday çıkarırsa kötü. İlginç. Bazı şehirler bugün “sağcılara” teslim olduysa bunun sebebi sadece bir parti ve zihniyet olarak CHP değil çünkü CHP Baykal’dan sonra kendi tabanına rağmen -Pareto’nun ruhu şad olsun- elitleri tarafından bu hale getirildi. O dönemin etkisinin bugün devam ettiğini görüyoruz. Bu bağlamda sosyalistler CHP’ye değil, CHP’ye oy verenlere yönelmeli ve onları ikna edebilmenin mümkün hallerini aramalı, hepsi bu.
Dediğim gibi Pareto iyi bir adamdı. Lafı benim kadar uzatmazdı. O siyaset sahnesinin bir başka yüzünü bize gösterdi. Onun işaret ettiği yerde elitlerin bitmek bilmeyen dönüşümünü okuma fırsatını yakaladık. Türkiye siyasetinin kırılamayan bu elit çizgisini kimin kırıp kimin kıramadığını biraz olsun görebildik. Geldiğimiz noktada son olarak şu kısa tespitleri de yapmak olası: Görünen o ki Kürt hareketinin zamana, CHP’nin eski elitlerinden kurtulmaya, sosyalistlerin biraz değişmeye, AKP’ninse bitmeye ihtiyacı var.
Ali Murat İrat