Güncel

Savaşın kadınları Hiçlik ülkesinde

Bir gün ülkemizde savaş çıktı, bildiğiniz savaş; dert sandığınız şeylerin dert olmadığını anladığınız, ölüm kokusunun üzerinizdeki gökyüzüne sindiği gerçek bir savaş.

suriye_savaşHayatınızın gözlerinizin önünden geçmesine beş kala durumlar arasında, bir varmış bir yokmuşun arafında kalmışken, toprağa verdiklerimizle parça parça azalırken bir kaçış yolu bulduk; savaş olmayan ülkelerden biri kapılarını açtı bizlere. Sandık ki kurtulduk, düşündük ki yavaş yavaş yeniden var ederiz kendimizi, dedik ki: “Hiçbir şey bombaların sesinden, mermilerin uğultusundan, keskin nişancıların ecele öykünen varlığından kötü olamaz.”

Savaş olmayan ülkenin sınırından geçtik. Çok kısa bir süre sonra da hayatlarımızı kurtarmalarına karşılık hayatlarımıza sahip olduklarını anladık. Nasıl mı? Şimdi hepsini anlatacağım. Ama öncelikle kendimi tanıtayım: Merhaba ben Dunyana, yirmi bir yaşındayım, savaş ülkesinden kaçıp Hiçlik ülkesine geldim. Bu benim yolculuğum, ölümden hiçliğe giden yoldaki adımlarımın sesi, hak etmediği halde işkenceler çeken milyonlarca insandan birinin puslu, sisli hikâyesi…

Hiçlik ülkesine vardığımızda bizleri minik bir köye yerleştirdiler. Kadın ve erkekleri bir binaya, çocuklarımızı ayrı binaya… Etrafımızı da çitlerle kapladılar, bizi tehlikelerden korumak için çitlerin gerekli olduğunu söylediler. Hayır, bizleri erkeklere satmadılar, organlarımızı da bizden almadılar, anlatacaklarım bunlardan tamamen farklı.

suriye_savaş_çocuklar

Bizlerden bizleri aldılar. Kulağa garip geliyor değil mi? Bir gün gelip savaşın etkilerini azaltmak için bizi rehabilite edeceklerini söylediler. Bir yatağa yattım, beynime, kalbime kordonlar bağlandı, derin bir uykunun ağına takıldım. Ertesi güne kadar hiçbir şey hatırlamadım. Her gün beyaz üniformalı erkek ve kadınlar gelip beni ve tüm savaştan kaçanları alıp bir yatağa yatırıyor ve uzun süren yolculuklara çıkarıyorlardı. Uzun süre nerede olduğumu, kim olduğumu, neler yaşadığımı anlayamaz durumda tükettim dakikaları, saniyeleri, saatleri. Sonra bir gün kendime gelmeye çalışırken yan binaya yerleştirilen Iyad adlı çocuk geldi yanıma. Iyad komşumun oğluydu, anne babasını savaşta kaybetmiş bir yetim. Dedi ki bana : “Sen artık hafızası alınanlardansın”, anlamadığımı görünce anlatmaya başladı harıl harıl: “Sizden anıları, bizden hayalleri alıyorlar. Meğer bundan kabul etmişler buralarda yaşamamızı.” Hiçbir şey anlamıyordum, aslında tam olarak buralara neden kaçtığımızı bile hatırlamıyordum. Iyad daha fazla anlatamadan, söyleyemeden olanları, yakalandı Hipokrat yeminlilerden birine. Iyad’a ve bana ne konuştuğumuzu sordular, Iyad hemen atıldı ortaya “istediğim oyuncakları sıralıyordum Dunyana’ya. Burada bana uzaktan kumandalı araba alabilecek tek kişi Dunyana.” Iyad’ı alıp götürdüler. Bense kara kara düşünmeye başladım. “Çocuktur, uydurur” diyemedim, hem hayal mi kalmıştı bizim çocuklarda savaştan sonra? Üstelik söyledikleri bir çocuğun uyduramayacağı kadar dehşet bir hikâyeydi. Kaçabileceğim bir yer yoktu. Savaşın göbeğine, bombaların parçaladığı topraklara dönemezdim. Dönsem topraktan parça olurdum. Iyad’ın bana anlattıklarını gizlice bir deftere not ettim ve neler olduğunu anlamaya çalıştım. Her gün vücuduma bağlanan kordonları doktorlar odadan çıkar çıkmaz söküp atıyordum. Haftada bir kez görebildiğimiz çocuklarımızda bir gariplik vardı; hiçbiri oyun oynamıyor, soru sormuyordu. Birlikte kaçtığım insanların çoğu kendi adlarını bile unutmuştu. Bu böyle günlerce sürdü, her gün doktorlar gelip kordonlar bağladı vücuduma, her gün bağlanan kordonları söktüm attım tenimden. Sonra bir gün Hiçlik ülkesine birlikte kaçtığım doktorlardan biri geldi yanıma kaçıp gitmemi söyledi bana, nedenini sordum konuşmadı, nereye gideceğimi sordum cevap veremedi. Sonunda başladım bağırmaya:

“Iyad’ın söyledikleri imkânsız gibi gelmişti başta kulağıma. Ama söyle ne olur hafızalarımızı mı çalarsınız bizden, hayallerini mi alırsınız çocuklarımızdan? Nasıl ve neden? Mümkün müdür bu? Söyle bana tüm gerçeği. Seninle aynı yerden geldik, aynı savaşın kederinden kaçtık, söyle bana!”

suriye_savaş_mülteciNasuh büyük kara gözlerini gözlerime dikip konuşmaya, anlatmaya başladı:

“Dunyana kaç git buradan, bir denek hayvanı gibi kullanıyorlar sizi. Gel benimle göstereyim sana her şeyi.”

Dışarı çıktık, kahverengi bir binanın içine girdik. Birbirine geçmiş odalardan en büyüğüne girip usulca kapıyı kapadık. Onlarca kavanoz vardı, onlarca kavanozun içinde ince dumana benzer bir şey görünüyordu. Nasuh derin bir nefes alıp konuşmaya başladı:

“Savaştan kaçan insanların anılarını ve hayallerini alıyor bu ülke Dunyana. Bak şu tahtaya!”

Beyaz tahtaya baktım okuduklarımdan bir şey anlamayınca Nasuh açıklamaya başladı:

“Arıtılmış hayal gücü= Yaratıcılık

Damıtılmış anı= Deneyim/Tecrübe”

Anlamayan gözlerle Nasuh’un kara deliğe benzer gözlerine diktim bakışlarımı. Anlamadığımı fark edince açıklamaya devam etti:

“Dunyana, buradaki bilim adamları ve doktorlar yetişkin erkeklerden, kadınlardan anılarını alıyorlar. Anıları özel bir işlemle psikologlar eşliğinde damıtıyorlar, içlerinden duyguları, hisleri çıkararak onları deneyimlere, tecrübelere dönüştürüyorlar.”

“Peki sonra ne oluyor bu deneyimlere, tecrübelere?”

“Bu deneyimler ihtiyaç sahiplerine satılıyor.”

“İhtiyaç sahipleri kimdir Nasuh? Kimin neden bizim anılarımızdan çıkma deneyimlere ihtiyacı olsun?”

“Bu hayatta herkes savaş görmez, herkes savaştan sağ çıkmaz çünkü Dunyana. Bizlerin öğrendikleri, edindikleri çok güçlü deneyimler. Hiçbir yerde bulunamayacak tecrübeler. Hayatın en vahşi, en yaralı yüzünü görüp buralara kaçtık. Savaş bizleri güçlendirdi. Politikacıların, başbakanların bu deneyimlere ihtiyaçları var daha da güçlü olmak için.”

suriye_kadınlar_çocuklar

“Peki ya çocuklarımıza ne yapıyorlar, onlardan neden hayal güçlerini çalıyorlar?”

“Büyüdükçe bayatlıyorlar insanlar. Hiçbir duyguları taze kalmıyor, öğrenilmiş şeylerle sürdürüyorlar hayatlarını. Böylece yaratıcılıkları da kalmıyor. Ne hayal edebilecek zamana ve umuda ne de böyle bir zihne sahip oluyorlar. Reklamcıların, sanatçıların, yazarların hayal gücüne ihtiyacı var. Çocukların hayal güçleri arıtılıyor ve içindeki yaratıcılık bu insanlara satılıyor.”

Öğrendiklerime duyduklarıma inanamamıştım, peki ya sonra ne oluyordu bizlere? Hafızasız kalmış yetişkinlere ve hayal gücü çalınmış çocuklara ne oluyordu?

“Ne olacak bizlere Nasuh? Nereye kadar alacaklar bizleri bizlerden?”

“Sonuna kadar alacaklar Dunyana. Hafızanın son demlerine kadar emecekler. Çocuklar hayal etmeyi bırakana kadar sömürecekler. Sonra da ülkemize geri yollayacaklar. İşin kötüsü onlar hala iyilik yaptıklarını düşünüyorlar. Kendileri olmasa çoktan öleceğimizi söylüyorlar. Onlar hem bize hem bilim dünyasına iyilik yaptıkları düşüncesinde yaşayıp gidiyorlar. Kaç git buradan Dunyana, bizi kimse kurtaramaz. Burada kalırsan sonunda bunamış bir yaşlıdan farkın kalmayacak.”

“Peki sen neden kendi insanlarına yaparsın Nasuh? Nasıl oldu da bu işin içine girdin? Nasıl oldu da çocuklardan çalabildin?”

“Durum böyle değil Dunyana. Proje başladığında içinde olmak istediğimi söyledim. Gerçekten sizleri rehabilite edeceklerini, acıları beyninizden sileceklerini sandım.Eğer ben bu projenin bir parçası olmasaydım içlerinden biri olurdum. Ben artık sadece bizleri kurtarmak için bunun içindeyim. Seni ülkene geri göndereceğim.”

“Nasıl dönerim Nasuh? Buradan kurtuluş yolu yok ki.”

“Bu insanlar hafızalarını ve hayal güçlerini tamamen emip aldıkları insanları hoşaf olarak adlandırıyorlar. Hoşafların ülkeye geri dönme vakti gelmiş oluyor. Senin fazla dayanaksız olduğunu, zaten genç olduğun için hafızandan alınabilecek her şeyin alındığını ve artık hoşaf olduğunu söyleyeceğim.”

“Yalnız gitmem, Iyad’ı da ver yanıma! Diğer hoşaf olmayanları da ver yanıma!”

“Dunyana, Iyad seninle gelebilir ama diğerleri adlarını bile hatırlamıyor.”

O gece Nasuh bana bir plan hazırladı. Yanıma Iyad’ı da alıp savaşın yerle bir ettiği ülkeme dönmek üzere yola çıktım. Ülkemize vardığımızda yine Nasuh’un ayarladığı bir ahırda yaşamaya başladık. Savaş korkunç elini çekti ülkemizden, geriye koca bir yıkım bırakarak.

Aradan bir sene geçti; Iyad’ı bakkala gazete almaya yolladım bir gün. Önümde iki gazete duruyordu. Birinde şunlar yazıyordu:

“Savaştan kaçıp Hiçlik ülkesine sığınan Doktor Nasuh Rabi’nin çalıştığı hastanedeki insanları öldürdüğü ortaya çıktı. Doktor Nasuh Rabi idama mahkûm edildi.”

Devamını okuyamadım, diğer gazeteyi aldım elime, yüreğim isyan dalgasıyla ve dipsiz bir hüzünle kaplandı, gözyaşlarımı tutamadım. “Keşke” dedim, “keşke tüm hafızamı orada bıraksaydım.” Gazetede şunlar yazıyordu:

suriye_çocuklar“Nobel Bilim Ödülleri sahiplerini buldu. Hiçlik ülkesindeki bir grup psikolog, doktor ve bilim insanının ‘Arıtılmış Yaratıcılık-Damıtılmış Deneyim’ adlı çalışması büyük ödülü kazandı. Anıların direkt deneyime, hayal gücünün doğrudan yaratıcılığa dönüştürülebildiği projenin çalışma aşamasında fareler ve tavşanlar kullanıldı. Hiçbir canlıya zarar gelmedi.”

Kardelen UYSAL (kardelensis.uysal@gmail.com)

Dünyalılar

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu