Sokrates, “Felsefe, toplumun at sineğidir” diyordu. Hantal bir at gibi zihinsel bir tembellik içindeki kent insanlarını, rahatsız ederek harekete zorlamak görevi bugün biraz da bisiklete kalmış durumda. Kimileri için “şeytan arabası”, kimileri içinse insanın son iki yüzyılda keşfettiği en önemli buluş olan bisiklet, hem dünyada hem Türkiye’de bugün gerçek bir Rönesans’ın eşiğinde. Bu uyanışın edebi ve sanatsal göstergeleri de birer birer ortaya çıkmaya başladı. İllüstratör ve bisikletsever Aydan Çelik’in, geçtiğimiz ay Optimist Yayınları’ndan okurların beğenisine sunulan “Bi Tur Versene” kitabı, bu eğilimin en yeni ve yaratıcı örneklerinden biri.
“Vakti zamanında bir uzay konferansı yapılmış. Amerikalılar Mars’a, Ruslar Satürn’e, Çinliler Neptün’e, uzayın daha derinliklerine gideceklerini filan sıralamış. Sırası gelen Türk temsilci: ‘Biz Güneş`e gideceğiz’ deyince ortalık bir anda karışmış. Herkes heyecanla, ‘Nasıl olur? Güneş çok sıcaktır, oraya gidemezsiniz’ diye atılınca, bizimki kendinden gayet emin yanıtlamış: ‘Biz akşam serinliğinde gideceğiz.’
Karbon salınımında rekor kırmış, nükleeri, kömürü, HES’leri çözüm olarak savunan, otomobile tapan bir ülke bisiklete dayalı ulaşımı artıracakmış. Bu bir şaka galiba. Hadi hep beraber kameraya el sallayalım.”
Bu satırlar, 2009 yılında gerçekleştirilen ve iklim zirveleri arasında –birçok bakımdan- önemli bir kilometre taşı sayılan; pek çoğumuz için de küresel iklim değişikliği, karbon salımı, ekolojik felaket vb. kavramlara bir giriş dersi niteliğindeki; Kopenhag İklim Zirvesi’nin hemen ardından kaleme alındı. Türkiye’yi temsilen zirveye katılan resmi heyetin sunduğu “özel projeler”den biri şehirlerde bisiklet kullanımını artırmayı öngörüyordu. 85 kişilik delegasyon içinde otomobil üreticileri varken neden bir bisiklet temsilcisinin olmadığı sorusundan hareketle ortaya çıkan bu anlamlı eleştiri, onu yakından tanıyanların “çevreci değil tam anlamıyla bir ekolojist” diyerek tanımladığı, bisikletsever, çizer-yazar Aydan Çelik’e ait. Yaklaşık 4 yıl sonra bugün, dünya ve ona paralel olarak Türkiye ekolojik farkındalık konusunda epeyce yol katetmiş olsa da; Çelik’in ifadesiyle “Dostlar Kopenhag’da görsün” mantığıyla işleyen siyasi irade sivil toplumla birlikte çalışmadıkça “doğal olmayan” doğal felaketler patronun kim olduğunu hepimize gösterecek.
Tüm karamsar tablolara rağmen, iyi ve güzel olanın kendini gerçekleştireceğine ilişkin umudunu yitirmeyen insan evladı, “kendi kapısının önünü süpürmeye” devam ediyor. Bu insanlardan biri de, Gramsci’nin “Aklın kötümserliği iradenin iyimserliği” sözüne atıfla, iradenin iyimserliğini tercih ettiğini ifade eden Aydan Çelik. Çocukluğundan beri hiç vazgeçmediği bisikletinin selesinden dünyaya bakan Çelik, olmasını istediği dünyayı çizerek ve yazarak koyuyor önümüze. Bu iradenin ona yaşattığı yüzleşmeleri ve bu yüzleşmelerin tetiklediği dönüşümü; bisiklet yazıları ve çizileri diyerek özetlediği, Optimist Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabı Bi Tur Versene’de paylaştı bizimle. Kitabı vesilesiyle bir araya geldiğimiz Aydan Çelik’le, bisikleti, şehri ve şehirde bisiklet kullanımının ahvalini konuştuk.
Bi Tur Versene’de “Bisikletin selesine oturan her canlı, vuslata ermiş aşık misali kör olur. Ve dünyayı, olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi görür” diyorsunuz. Peki, bisikletle kurduğunuz bu bağ nasıl oluştu?
Çok küçük yaşlarımdan beri var bisiklet hayatımda. Kitabın girişinde, “Bisikletini çaldığım babama, dengede durmamı sağlayan anneme” diyerek başlıyorum. İlk bisikletim babamın bisikletiydi. Sonra babam bana bir şey olmasından tedirgin olup sattı o bisikleti. Ben de “bi tur versene” diye dolandım bir süre yani. Bisikletin benim için özel anlamı çocukluğumdan kalma iki şeyden biri oluşuyla ilgili. Diğeri ise çizmek. Ayrıca, bisiklet çizmesi de güzel bir şey. Aynı kedi gibi.
Peki, sizce bisikletin doğal döngü içindeki yeri nedir? Onu bir üretim aracı, değer yaratan bir araç olarak tanımlayabilir miyiz?
Otomobilin her şeyi domine etmesi, zihni bile şekillendirmesi kabuledebileceğim bir şey değil. Otomobil, kimseye alan bırakmayan bir şey. Otomobil sahibi olmak, kişi başına karbondioksit üretimi, kapladığı alan vb. birçok açıdan çok problemli. Bir bardak süt içmek için evde inek beslemeye benziyor. Gandhi’nin meşhur sözü “Basit yaşa ki başkalarına da yer kalsın”, her şeyi özetliyor bence.
Evet, bisiklet fiziksel yapısı itibariyle biraz daha eşit bir ilişkiye olanak sağlıyor…
Bisiklet Manifestosu da bununla ilgili. BBC’nin yaptığı, son iki yüz yılın en güzel icadı anketinde açık arayla lider bisiklet. Müthiş bir buluş hakikaten. İstediğiniz her yere gidebiliyorsunuz, hiçbir makine bunu sizin kas gücünüzle yapmanızı sağlamaz. Diğer yandan da üretken. Mesela, Afrika’da bisiklet gücüyle çalışan iş makineleri var, pedal gücüyle. Ruanda’da var bunun için kullanılan tahta bisikletler. Hatta Tasarım Bienali’nde Adhokrasi Sergisi’nde bir bisiklet projesi var. Projenin yaratıcısı Tristan Kopp bisikletin ana parçalarına alüminyum kalıp yapmış. İçindeki boruları değiştirerek, sen büyüdükçe bisikletini de büyütebiliyorsun. Yine bir başka örnek olarak, mısır üretme makinesi de var bisikletle çalışan. Çok bereketli bir alet yani. Tekerlek kadar önemli bir buluş olduğunu düşünüyorum. Umberto Eco’nun “Kitaplardan asla kurtulamayacaksınız” sözü gibi, tekerlek daha mükemmelleştirilemez diye düşünüyorum bisiklet için.
Kitaptaki yazılarınızdan birinin başlığı, “Sana Dün Bir Seleden Baktım Aziz İstanbul”. İstanbul özelinde, kent yaşamında bisikletin yeri nedir?
İstanbul’da bisikletin yeri yok. Bir istatistik yapılsa, balkonlardaki bisiklet sayısı sokaktaki bisiklet sayısını muhtemelen sekize katlar. Ama inanıyorum ki burada güvenlik problemini çözdüğümüzde bisiklet kullanımı yaygınlaşır. Üniversiteler kendi projelerini geliştirebilir, patentler alınabilir. Bunun olmaması için hiçbir neden yok. Biz gerçekten bir bisiklet şehri olabiliriz.
Peki, İstanbul’da günlük yaşamda bisiklet kullanımını teşvik eden projeler var mı?
Araba vapuruna bisikletle binmek, arabayla binmekten daha pahalıya geliyor dersem bu soruya cevap vermiş olur muyum?
Amerika’da dört bir yanında bisiklet koymak için cepleri olan belediye otobüsleri var…
İstanbul’da da bir zamanlar bu amaçla kullanılabilir bölümleri olan otobüsler vardı. İhtimal ki böyle bir şey içindi. Engelliler için belki de. Ki aslında mevzu sadece bisiklet değil. Kod ismi bu. 40 yaşlarında, her yere kaykayla ulaşımını sağlayan, hayranlıkla baktığım bir arkadaşım var. Onun gibi insanlar, engelliler, bisikletliler… Hepimiz aynıyız aslında, aynı sepetin içindeyiz.
Türkiye’de, şehirde bisiklet kullanımını teşvik etmek için çalışan inisiyatifler nelerdir ve ne gibi çalışmalar yürütüyorlar?
Çok sayıda büyüklü küçüklü dernek var. İnformal oluşumlar var. Kendilerine organizasyon değil hareket diyen çok güçlü, uluslararası bir oluşum var: Critical Mass. Çok iyi bir şey yapıyorlar. Bi Tur Versene’de “Yürüyün Seferoğulları” başlıklı bir yazı var Critical Mass’le ilgili. Amacı bisiklet görünürlüğünü arttırmak. Çünkü otomobiller fark etmiyorlar bisikleti. Kötü niyetten değil, fiziksel olarak fark etmiyor. Bu konuda farkındalık yaratmaya çalışıyorlar. Önemli işler yapan farklı oluşumlar var ama bazı durumlarda bir araya gelip birlikte hareket etme refleksi biraz daha iyi olsa, Türkiye’de daha iyi şeyler olur. Kendi farkındalığını inkar etmeden birlikte projeler geliştirilebilir. Ne de olsa derdin ortak: Şehirde bisiklete alan açmak!
Bisiklet şehirleriyle ünlü Avrupa’da ne gibi uygulamalar var, örnek uygulamalardan bahsedebilir misiniz?
Avrupa’nın çeşitli yerlerinde Vélo Libre adında bir sistem var. İstanbul’da da var ama sahil yolunda binebiliyorsunuz. Gezinti aracı gibi. Ama oralarda bir şehir ulaşım aracı olarak kullanılıyor. Gittiğin yerde bırakıyorsun bisikleti. Bu oldukça yaygın bir ağ, özellikle Londra’da.
Tabir yerindeyse, “Bisikletin Avukatı” isimlerden biri olarak sizin işlerinizi konuşalım biraz da. “Bi Tur Versene” nasıl ortaya çıktı ve sizce bu kitabı kimler okumalı?
Okumayı yazmayı bilen herkes . Bi Tur Versene bir çeşit albüm kitap. Kendi sahamda çizerim, deplasmanda yazarım derim ben hep. Çünkü ben bir yazar değil, çizerim. Önemli bir bölümü bu kitap için çizilmiş çizilerden ve yazılardan oluşan bir kitap. Hikâyelerin ve çizimlerin arasında kendimce bir kurgu yaptım. İnsanların seveceğini umuyorum.
Ekolojik tartışmaların en bilinen sorularından biriyle bitirelim. Mevcut ekolojik görüşleri, dünyanın sonunun geldiği tezini savunan karamsarlar ve yeni bir dönemin başında olduğumuzu savunan optimistler olarak ikiye ayırabiliriz kabaca. Sizin bu konuda tavrınız nedir ve Aydan Çelik gündelik yaşamında nelerden tasarruf eder?
Tarihin içindeyken tarihin nerde olduğunu bilmek bir Selçuk Erdem karikatürünün içine düşmek gibi olabilir. Çok sevdiğim bir karikatürü var. Padişah uzaklara bakıyor, yeniçeri “Neyiniz var padişahım?” diye soruyor. “Yahu bilemedim, içimde bir sıkıntı var, galiba duraklama devrine girdik” diyor. Bunun gibi, neredeyiz bilemiyorum. Can Yücel kötümserlere “götümser” dermiş, çok kızarmış. Bunun gibi aslında, kötümser olacak lüksümüz yok galiba. Temennim optimistlerin haklı çıkmasından yana. İradenin iyimserliğini tercih etmek isterim. O kadar güçlü olmasam da, bazı şeyleri reddederek yaşıyorum. Hele ki bunun mümkün olabildiğini gösteren hayatları görünce bunu daha yoğun hissediyorum. Bi Tur Versene’nin arka kapağında, “Bisikletin selesine oturan insan dünyayı olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi görür” yazıyor. Bu benim dünyaya bakış açım.
Röportaj : Tuba Çakır
Kaynak : Ekoiq Dergisi