Cami çıkışlarında, mezarlıklarda, hastane bahçelerinde, otobüs duraklarında… Suriyeli yoksun insanların işgaline uğramış sokaklar; yaşadığımız kentin zombileri gibi görmezden geldiğimiz, ötekileştirdiğimiz, uyuşturucuya bulaşmış ‘bizim çocuklar’ nereye gittiler? Farkında olmadığımız sokak savaşlarında yenilgiye mi uğradılar?
Yaşamlarını sokaklarda kuran insanların çokluğu görmezden gelinemeyecek bir yara halini almıştır; AVM kapılarında, bankamatik içlerinde, alt- üst geçitlerde, trafik ışıklarında karşımıza çıkan bu insanlar, devletin hiçbir biriminde kaydı olmayan köksüzlerdir; Umutları, kırmızı ışığın yanış süresi kadardır!
Seçme ve seçilme hakkı bulunan, vergisini düzenli ödeyen, sabit işi, akşamları gidebileceği evi ve ailesi olan, herhangi bir bayrağın altında birleşen insanlardan soyutlanmış ve ‘Görünmez’ olmayı seçmiş bir topluluk yaşamaktadır kentin karanlık sokaklarında.
Sosyo- ekonomik sorunlar yüzünden, düzenli barınma mekanlarına sahip olmayan insanlar ‘Evsiz’ olarak adlandırılır. Kişinin maddi açıdan yetersizliği, zihinsel ya da ruhsal sorunları, ait olduğu kimlik ve kültürden dolayı toplum tarafından dışlanma; savaşlar, devletlerin üniter yapısının bozulması, iflaslar… bu tanımın içini doldurmaktadır.
Nedeni ister savaş olsun, ister ekonomik durum; yaşanılan göç olgusu ile beraber, farklı sosyo- kültürel ortamlardan gelen insanların uyum sorunu yaşamaları, dışlanmaları, öfkenin kaynağı durumuna getirilmeleri evsizlik sorunu ile doğrudan bağlantılıdır. Doğal afetler, savaş ve çatışmaların sürekliliği ile sivillerin yaşadığı alanlara müdahale edilmesi, insanları göçe ve evsizliğe zorlamaktadır!
ILO’ nun ( Uluslararası Çalışma Örgütü) son raporuna göre: 2008 ekonomik krizi ile ilişkili olarak dünyada iki yüz milyona yakın işsiz bulunmaktadır. AB’ nin ( Avrupa Birliği) yaşadığı bu buhranı atlatabilmek için o dönem almak zorunda olduğu önlemler (emekli maaşları ve işsizlik sigortalarındaki düşüşler, sosyal harcamaların kısılması, üniversite harç fiyatlarının artması…) sonuçta insanlarını umutsuzluğa sürüklemiştir. İşini, parasını ve evini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalan insanlar, ülkelerindeki mültecileri ve yabancı çalışanları sorunun kaynağı olarak görmeye başlamışlardır! Faşizmin çıkış noktası da buradan başlamaktadır.
Amacı devleti küçültmek olmayan, sadece sosyal sorumluluklarını üzerinden atmak isteyen Türkiye’ deki siyasi aktörler, piyasa kapitalizmine gönülden bağlanmış ve ‘Neoliberal’ politikalar üretmişlerdir.
Başta tarım olmak üzere, istihdam alanlarında daralmaya giderek, en son Soma’daki maden katliamında görüldüğü üzere, insanları taşeronlara ucuz iş gücü olarak sunmuştur. 1980 sonrası uygulanan ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ siyaseti sonucunda köy- kent arasındaki geleneksel bağlar tamamen kopmuştur. İnsanlar arasındaki dayanışma kültürü erozyona uğramış olup, kentsel- rantsal dönüşüm projeleri ile kitleler yaşam alanlarından göçe zorlanmışlardır.
Yoksunluk ve yoksulluk sokağı vurmaktadır. Kente aitmiş gibi görünen yeni bir kültür oluşmaktadır. Kent, taş blokların oluşturulduğu, güçlünün, güçsüzü avladığı bir orman durumuna getirilmiştir!
UNICEF, sokak çocuğu tanımını iki farklı katagoriye ayırır:
1- Dilencilik, işportacılık, mendil satıcılığı, araçların camlarını silmek gibi aktivite içinde olan, kazandıkları parayı ailelerine destek olmak için veren; okul ilişiği devam eden, aile bağları kopmamış çocuklar.
2- Aile bağları ekonomik ve sosyal kırılganlığa uğramış, hep sokaklarda yaşamak zorunda olan çocuklar.
Gelişmekte olan ülkelerin metropollerinde yaşayan sokak çocukları cinsel istismar, ihmal, sömürü gibi durumlarla karşılaşmakta veya polis ve yerel yönetimlerin kiraladıkları ‘Cinayet Timleri’ tarafından öldürülmektedirler.
Yaşamlarını sokakta sürdürmek zorunda kalan çocukların ikinci bir seçenekleri yoktur. Reşit yaşa ulaşamadıklarından, yönetimsel konularda fikir üretemezler, oy kullanamazlar, üretimde bulunamazlar. Ekonomik güçleri olmadığından, siyasi yetke tarafından da görmezden gelinirler.
WHO ( Dünya Sağlık Örgütü)1993 tarihli raporunda: Ailenin parçalanması, silahlı çatışmalar, fakirlik, doğal ve yapay felaketler, kıtlık, fiziksel ve cinsel istismar, göç ile yerinden etme, kentleşme ve aşırı kalabalığa uyumsuzluk, kültürel sebepler, mirastan ya da evlatlıktan çıkartma çocukların sokakta yaşamalarının nedenleri olarak sıralanmıştır.
Suriyeli Evsizler
Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısının yedi yüz bini geçtiğini resmi rakamlar söylese de bunun gerçeği yansıtmadığına inanmak için değişik göstergeler bulunmaktadır: Doğum veya muhalif gurupların gelmeye devam etmesi gibi. İstanbul genelinde , Suriyeli mülteci sayısının üç yüz bini geçtiği tahmin edilmektedir.
Suriyeli göçmenler İstanbul’ un Avrupa Yakasında Küçükçekmece, Başakşehir, Sultangazi; Anadolu Yakasında Üsküdar, Ümraniye, Pendik, Sarıgazi semtlerinde yaşamaya çalışmaktadırlar. Suriyeli göçmenlerin yaşamak için beslenmeye, barınmaya ve paraya gereksinimleri bulunmaktadır; yurtlarından kaçan bu insanların hiçbir bağının bulunmadığı Türkiye’ nin kentlerinde pek misavirseverlikle karşılaştıkları söylenemez. Kent meydanlarında dilenen Suriyeliler, artık gözlere tuhaf gelmemeye, bu insanlar da görmezden gelinmeye başlanmıştır.
Sokak çocuğu, tinerci-balici, evsiz gibi tanımlamalar yerini ‘Suriyeli’ ye bırakmıştır. Caddelerde, kavşaklarda dilenen, araç camı silen, mendil satan Suriyeliler, oturduğumuz evin kapısına kadar dayanmışlardır; zilimiz çalınıp, kapıyı açtığımız da iletişim kurmakta zorlandığımız, dillerini bilmediğimiz mülteciler, savaştan kaçan muhalifler… Canları tehlikede olan bu insanların üzerinden, manevi duygular sömürülerek yeraltının ‘Baronları’ para kazanmaya başlamışlardır!
Cami çıkışlarında, mezarlıklarda, hastane bahçelerinde, otobüs duraklarında… Suriyeli yoksun insanların işgaline uğramış sokaklar; yaşadığımız kentin zombileri gibi görmezden geldiğimiz, ötekileştirdiğimiz, uyuşturucuya bulaşmış ‘bizim çocuklar’ nereye gittiler? Farkında olmadığımız sokak savaşlarında yenilgiye mi uğradılar?
Semtimizin parklarında kurulan çadırların önünde, teneke kutuların içinde yakılan ateşin etrafında toplanmış, Halepli, Şamlı bu insanlar ile zoraki komşuyuz artık; pişirilen yemeklerin kokusu bizlere yabancı, giysileri itici! Camilerin tuvaletleri gece kapatıldığında her türlü hastalığa gebe dışkıların ortalıkta olması! Mutlak bir gerçeği zihnimize vura vura öğretiyor bize; evleri bombalanıp, düzenleri bozulduğunda insanlar için tek bir güdü kalıyor: Yaşamak.
Yoğun kent trafiğinde yanımıza dilenmek için gelen mültecilerin elindeki notta genelde hep aynı yazılar ve dramlar vardır: ‘Selamünaleyküm; Suriye’ de oturduğumuz yerde Beşar Esad bomba atıp, annemi, babamı ve kardeşlerimi öldürdü. Biz de Türkiye’ ye sığındık. Sokaklarda yatıyoruz. Allah rızası için para yardımı yapınız. Yetim ve öksüzlere yardımcı olursunuz. Sizden Allah rızası için yardım bekliyoruz.’ Görmüyor ve anlamamakta ısrar ediyoruz: Savaşı yaşıyoruz!
Suriyeliler saldırdı! Darp etti! Haberlerinin fısıltı gazetesi ile yayılması sonucu Mayıs ayı başında, Türkiye’ nin ‘Mülteci’ ağırlıklı kentlerinde ‘Linç’ girişimleri olmuştur.
Ankara’ nın Altındağ Hacılar Mahallesi’ inde, üç katlı bir binada kalan Suriyeliler iddiaya göre, on beş yaşında bir çocuğu darp eder. Fısıltı gazetesinin halk arasında yaydığı: Suriyelilerin kadınları taciz ettiği, esrar içip gürültü yaptıkları, hırsızlık ve gasp olaylarına karıştıkları dedikodusundan dolayı, ‘Suriyeliler Türk Bayrağı Yakıyor!’ tetiklemesiyle üç katlı bina ateşe verilir. Polisin müdahalesinden sonra altmış üç Suriyeli binadan çıkartılır ve yirmisi gözaltına alınır. Mahalleli gençlerin ellerinde bıçaklarla Suriyeli avına çıkması, olayın boyutunun vahşiliğini göstermektedir!
Ucuz Emek
Yaşanılan bu ‘Linç’ girişimlerinin ardında karanlıkta kalan gerçek, Suriyelilerin, ucuz ve kayıt dışı çalışmayı kabul etmeleridir!
Kapitalist ve emperyalist dünya sisteminin yaşaması için çıkartılan iç savaşlar, dünya savaşları, siyasi baskılar, topraklarından göç etmek zorunda kalan milyonlarca insanın, köleliğin zorlu koşulları ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Ağır çalışma koşulları ve yaşadıkları sefaletin içinde, alçaltıcı bir yaşama mahkum olan Suriyeliler gibi!
Suriye’deki iç savaşın uzun sürmesi ve ülkenin yarınlarının karanlıkta olmasından dolayı, Türkiye’ deki mültecilerin durumunun geçici olmadığı anlaşılıyor. Göçün istihdam etkisine dair Çalışma Bakanlığı 2013 yılında:’…aksine o bölgede, Suriye’ den gelenlerin, özellikle nitelikli elemanların istihdam taleplerine imkan veren bir ekonomimiz var.’ demecini vererek, Türkiyeli işçilerin karşısına, ucuz emek olarak Suriyeli emekçileri çıkartmıştır!
Suriyeli göçmenlerin, dilenmenin dışında önemli bir bölümü hayatlarını sürdürebilmek için çalışmak zorundadırlar. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden aldıkları ikamet belgelerinde ‘Çalışamaz’ ibaresi bulunmaktadır. Bu çelişki, işletme sahiplerinin ucuz iş gücü uygulamasını kolaylaştırmakta, karın tokluğuna emekçileri çalıştırmaktadırlar: Sosyal güvencesi olmayan, iş güvenliğinin yok sayıldığı, tatilin rüya, karşılığı olmayan uzun çalışma saatleri…Vahşi Kapitalizmin cennet hayali budur!
Sistem, işçi sınıfını bölmek için dünyanın her bölgesinde aynı projeyi uygulamaya sokar: İşsizliğin, evsizliğin, yoksunluk ve yoksulluğun, eğitimsizliğin sorumlusu olarak göçmenleri gösterir. Sorunların asıl kaynağının gözden kaçırılması için uygulanan bu kışkırtma ve siyaset oyunları, emeğin her zaman ucuz kalmasını sağlar!
Türkiye’ de işsizlik, ücretlerin düşmesi, kiraların artması, yaşanan sosyal patlamalar ( kadın ve töre cinayetleri, çocuk ölümleri…), suç oranlarının yükselmesi Suriyeli mültecilerle ilişkilendirilerek çatışma ortamları yaratılmaktadır.
Yalanların içinden doğruyu çıkartmak tek görevimiz olmalıdır. Türkiyeli işçi, göçmenlere yönelik nefret söylemlerine prim vermeyerek ve insanların milliyetine bakmayarak emeğe sahip çıkmalıdır! Sendika örgütlerinin, Suriyeli emekçileri aralarına alma zamanı gelmiştir. Aksi halde, dilenen çocuklar, kayıt dışı ucuz emek, satılan ve kuma olmayı tek çözüm yolu gören Suriyeli kadınlar, evsizler… Sosyal patlamayı oluşturacak dinamitin fitilini oluşturmaktadır.
Çözüm:
Devlete ait kurumların yanı sıra, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) sorunun üstüne gitmesi ve çözüm odaklı projeler geliştirmesi gerekmektedir. Sokakta kalan insanların yaşamlarını devam ettirebilecek yiyecek, giyecek, barınma gibi sorunların çözümü insan odaklı olmalıdır. Öncelikle, sokak hayatının kötü yönlerini hafifletmek için, yerinde rehabilite hizmeti verecek ‘sokak tabanlı’ projeler acil olarak uygulamaya sokulmalıdır.
Medya veya özel sektör gibi kuruluşlarla işbirliğine giderek, mülteci algısının değiştirilmesi ve evsizlerin haklarına saygı duyulması için politikalar üretilmelidir. Önleyici aile ve toplum destekli eğitimlerin geliştirilip uygulanmasını sağlayarak, özellikle çocukların çalıştırılmasının ve dilendirilmesinin önüne geçilmelidir.
Çocukları cinsel, fiziksel istismar, madde bağımlılığı gibi tehlikelerden korumak için yaşamsal aktivitelere yönlendirmenin zorunlu olduğu bilinmelidir: Spor, fotoğraf kursları, tiyatro, sinema zihinsel ve ruhsal gelişim yolunda rehberlik edecektir.
Sokağın dışında, alternatif yaşam biçimlerinin olduğu ve orada hepimizin barış içinde nefes alabileceğimiz gerçeği bilinmelidir!
http://indigodergisi.com/2014/06/suriyelinin-turkiye-sokaklarinda-yasam-sinavi/