Ekoloji bilimi ortaya çıkmadan çok önce bile, çevre ve ilgili sağlık sorunlarından zarar görmeyen yoktu. 1960’larda tanımlanan çevrecilik, bugün devlet ve ekonomi politikaları için vazgeçilmez oldu. Peki bu nasıl oluştu dersiniz? Elbette18. ve 19. yüzyıllarda pek de önemsenmeyen “birkaç iyi insan” sayesinde.
İngiltere’de hava kirliliğini önlemeye çalışan ilk yasa II. Richard’ın emriyle 13. yüzyılda yürürlüğe girmiş. Pek işe yaramadığı Shakespeare’in iki yüzyıl sonra yazdığı şu satırlardan bellidir: “Gülmeye cesaret edemem; çünkü ağzımı açarsam içime pis hava girecek.” Aralık 1952’de Londra’da 3000 kişinin hava kirliliği yüzünden ölmesi, İngilizlerin bu sorunu çok uzun yıllar çözemediğinin de bir göstergesi.
O dönemde İstanbul’da, şimdiki gibi çok katlı bina ve gökdelenler rüzgâr dolaşımını engellemediği için; hava kirliliği değil, daha çok sokak kirliliği sorunu var. Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetine göz atarsanız, şehir sakinlerinin bu kirlilikten uzun zamandır çektiğini anlarsınız: ‘Bu gayrimenkulatımdan elde olunacak nemalarla, İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye ikişer akçe alalar.”
Çevre tarihçileri, Mezopotamya, Roma ve Yunanistan’da da günümüzdeki çevre felaketlerine benzer olayların yaşandığını yazar. Tarih boyunca çevre sorunlarından çekmeyen toplum yok denecek kadar azdır. Sorunların belirlenmesi çok eskilere dayansa da, bilime olduğu kadar estetik ve ahlaka da önem veren, modern ve örgütlü çevreciliğin ortaya çıkması ancak 1960’larda mümkün olmuştur.
Modern çevreciliğin bir babası varsa, o da şüphesiz Amerikalı diplomat, dilbilimci ve biliminsanı George P. Marsh’tır. Marsh’ın en önemli katkısı, 1864’te yazdığı Man and Nature; or, Physical Geography as Modifed by Human Action’dır (Doğa ve İnsan; veya İnsan Etkisiyle Değişen Fiziki Coğrafya). Marsh çeşitli ülkelerden topladığı verilerin yanısıra, bilimsel literatürden verdiği örneklerle de çevreye verilen zararın sadece yerel ölçüde kalmayıp global boyutlara ulaştığını kanıtlar.
Ülkemizde de inceleme yapan Marsh, “Türkiye’de insanların hayvanlara gösterdiği şefkat örneklerini görebilmeniz için haftalarca orada yaşamanız gerekmez” deyip atalarımızı överken, bir yandan ormancılıkta ciddi hatalar yapıldığını kaydeder. Bilimsel çevreciliğin “babası” Marsh ise, “annesi” şüphesiz Rachel Carson‘undur. Carson 1961’de yayımlanan Silent Spring (Sessiz İlkbahar) kitabıyla, tarımda kullanılan pestisidlerin besin zinciri yoluyla ekosisteme yayılarak, insan sağlığını nasıl tehdit ettiğini edebiyatçıların bile övgüsünü alacak bir üslupla anlatır. Kitabı ilk çıktığı zaman acımsızca eleştiren Time, 2000’de yayımladığı “Son 100 Yılın En Önemli Kişileri” listesine Carson’ı da aldı.
Çevre sorunlarının çözümünde bilimin başrolü oynayacağı su götürmez bir gerçektir; ama bir kısım çevreci biliminsanı, çözümün bilim kadar sevgi ve saygıyı da içeren yaklaşımlarla gerçekleşebileceğine inanır. Jean-Jacques Rousseau bu tür bakış açısını çevreciliğe kazandıran en önemli düşünürdür. Rousseau’dan önce hayvan veya bitkinin değeri dini inançlara ve ekonomik çıkarlara bağlıydı. Rousseau ise bir canlının değerli olması için varolmasının yeterli olduğunu savundu.
Ekoloji biliminin kurucularından Alexander von Humboldt doğaya sevgisini ve saygısını en ciddi bilimsel yazılarında bile vurgulayan, sanata önem veren bir insandı. Çevrecilik gündeme geldiği zaman sık sık duyduğumuz “holistik”, yani bütünsel yaklaşımın babası Aristoteles olmakla birlikte, bu kavramı çok daha sağlam bilimsel ve felsefi temellere oturtan ve halka yayan Humboldt’tur.
İnşa ettiği kulübede ihtiyaçlarını kendi ekip biçtiği ürünlerle karşılayan, milli parklar fikrini ilk ortaya atan insan Thoreau’nun “sivil itaatsizlik” makalesinde önerdiği kaba kuvvete başvurmadan otoriteye karşı çıkma fikri, çevrecilerin hâlâ başvurdukları bir eylem.
Ekoloji Tarihinin Dönüm Noktaları
1664 John Evelyn kömür yakılmasında ortaya çıkan zehirli gazların sağlığa zararlarını anlattı.
1776 Thomas Malthus aşırı nüfus artışının büyük açlık ve felaketlere yol açacağı ikazını yaptı.
1822 Evcil Hayvanları Koruma Kanunu İngiltere’de yürürlüğe girdi.
1872 İlk milli park Yosemite Milli Parkı ABD’de açıldı.
1892 İlk çevre örgüt Sierra Club ABD’de kuruldu.
1949 Aldo Leopold Sand County Almanac‘ta (Çorak Bir Yörenin Almanağı) sağlıklı bir çevrenin yeni bir ahlak düzeniyle gerçekleşebileceğini vurguladı.
1969 Çoğunlukla gençlerden oluşan ve çevre sağlığı konusunda sivil itaatsizlik yöntemini etkili bir şekilde uygulayan Greenpeace kuruldu.
1972 Avukat Christopher Stone tarafından açılan Kesilen Ağaç Davası kaybedildi, ama çevre hukuku artık gündeme alınmış oldu.
1973 İnsanla birlikte doğadaki tüm canlıları bir bütün olarak düşünmek gerektiğini savunan derin ekoloji ortaya çıktı.
1974 Kadın akademisyenler çevre sorunlarının erkek egemen düzenden kaynaklandığını savunan feminist ekolojinin temelini attı.
1979 Almanya’da çevreciliği parlamentoda ilk kez temsil etmeyi başaran Yeşiller
Partisi kuruldu.
1992 178 ülkenin temsil edildiği ve 117 devlet başkanının katıldığı ilk çevre
toplantısı Earth Summit yapıldı.
1992 1500 bilim insanının imzaladığı uyarı mektubu Warning to Humanity
(İnsanlığa Uyarı) yayımlandı.
1997 125 ülke, küresel ısınmaya karşı alınacak tedbirleri içeren Kyoto
Protokolü‘nü imzaladı.
Yazıyı hazırlayan: Sibel Çağlar
Kaynak: Sargun Ali Tont _ NTV Tarih Şubat 2009