Türkiye her geçen gün yeni bir kasetle, yolsuzluk iddialarıyla sarsılırken kavramlar ve anlamlar üzerinden de bir algı savaşı yaşanıyor. Dalga dalga gelen, her seferinde şekli, şemali değişen süreç, dar bir bakış açısından sadece rüşvetle sınırlı maddi bir yolsuzluk olarak algılanıyor.
Başbakan, TV’lerde yolsuzluğu devletin kasasından çıkan para olarak tanımlayarak, aslında yolsuzlukla ilgili algının yayılmaması için mücadele veriyor. Ancak ingilizcesi “bribery” olan rüşvetin çok ötesinde, elle tutulur, gözle görülür bir çürümenin (corruption) kanser hücreleri Türkiye’yi sarıyor. Çürüme kelime anlamıyla, iyi, güzel olandan, ahlaktan uzaklaşıp bizzat kötülüğün toplumsal dokuya hâkim olmasını anlatan bir kavram…
Sadece ekonomik yolsuzluklar değil, HSYK’nın Adalet Bakanı’na bağlanıp kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması da bir yolsuzluk mesela. Gezi olaylarında camide içki içildiği ve başı örtülü bir kadının taciz edildiği yalanları da, bu yalanlarla toplumu belli bir kesime karşı kışkırtmak da… Diğer bir denetim aracı medyayı da kendine bağlayarak, günde yirmi kez tüm kanallarda halkın beynini yıkamak da… Ana iletişim kanalı interneti MİT’e bağlamak da.
Gücü demokratik mekanizmalarla sınırlanmayan bir devlet klektokrasi, ya da “açgözlüler tarafından yönetilme” olarak tanımlanıyor. Aslında bu sadece bizde rastlanan bir durum da değil.
AMERİKA 1960’LARDA NASIL ÇÜRÜDÜ?
Amerika’da FBI, 1956’da karşı istihbarat programı (COINTELPRO) adıyla sivil kuruluşlara yönelik olarak gizli bir dinleme faaliyeti başlattı. Sivil hakları savunan senatörler, Martin Luther King gibi siyasi aktivistler ve Vietnam Savaşı’nı eleştiren sporcuların kişisel konuşmaları gizlice kayda alınıyordu. FBI, 1971’e kadar uzanan 15 yıllık dönemde, gizlice topladığı bilgileri kamuoyuna sızdırdı, bu tür kişi ve kurumları her türlü belden aşağı araçla itibarsızlaştırmaya çalıştı. Tabii ki FBI’ın amacı da “ulusal güvenliği düşmanlara karşı” korumaktı. Yeni sol, siyah hareket, sosyalistler, Vietnam savaşına karşı çıkanlar, kadın hakları savunucuları hedefti. Özgürlük isteyen herkes dinleniyor, fişleniyor, karalanıyordu. Bu işin başında FBI direktörü J. Edgar Hoover vardı.
Hoover FBI’ı neredeyse Amerikan derin devletine hizmet eden gizli bir polis örgütüne dönüştürmüştü. Seks skandalları, şantajlar, medyanın sahte dökümanlarla seçilen hedefleri aşağılamak için kullanılması, hatta bazı durumlarda siyah hareketin liderlerine suikastlar kullanılan yöntemler arasındaydı. J. Ford Kennedy dahi FBI tarafından dinleniyordu. Gizli “örgüt”ün içinde de eyalet valileri, Kongre üyeleri, belediye başkanları, polis şefleri, savcılar bile vardı.
AMERİKA ÇÜRÜME SÜRECİNİ NASIL AŞTI?
Beyaz, sağ kanat derin devletin, sivil hak taleplerine karşı öne sürdüğü bu yasa dışı “örgüt”ün üyeleri, Watergate skandalının patlamasıyla 1971’de çok kararlı bir siyasi mücadeleyle armut gibi toplandı, cezalandırıldı ve yok edildi.
Arkasından hızla çeşitli devlet kurumlarda yolsuzluklarla savaşmak üzere bağımsız kuruluşlar oluşturuldu. Vatandaşların karşılaştığı yolsuzluklarla ilgili başvurabileceği kurumlar kuruldu. Amerika çürümeyi demokratik “denetle, dengele” mekanizmasını çalıştırarak aşıp, sivil haklara açılan, toplumsal evrimini yapabilen bir topluma dönüştü.
Türkiye’de 50 sene öncesinin Amerikası gibi yolsuzluğu çözecek bir irade sadece bir hayal. Amerika, eksik de olsa çalışan demokrasisiyle, güçler ayrımına yaslanarak, önceliği monoblok bir devlete değil kuvvetler ayrılığına ve denetime dayanan bir sisteme verdi. Türkiye ise tam tersi yönde giderek, eksik de olsa var olan kuvvetler ayrımını kaldırıyor.
İş burada da kalmayacak gibi gözüküyor. Sistemi deşifre eden her kaset otoriterleşmenin daha da ileri gideceğini işaret ediyor. Hatta yeni gündemin “pornografi”bile olabileceğine dair işaretler var. Ayrıca ayakkabı kutularından sonra çuval çuval para kaçırmalara sıra gelebilir. Her şey olabilir yani.
Gerçeği tam görmek için çürüme sürecinin diğer yüzünü pas geçmemek lazım. Devletin polise verdiği, vatandaşın vergileriyle satın alınan dinleme araçlarıyla polisin herkesi dinlemesi, ilerde kullanmak üzere kaydetmesi, hukuk dışı yöntemlerle askerin radikal unsurlarını hapse yollaması da bir yolsuzluktu.
Bu yüzden Gülen hareketinin siyaset dışı olduğu iddiası zayıfladı. Cemaat bundan sonra siyasetle ilişkisini net olarak ortaya koyup toplumla yüzleşemedikçe siyasallıktan kurtulamaz, sivil İslam’ı temsil ettikleri iddiası, demokrasi çağrıları da havada kalır.
Tabii Türkiye örneği Amerika’dan çok farklı. Orada gelişen sivil hareketlerin estirdiği dalgayı kesmek için asılsız karalamalar vardı. Oysa bizde yolsuzluk o kadar açık ve net ki, hükümet bile efelenmenin dışında bunları yalanlayamıyor. Ne var ki, gerçeğin kendisini gösteren kasetlerin dahi mücadelenin önceliklerine göre yönetilen bir enformasyon bombaları olduğu da gerçeğin ikinci katmanı.
Ayrıca anket sonuçlarının oynanmasında görüldüğü gibi hiç bir şey manipülasyondan muaf değil. “İstiklal Savaşı’nın verildiği bir ortamda “her yol mubah” artık. Siyasi, ekonomik yolsuzluk sürecinin büyük bir ekonomik krizle çöktüğü 2001’den 13 yıl sonra, ayakların çamura gömüldüğü yeni bir çürümenin zirvesindeyiz. 2001’de olduğu gibi aniden çökecek mi, yoksa zamana yayılarak ülkeyi iyice zehirleyecek bir çürüme mi bu, zaman gösterecek…
Ahmet Buğdaycı