Güncel

Türkiye’den S….. Olup Gitmek

Bunu isteyen insanlardan biri de benim.

Başlamadan önce söylemek istiyorum, Türkiye’nin hemen her şehrini dolaştım, her bölgesinde yaşadım, her yöresinden insan tanıdım ve Türkiye’ye dair çok şeyi biliyorum. Sadece Istanbul Türkiye’sinden bahsetmiyorum. O bir masal bence.

Eğer hiç yurt dışına çıkmamışsanız çok da koymaz Türkiye’de yaşamak, çünkü bildiğiniz tek gerçeklik Türkiye’dir. Diğer ülkeler ve oradaki hayatlar sadece televizyonda gösterilen ya da birilerinden duyulan ve bir çok insan için gerçekçiliği film kadar olan bir durumu teşkil eder.

Ve bu durumun iyi ya da kötü olduğunu anlamanız için kıyas yapabilmeniz gerekir.
Türkiye nasıl? Diğer ülkelerde yaşayan insanlar nasıl?

İçinde yaşadığınız süre boyunca bir çok olayı yadırgamaz ya da yargılamazsınız ve bu nedenle alışırsınız.

Sürekli elma verdiğiniz tavşanınızın armut isteyememesi ve elma ile yaşamaya, cır cır da olsa devam etmesi ve elmasını beklemesi gibi.

Mesela yaya geçidinin sadece dekor amaçlı olduğuna emin olmuşsunuzdur. Ehliyet almak için girdiğiniz trafik sınavında ya da yazılı bir sürü kuralın aksine dekordur işte yaya geçidi. Sonra bir gün size yeşil yaya ışığı yanarken araba çarpar. Hastanede gözünüzü açıp, hayatınızın hakkını aramaya çalıştığınızda, polisin olay için tutanak bile tutmadığını öğrenirsiniz. Ve size utanmadan “orada haftada 5 kaza oluyor, hangisinin tutanağını tutayım” diye cevap verir. Polis ki görevi halkı, yasayı, ülkeyi yani bu durumda beni de korumak olan kişi.

Bu olaydan sonra sadece yaya geçidinin değil, yaya ışığının ve polisin de dekor olduğunu fark edersiniz, günleriniz böyle devam eder.

Bir gün Erasmus sayesinde ilk kez yurt dışına çıkar, Slovenya gibi Avrupanın çok da parlak olmayan, minicik, küçücük, çoğu kişinin yerini bile bilmediği bir ülkeye gidersiniz.

Dışarı çıkmış arkadaşlarınızla buluşacaksınızdır, yolun karşısına geçip biraz yürümeniz gerekir yurttan çıkınca. Tam karşıya geçilecekken karşıdan bir arabanın hızla geldiğini fark edersiniz, ve trafik kazası sonucu oluşan korkunuzla yolun başında beklemeye başlarsınız. araç sizin geçeceğiniz yola bir iki metre kala durur, siz durursunuz, araç durur. “niye geçmiyor” diye düşünürken sürücüye bakarsınız ve onun da aynı bakışlarla size baktığını görürsünüz.

O an yaya bir insan olarak arabalı bir insandan daha değerli olduğunuzu anlarsınız. Dahası ‘gerçekten varmış ya trafik kuralları‘ dersiniz. Sonra böyle artist artist yavaşça geçersiniz, şoföre minnettar bakarak tabi bir yandan, çünkü Türkiye’de büyüyen biri için şoför yaya geçidinde yol veriyorsa bu minnet duyulması gereken bir davranışı teşkil eder.

Sonra ilk kez kadın olarak istediğiniz şeyleri rahatça giyebilmenizin keyfini yaşarsınız, mini etek giyersiniz kimse bakmaz, gece tek başınıza ve biraz sarhoş bardan dönmeye kalkarsınız ve kaybolduğunuzda insanlar size gerçekten sadece yol tarif eder. ‘İyi geceler‘ diler tabi bir de.

Ders aldığınız öğretmenler size kendi ülkenizdeki öğretmenleriniz gibi işkence etmezler, proje kağıtlarınızı yırtmaz ve size hakaret etmezler. Sizi mesleğiniz için yetiştirmeye çalışırlar, aynı zamanda iyi bir insan olmanız için. yaptığınız projeyi beğenmediğinizde sizi cesaretlendirirler, iyi bir meslekdaş olacağınızı söylerler, bunu yaparken size projenizdeki olumlu yönleri gösterir, bunun boş olduğunu değil, sizin dolu olduğunuzu anlatırlar. Ve hatanın tümünün sizde olmadığını anlarsınız. Ve bunu ne yazık ki ilk kez anlarsınız.

Size öğretmenlerinizin çiğnemiş olduğu özgüveninizi geri verirler, çok şey eksildiğini görüp gene de mutlu olursunuz.

İlk kez gerçek özgürlüğü yakalarsınız. Hem de yurdunuz bile olmayan bambaşka, size yabancı bir ülkede. Bu nedenle o ülke “kendinizi evinizde hissettiğiniz son yer” olarak kalır yüreğinizde.

Sonra aylar geçer, mevsimler geçer yaz gelir ve ülkenize dönersiniz.

Türkiye’de gerçekten de çok güzel denizler, dağlar, ormanlar ve belki içlerine inilse çok da iyi olabilecek insanlar var, ama ben Türkiye’ye döndüğüm için üzülmüştüm.

Okulunuza devam edersiniz, bir şeyin değişmediğini görüp, insanların egolarından sıyrılıp okulu bitirmeye odaklanırsınız. Sonra şartlarınızı daha iyileştirmek için yüksek lisans yaparsınız.

İlk işe başladığınızda size önerdikleri maaş tek başınıza sizin bir eve çıkıp geçinmenize olanak sağlamadığı gibi iki arkadaşınızla sikindirik bir eve çıktığınızda dahi karnınızı doyurmakta zorlanacağınız bir para olur.

Gene de bir yerden başlamak lazımdır ve işe başlarsınız.

Konuşulan mesai saatlerinin dışında da çalışırsınız ek ücret almadan, patronun azarlarını da dinlersiniz, zam almanız gereken zamanda bunu söylediğinizde atılma raddesine de gelirsiniz.

Bir yerde tak eder yeni bir işe başlarsınız, şartlarınız biraz daha iyidir, artık 3 kişilik çalışan evinizde istediğiniz tüm zamanlar olmasa da arada dışarıda para harcamaya da başlarsınız.

Aradan uzun yıllar geçmiştir, eviniz dediğiniz yeri özlersiniz ama artık o da bir hatıradan başka bir işe yaramaz.

Sonra bir gün mühendislik denklik sınavı gibi bir şey duyarsınız. Biraz araştırırsınız ve teknik öğretmenlere bir sınavla mühendislik yetkisi verileceğini öğrenirsiniz. Sınavın soruları yayınlanır, bakarsınız, LGS sınavlarından biraz hallice.

Sonra düşünürsünüz ben neredeyim‘ diye, ‘ne yaptım‘ ve neden yaptım‘ diye.

Küçüklüğünüzden beri en başarılı öğrenci olmaya çalışıp, bir çok sınavı atlatıp, dersanelere gidip, hayatınızı okullaştırdınız, ‘peki ne için? daha iyi bir gelecek, daha iyi bir iş, daha çok para‘; bu sayede hayatınızı harcadığınız yılların karşılığının değerini düşünürsünüz…

ÖSS günlerinden bahsetmiyorum bile, kullandığım antidepresanlardan, uykusuz gecelerimden, hayatsız yaşanmışlığımdan bahsetmiyorum bile….

Sonra sorarsınız ‘neden bunlar oluyor, nerede yanlış yaptım…’

Yanlış olan, bu ülkede doğmak sanırım, ve bu benim seçimim bile değil’ diye düşünürsünüz.

İşsizlik maaşıyla dünyayı gezmeye çıkan İsveçli gençler ile tanıştığınızda, Taksime bile zor çıktığınız akliniza gelir.

Güzel ülkemin en güzel yerleri zaten o yabancılar için tutulmuş, en iyi koylar onlara satılmış, en karlı yatırımları onlar yönetiyor, en iyi araziler onların, en iyi lokantalarda onlar yemek yiyor, isimleri türkçe bile olmayan tatilköylerinde tatil yapıyorlar.

Ben hiç gidemedim o tatil köylerine, çünkü 4 günlük ücretleri benim bütün maaşıma denk.

Bunlar olup biterken gezi parkı olayları başlar, ülkemin polisleri, ülkemin güzel insanlarına insanlık haklarına aykırı bir sürü şey yapar, ülkem polisleri kahraman ilan eder, karşıt her görüşe basın yasağı koyar.

O an böyle büyük bir olayı bile saklayan ülkenin sizden daha neler saklamış olabileceğini düşünürsünüz.

İnanır mısınız, ben düşündüm ve yok oldum.

Brezilyada ise benzer propogandalarda polisler direnişçilerle samba yapar. Taylandda benzer propogandalarda polis yetkisini bırakır.

Ama benim dağları, denizleri, ovaları ve içlerine belki biraz çokça inilse iyilik olan insanlarla dolu ülkemde polis günlerce nedensiz yere şiddet uygular.

Ekmek almaya giden çocuğu öldürdü Türkiye.
Ailesine basın yasağı koydu konuşamasınlar diye.

İşte o an hatıralarınız geri teper, insan olduğunuz günleri anımsarsınız, ve umarım da o geri tepiş size bir şeyleri değiştirme gücünü katar.

Ben artık bunu söyleyebilirim ki, bu ülke benim ülkem değil.

Hayatımın sonuna kadar yersiz yurtsuz olurum belki, ama insan kalırım.

kndkc

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu