Sürekli gözetilen toplumlarda demokrasiden söz edilemez. Demokrasinin en temel ilkesi, bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasıdır. İnsanların özgür iletişim hakkı da, buna dahil edilmelidir. Gözetlenen bir birey özgür değildir.
İnsanların özelini çalıyorsunuz, bunun adı düpedüz hırsızlıktır…
Yukarıdaki sözlere imza atanlar, dünya çapında, beş yüzü aşan bir gazeteci ve sanatçı topluluğu. İnsanın özelinin dijital alanda korunması gerektiğini, bugünkü yasaların bunu kapsamadığını, dünyanın yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu savunuyorlar. Amos Öz, Coetze ve Orhan Pamuk’ ta imzalayanlar arasında.
Kampanyaya, change.org/surveillance aracılığı ile isteyen herkes destek verebiliyor.
Her ne kadar şimdiki komünikasyon sistemleri ile rekabet edemese de, ‘kötü ve iyi haberin hızı’ diye bir şey vardı eskiden. Saniyesinde olmasa da, kulaktan kulağa gibi kolektif bir çalışma sonucunda, bir şekilde, gerekli bilgilere ulaşırdı insanlar. Bir tek kan grubumuzu bulundururduk yanımızda, acil durumlarda lazım olur da, belki de, hayatımızı falan kurtarır diye. Ondan gerisi, saldım çayıra, mevlam kayıra misali idi.
Şimdilerde her şey daha hızlı, saniyelik hatta, her bir teknolojiye sahibiz ama bunu en değerli haklarımızdan biri olan, ‘anonim olma hakkı’ ile takas etmiş durumdayız maalesef. Ha, seçeneğimiz yok mu, var tabi. Hem de iki tane.
Ya teknolojinin dışında kalacağız, ya da şahsi özgürlüklerimizden vazgeçeceğiz.
On iki eylülden sonra, bizde de, ilk olarak muhtara, evdekileri bildirme zorunluluğu geldiği gibi, Amerika da, yıkılan ikiz kulelerden sonra, önce kendi halkından başlamak üzere, tüm dünyayı terör tehlikesi ile korkutarak aklın almayacağı yerlere, birer çift göz, dörder de kulak yerleştirdi. Devletler kendi halklarını gözetlediler, Amerika da, hepsini.
Gözetleme olayının şu an dünya çapında entegre olması biraz da onların yüzünden. Ondan sonrası da çorap söküğü gibi geldi zaten.
İşin diğer bir yönü de, ekonomik tabi. Bizden ne istiyorlarsa, kuzu kuzu yaptık işte. Karşı koymak kimin haddine..
Bak, ne güzel resimler paylaşıyorsunuz dediler önce. Dünya ayağınıza geldi ayol. Ülkemizi ve siz değerli halkımızı koruyabilmemiz, daha iyi hizmetler sunabilmemiz, gak deyince su, guk deyince de yemek verebilmemiz için, öncelikle herkesin her şeyini bilmemiz lazım, dediler. Her şey sizin güvenliğiniz ve daha iyi yaşamanız için.
Verin, daha çok bilgi verin.
Hafızanız kötüye mi gidiyor, hiç üzülmeyin. Akıllı bilgisayarınız, dokunduğunuz her tuşu hepimiz için aklında tutacak.
Taşınıyor musunuz? Adres değişikliğini kurumlara bildirmenize gerek yok. Bunca işin gücün arasında bir de bununla uğraşmayın siz. Gidin, akıllı uslu oturun yeni evinizde. Biz belediye olarak, yeni adresinizi tüm devlet dairelerine ve polise bildirmekle yükümlüyüz zaten.
Ha, hesabınızdaki para miktarını tabi ki vergi dairesine bildirmek zorundayız. Tabi. Hem korkacak bir şeyiniz yoksa ne fark eder ki. Kara parası olanlar korksun. Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın alemi ne.
Yabancı değil, devlet bu sonuçta.
Haciz bürolarına, ‘onlar da borç yapmasalardı’ veya ‘yarası olan gocunur’ zihniyeti ile insanların çalıştıkları işyerlerinin adreslerini görme hakkı bile verildi burada. Ne yediğinizi, ne giydiğinizi, arkadaşlarınızı, nelerden hoşlandığınızı, hayat hikayenizi görmek meraklısının bir tuşuna bakıyor yani.
Devletten para alıyorsanız hele, özelinize saygı duyma isteklerinize gülüp geçiyorlar. Çat kapı, evinize gelme, nasıl yaşadığınıza bakma hakları var.
Yavaş, yavaş, damardan, aşıladılar bu koyverme fikrini. Her geçen gün, daha bir batar olduk sanal dünyaya ve ondan sonrası da, battı balık yan gider.. al gülüm, ver gülüm…
Striptiz misali, bir, bir, eğlendirerek.
Sonunda çırılçıplak kaldık işte.
Bakın, sokaklarda saldırılara uğruyorsunuz, sonra da gelip bize şikayet ediyorsunuz. Takalım her sokak başına birer kamera, bak bir daha suç işleyen oluyor mu, dediler sonra.
Takın, dedik.
Hem bu teknoloji ile şahide falan da hacet yok. Herkesin koltuğunun altına birer kaset, yallah, mahkemeye. Suç oranına bir etkisi olup olmadığı belli olmayan, ama kime çalıştığı gayet açık olan, kameralar var artık her yerde.
Ali İsmail Korkmaz ve Ethem Sarısülük davaları kayıtlarda ne olduğunun hiçbir öneminin olmadığına güzel bir örnek. Önemli olan, yasaları uygulayanların orada ne gördüğü.
Üç tane sıktım diyen bir polis için, o da tahrik etmeseydi deyiverirler adama. Üstüne gün bile verirler.
Sokağa yazı yazan bir bebeyi hapse tıkar, silahlı insanların bir çocuğu döve döve öldürme görüntülerinin üstüne kırk tane bilirkişi çağırırlar.
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama dijital dünyanın işin eğlenceli kısmını çoktan aşıp, Teksas’a doğru yol aldığının zaten herkes farkında sanırım.
Yeni bir şey mi bu dinleme, gözetleme olayı, hayır ama halkların insan olarak değil de, potansiyel birer zanlı veya tüketici olarak görülmesi, kişinin özelinin birtakım güçlerin eline geçmesi, amacını aşması, yeni.
İnsanların saklayacak, ya da açık, bir şeylerinin olup olmaması çıkış noktası olmamalı. Herkesin özeli, kendine özel, saklı, kalmalı. Çağa ayak uydurmanın bedeli bu olmamalı yani.
Hem haklar konusunda bu kadar bonkör olmaya hakkımız yok. Bizden sonrakilere bırakmak istediğimiz dünyanın kalitesi için gerekli bu.
Ölmeden, dijital anayasanın geldiği günleri görmek umudu ile…
Nafiye Gölbaşı