Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Türkiye’de artık hukuk sistemi ve yargının demokratik hukuk sistemiyle bağını kopardığını ve tıpkı kolluk kuvvetleri gibi hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sağlayan değil, engelleyen bir işlev gördüğünü ifade etti. Mevcut durumu demokrasinin katli olarak niteleyen Eminağaoğlu, özellikle meşru müdafaa kararı ile bir kez daha yaralanan hukuk sistemi-yargı ve iktidar ilişkilerini şöyle değerlendirdi:
“Gezi parkı nedeniyle karşılaşılan olaylar, ülkemizde demokratik toplum standartlarının ve hukuk devletinin hangi düzeyde ve nasıl bir ortam içinde yaşandığını, demokrasinin sadece sandığa indirgenmesi durumunda nelerin ortaya çıkabildiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Hak ve özgürlükler konusunda esas olan, bu hak ve özgürlüklerin teorik düzlemde geçerli kılınmaları değildir. Bunun ötesine de geçilerek hak ve özgürlüklerden etkin bir biçimde yararlanılacak ortam da var edilmelidir. Demokratik kültürün, demokratik toplum gereklerinin, hukuk devletinin korunması, yaşatılması ve ilerletilmesi de kaçınılmazdır. Yani demokratik hukuk devleti her boyutuyla, her kural ve ilkesiyle etkin kılınmalı, insanlık tarihinin ortak doğrularını kaynak alan hukukun üstünlüğü dışındaki hiç bir güce boyun eğilmemelidir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü gibi konulara ülkemizde yaklaşık otuz yıldır, bu demokratik hak ve özgürlüklerden etkin yararlanma nasıl olabilir anlayışı yerine, hep bir kaygı ile ve güvenlik boyutu öne çekilerek yaklaşılmaktadır. Bakış açısı böyle olunca da, bu hak ve özgürlüklerden etkin yararlanmanın söz konusu olduğu her yerde, kolluk müdahalesi adeta bu hak ve özgürlüklerin kullanımında karşılaşılan zorunlu bir evre durumuna dönüşmektedir. Bu ezber hiç bir biçimde bozulamadığı için hukukun üstünlüğü sözde kalmakta, karşılaşılan hep üstünlüğün hukuku olmaktadır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü konusunda devletin görevi; bu hakkın etkin kullanılacağı ortamı var etmeyi, böyle bir ortamı var etmek amaç ve görevi ise, somut gerekçeler eğer zorunlu kılıyorsa, toplantı ve gösteri yürüyüşünün gerçekletirildiği yerde, kolluk kuvvetlerini hazır bulundurmayı gerektirmektedir. Hazır bulunan kolluk kuvvetleri de bu anlayış içinde, hakkın kullanımına müdahaleyi değil, barışcıl, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasını sağlama bilinç ve göreviyle hareket etmelidirler. Yoksa kolluk kuvetlerini hazır halde bulundurmanın asıl amacı, bu hakkın kullanımını her an engellemeye hazır halde bulundurmak olmamalıdır!
Gezi parkı sürecinde kolluk kuvvetlerini hazır bulundurmak gerektiğinde, burada öne çekilmesi gereken amaç ve görev, toplantı ve gösteri yürüyüşünün etkin biçimde yapılmasını sağlamak olması gerekirken, kolluk kuvvetleri bu hak ve özgürlüklerini kullanan kitle ile karşı karşıya gelmiş, tam aksine bu hak ve özgürlüğün kullanılmasını güvenceye alan değil, engelleyen unsur olmuştur. İktidar, çok sesliliği hazmedemeyip, kendi sesi dışında bir ses duymak istemediğinden, iktidar gücü altındaki kolluk ta bu anlayışla hareket etmiştir.
Bu tablo içinde şu anda yargının verdiği reflesk de polisten farklı değildir. Demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan kişilerin, barışcıl, silahsız ve saldırısız boyutun dışına çıkmaları durumunda, ancak müdahale gündeme gelebilir ki, bu müdahalenin de öncelikle yeterli bir biçimde, daha sonra da orantılı bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Fiziki müdahale ancak son noktada yine orantılı olmak koşuluyla ancak gündeme gelebilir. Tam teçhizatlı, silahlı, donanımlı polisler karşısında, elinde özgürlüğü dışında hiç bir şeyi olmayan kişiyi değil de bu polisleri yasal savunma veya yasal savunmanın aşılması halinde gören bir hukuk sistemi ve yargı, demokratik hukuk sistemiyle bağını koparmış bir sistem ve yargı demektir. Bağımsızlığı için yeterli koşullar olmayan, ancak bağımsız olmak için de çaba sarfetmeyen yargı, her dönem de olduğu gibi, iktidarın bakışı doğrultusunda hukuka ve demokrasiye bu şekilde biçim vermeye devam etmektedir.
Çok sesliliği hazmedemeyen polis ve arkasındaki iktidar, hukuk devleti ilke ve kurallarını bir tarafa atarak, bu demokratik tepkileri baskılama yoluna gitmişlerdir. Hatta başbakan çıkarak, bu konudaki emri ben verdim diyebilmiştir. Hukuka veya yasaya uymayan emirlerle ilgili, yine konusu suç oluşturan emirlerle ilgili, hukuk devletinin kuralları işlese olacaklar bellidir, ancak şu an bu kurallar işlemediğinden söylenecek söz, bu kuralları işletecek ortamın varlığı için, “mücadeleye devam etmek” olmaktadır.”
29.6.2013 – Sol Gazetesi