Türban artık ilkokullara kadar girdi. “Kadınlar kahkaha atmasın, iffetli olsun” diyen açıkladı değişikliği.
Artık bize konuşmak düşmez. Belki tekmili birden vazifelerimizi yapamadık ama diyeceğimizi dedik.
Gücümüz, kalabalığımız elverdiği ölçüde okul önlerine biriktik, okulların imam hatibe dönüştürülmesine itiraz ettik, eğitim sisteminin gericileştirilmesine karşı çıktık.
Yalnızlaştırıldık, dayak yedik. Ne de olsa dini hassasiyetlere “dokunan yanar” bu memlekette.
Yanmak değil yalnızlık sorun. “Kadın özgürlüğü” ileri sürülerek meşrulaştırılan türbana dokunan aforoz edilir bu memlekette.
Artık biz susuyoruz. Ne de olsa bizim gericilik “takıntımız” var, “laikçi refleks” bizimki.
En masumumuz(!) “çocukluğumuzun o güzelim Müslümanlığını mahvettiniz” der en fazla. Bu sözleri bile “özgürlükçü solcuların” hışmına sebep olur. Dini gericiliğe, siyasal İslam’a dair ne söylesek ağzımızın payını verenler çıkar. Sünnilerin taleplerine methiye düzenler, bırakalım Alevilerin hassasiyetini, korkularını, endişelerini görmezden gelir. Ne de olsa Kemalist’tir onlar, hatta celladına âşıktır!
Sivas’ta öldürülürüz, Maraş’ta öldürülürüz, Çorum’da öldürülürüz, Madımak’ta öldürülürüz.
Turan Dursun katledilir, Uğur Mumcu katledilir, Bahriye Üçok katledilir, Muammer Aksoy katledilir.
Bu memleket neredeyse 70 yıldır sağ iktidarlar tarafından yönetilir, bu memlekette solcular, Aleviler kıyıma uğrar ama yine de sağcılar, İslamcılar mağdurdur. Türkiye sağının mağduriyete sığınması önemli değildir, önemli olan “özgürlükçü solcuların” bu iddianın ateşli savunucusu olmasıdır.
Dudağımız lâl olsun, bir daha söz söylersek; ağzımız kurusun, dilimiz dönmesin.
Biraz da onlar konuşsun.
“Özgürlükçü sol” ve “özgürlükçü laiklik” gibi garabetlerle sola onca yıl kaybettirenler, sol kavramının da, laiklik kavramının da içini boşaltanlarda söz sırası.
Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözüne karşılık, “Marks aynı zamanda dini, ‘kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı’ olarak görür” diyenler, Latin solunun kilise ile kurduğu ilişkiyi ve kilisenin nasıl muhalif olduğunu ballandıra ballandıra anlatanlar, “durum kötüye gidiyor, dini gericilik bu toprakların büyük sorunudur” diyenlere, sosyoloji kavramlarıyla örülmüş süslü yanıtlar verip gerçekleri boğuntuya getirenler, gericilikle mücadeleyi temel alan sosyalistlere “solculuk” dersi vermeye kalkanlar kürsü alsın.
Biz çekilelim ruhumuzun dinginliğine, onlar dizginleri ele geçirsin.
“Türban, kadın özgürlüğünün simgesidir” diyenler konuşsun.
”Türban meselesinin TBMM altında çözülmüş olmasından dolayı memnuniyetimizi belirtmek istiyoruz.” diye söze başlayanlar, “Türbana özgürlük kadın mücadelesinin başarısıdır” diye devam edenler ve Meclis’te türban kararını hararetle alkışlayanlar konuşsun, biz dinleriz.
Alkışladıkları kararla başlayan sürecin, türbanın ilkokullara kadar taşınmasına vesile olup olmadığıyla ilgili ne düşünüyorlar öğrenmek isteriz.
Çıkıp konuşsun, 4+4+4 sistemine, Kuran’ı Kerim’in ve Muhammet’in hayatının ders olarak okutulmasına Meclis’te parmak kaldıranlar.
İki çift laf etsin Kutlu Doğum Haftası düzenleyenler, Demokratik İslam Konferansı toplayanlar.
Bir şey söylesin “Allah’ın dinini yaşamak istiyoruz” pankartının altında basın toplantısı düzenleyenler, Kuran okuyarak seçim çalışması başlatanlar.
İslamcı partiyle, İslamiyet yarışına girenler, İslamcı adaylardan medet umanlar, gericilikle hesaplaşmak yerine gericilikle barışanlar da sözünü esirgemesin. Bilmek isteriz haldeki durumu nasıl değerlendirdiklerini.
Mektubuna, “Mümin kardeşlerim” hitabıyla başlayıp, “İslam gerçekten din adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmektedir. Hem dili hem de felsefesi sayesinde önemli bir evrensellik kazanmıştır. İslam’ın en adil, özgür ve demokratik geleneğini temsil ettiğimize dair en ufak bir şüphem yoktur.” diye bitirenler,
“Saygı değer Türkiye halkı; Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” diyerek gönderme yapanlar,
“Şu anda bize dayattıkları Allah’ın ve onun peygamberi Hz. Muhammed’in bize tevdi ettiği din değil, diyanetin, devletin dayattığı dindir.” buyuranlar,
“çok kimlikli, çok dilli, çok inançlı bir anlama sahip olan” Medine Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak “ümmetin yeniden inşasının zorunluluk olduğunu” beyan edenler,
Suriye ve Irak’ta İslam referans gösterilip sergilenen vahşetin “İslam’ın özüyle çeliştiğini” düşünenler ülkenin adım adım karanlığa sürüklenmesinde paylarının olduğunu düşünüyorlar mı açıklasınlar.
Türban Meclis’le başladı, kamu ve üniversitelerle devam etti, şimdi de ilkokullara kadar girdi. Konuşmak kime düşerse düşsün. Bize düşen, Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı damarını harekete geçirmek, ön safa geçmektir.
Inönü Alpat
http://inonualpat.blogspot.com.tr/