Henüz ilk nefeslerini alıp veriyor, biraz şaşkın ve yoklayıp emekleyerek yol alıyor. Konuşurken kekeliyor, baktığını tam göremiyor, sesleri kokuları başka şeyleri algılarken zorlanıyor…
Ama hepimiz biliyoruz, görüyoruz, O var. O’nun çekim alanına giriyor, dönüştürülüyor, yeni bir hayata çağrılıyoruz.
Gezi Parkı’nda aniden ve büyük bir patlamayla doğuverdi. “Merhaba, artık ben de varım” deyişi o kadar güçlü ve neşeliydi ki, bütün dünya duydu.
Doğabilmesi için önündeki güçlü-sert engelleri aşması gerekiyordu, aştı da. Belki de o sebepten, cesaret ve cüret doğuştan edindiği doğal yetenekleri.
Bir de neşe! Bolca gülüyor. Şiddete karşı kahramanca direnirken, etrafına neşe bulaştırıyor. Düşmanlarına kurşun yerine kahkaha atıyor.
Kimi kez ağır darbe alıyor, kanıyor. Dökülen kanı onu eğitiyor, doğduğu toprakta derinlere kök salmasının önünü açıyor.
Evet, yepyeni bir toplum doğuverdi.
Şimdi, büyüyor, yayılıyor, saçılıyor. Tartışarak, kendi dilini ve bilincini oluşturuyor.
***
Fırtına gibi geçen olağanüstü günler, tarihin olağan akışını değiştirdi.
20 günlük kısa bir sürede öyle şeyler yaşandı ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Eskisi gibi olanlara sürekli kendini dayatacak başka bir toplum hızla kendini var etti.
Tarih, arkasına aldığı bu günlerin kendisine verdiği ivmeyle artık daha hızlı, daha yoğun, daha sert akacak.
Gelecek, farklı olasılıklara her zamankinden çok daha fazla açık ve sürprizlere gebe.
Öyle günler başladı ki, iradenin etki gücü artıyor. Genellikle kendi bildiği gibi akan toplumsal tarih, şimdi toplumsal güçlerin etkisine daha açık bir yapıya dönüştü. Toplum, içinde oluştuğu tarihin akışını bükme gücü kazanıyor. Tarih ve toplum, o bükmenin ihtiyaç duyduğu gerçek potansiyellere her zamankinden daha fazla yaşam hakkı veriyor.
Nasıl bir toplum ve nasıl bir yaşam istiyorsak, şimdi tam zamanıdır; açıkça istemeli, o yönde davranmalı, idealleri sözden gerçek olgulara dönüşme sürecine yönlendirmeliyiz.
***
Gezi Komünü, herkesin-hepimizin elbirliğiyle oluşturduğu bir yaşam alanı, bir toplumsal gerçeklik, bir alternatif toplumsallık-yaşam biçimi olarak, işte orada!
Demek ki olabiliyormuş!
Bizlerin sürüklenerek içine atıldığımız gerçeklik, kaçınılmaz bir zorunluluk değilmiş!
Yırtıcı, öfkeli, gergin bir yaşam yerine; neşeli ve birbirine saygılı bir yaşam olabilirmiş. Bencillik yerine dayanışma, aşağılanma yerine onurlu bir kendisi oluş da mümkünmüş.
Demek hiçbir çıkar olmadan ve üstelik sadece yardım etmek için arkadaş olabilirmişiz.
Her şey parayla olmayabilirmiş. Herkes ihtiyacı kadarını tüketmeyle yetinebilirmiş.
Farklı etnik kimlikler, inançlar, düşünceler birbirini yok etmek yerine hepsinin ortak çıkarları zemininde bir arada dostça yaşayabilirmiş.
Kadınlar özgür olabilir ve o zaman her şey daha güzel olabilirmiş.
Toprakla ve ağaçlarla iç içe yaşanabilir, 3-5 ağaç için her şey göze alınabilirmiş.
Artık kimse yalnız değil. Artık biziz. Artık hepimizin ortak bir hikayesi var.
***
Gezi Komünü bir kez oldu. Aniden ve kendiliğinden geldi. Önündeki engelleri herkesi şaşırtan bir güçlü hamleyle aştı. Korkmadı, yılmadı, yorulmadı. Ayağa kalktı, kendisi oldu, dik durdu.
Gezi’yi oluşturan güç kendisini doğrudan ve eylemli olarak ifade eden halktı. Diktatörlüğe isyan etti ve ‘Özgürlük!’ istedi. İstemekle yetinmeyip fiilen inşa etti.
Öyle değil miydi? Özgürlük, orada her yere ve her şeye sinmemiş miydi? Nefes alınca, gülünce, yürüyünce, konuşunca ‘Özgürlük’ bir biçimde kendisini göstermiyor muydu?
İşte, aslında her şey çok basit: Halk ‘Özgürlük’ hedefine doğru bir hamle yaptı. O hamlenin içinde ‘Özgürlük’ bir anda parladı. Neşeyle gülümsedi.
Halk ve ‘Özgürlük’ bir araya gelince, onur ve dayanışmanın damgasını vurduğu bir toplumsal yaşam olasılığı, özgürlükçü-halkçı Komün biçiminde ortaya çıktı. Şimşek gibi her yeri aydınlattı.
Onu hepimiz tattık, hepimizi onurla doldurdu, yaşamaktan ve orada olmaktan mutlu olduk.
Komün bir kez kendisi olunca, kendisini herkese dayattı. Eğitti, eğitiyor; dönüştürdü, dönüştürüyor.
Herkes bilsin! Bu halk artık eski halk değil! Her şey yeni başladı.
***
Gezi Direnişinin Yaratıcı Öznesi Var Mı?
Erdoğan korkuyor. Korktukça saldırıyor.
O kadar çok konuşuyor ve suçluyor ki!
Hep bazı güçlerden bahsediyor. ‘Dış güçler’den ‘Faiz lobisi’ne,‘Darbeciler’den ’İllegal örgütler’e, ‘Koç Holding’den’ ‘Ayak takımı’na, sürekli yeni düşmanlar üretiyor.
Açık ki, panik içinde, saçmalıyor!
Peki, haksız mı? Değil.
Kendisinin zirvesinde olduğu yeni diktatörlük rejimine karşı bir halk ayaklanmasının farkında olduğu korkusundan anlaşılıyor. Günün sonunda iktidardan düşmek, hatta “halka karşı zulüm yapmaktan” yargılanmak da var.
Milyonlar, yorulmadan, yılmadan ve muazzam bir yaratıcılıkla sürekli yeni hamleler yaparak, güçlü dalgalarla üstüne geliyor.
Erdoğan aslında ne olup bittiğini iyi biliyor. Ama çıkış arıyor. Sürekli saldırarak korunmaya çalışıyor. Suçlu yaratıyor, kendi arkasına o ‘suçlulara’ öfkelenen bir yığınak yapmaya çalışıyor.
Evet, bir ‘suçlu’ var: Halk.
Erdoğan’ın diktatörlüğüne isyan ederek ‘Özgürlük’ hamlesi yapan, o hamleyle kendisini özgürleştiren halk.
***
Halk, ‘Yeter Artık! ‘ dedi ve içinden çıkan bazı özel toplumsal güçlerin öncülüğünde diktatöre isyan etti.
Peki, hangi toplumsal güçler öncülük yaptı?
Gençler. Ama hepsi değil. İlkin, işçi sınıfının en yeni parçasını oluşturan hizmet iş kolunun, özellikle de bilgi-işlem alanının çalışanları. İkincisi, üniversiteli ve liseli gençler. 80’li, 90’lılar.
Yoksullar, işsizler.
Kadınlar.
Aleviler ve Nusayriler.
Laikler ve Cumhuriyetçiler.
Doğayı sevenler. Ekolojistler.
Savaş karşıtları.
LGBTT bireyler.
‘Devrimci‘ ve ‘Anti-Kapitalist‘ Müslümanlar.
‘Duran Adam‘: Birey, bireyler.
Sanayi işçileri ve Kürtler.
İşte, toplumun içinden fırlayarak öne çıkan ‘suçlular’, ‘çapulcular’ bunlardı.
Öyle bir hamle yaptılar ki, herkes ‘artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diyebiliyor.
Özel bazı toplumsal güçler aniden öne fırladılar ve herkesi de öne çektiler, çekiyorlar.
Gidilen yeni ‘yer’ de özel.
Her şeyi göze alan bir ‘Özgürlük’ hamlesi, o hamlenin içinde özgürleşen bir halk var. Hamlenin ulaşılan zirvesinde ise, hızla oluşan, içindeki toplumsal güçlerin ağlarla birbirine dolanan mekanlarının ucu açık ve hareketli bir konumlanışı olarak, kendine-günümüze özgü bir ‘Komün’.
Evet, özgün bir Komün! Dikey değil, yatay ve kapalı değil, açık; oluşturduğu düğümlerle kendi dengesini sağlıyor.
***
Şimdi, önümüzde olan resim şudur:
Doğrudan eyleme geçerek ‘Özgürlük’ hedefine yürüyen özel bazı toplumsal güçlerin, ülke çapına yayılarak milyonları içine çeken ortak hareketinin içindeyiz.
Bu özel halk güçleri, ortak çıkarlara yönelen bir toplumsal eylem içinde birleşen özel bir ittifakı alanı oluşturdular.
Evet, bazı özel toplumsal güçler, alışılan yerlerinden öne çıktılar ve ortaklaştılar. Bu özel ortaklaşmanın, halk ittifakının, toplumun tümünde bir meşruiyet sağladığı ve umut yarattığı açıkça görülüyor.
Eylem, AKP’nin devlet şiddetiyle kısmen geri çekildiği, ama asla yenilmeyerek sadece zirvenin altına yerleştiği şimdiki aşamasında, parklarda ‘tartışıyor.’
Neyi tartışıyor?
Kendisinin ‘Ne?’ olduğunu anlamaya çalışıyor.
Ama şimdi ve burada tarih artık hızlı aktığı için, aynı zamanda ‘Ne Yapması’ ve ‘Nereye Yönelmesi’ gerektiğini de keşfetmeye çalışıyor.
Sadece bu da değil. ‘Örgütlenmesi’ gerektiğini de keşfediyor, ‘Nasıl Bir Örgüt?’ sorusunun cevabını da tartışıyor.
İttifak, güncel yaratıcı öznedir. Haziran isyanının ‘suçlusu’- yaratıcı öznesi, halk güçlerinin özel bir ittifakıdır.
Bu ittifak, önemlidir.
Demokratik bir Devrimin güncel ve özgün güçlerini ve nasıl hareket edebileceklerini gösteriyor.
Ama aynı zamanda, günümüze özgü bir sosyalizm hamlesinin ya da daha genelinde anti-kapitalist bir yönelimin ilk pratik hamlesi olma potansiyelini de taşıyor. Tartışıp yazdıklarımız, şimdi oluyor.
***
Nereye Gidiyoruz?
Haziran İsyanı, halk güçlerinin kendine özgü bir hareketi olarak ani bir patlama biçiminde ortaya çıktı.
Şimdi, iki sorun öne çıkıyor.
İlkin, Hareket, kendi özgünlüğünü ve gücünü anlamaya çalışıyor.
Açıktır ki, her şey çok hızlı akıyor ve küçük hataların büyük yenilgiler yaratabileceği bir momentum içindeyiz.
Hareketin kendini ortaya koyuşunun yapısı, biçimi ve gücü, ona olağanüstü ve tarihsel bir yönelimin temelini atma, misyonunu yüklenme ve ilk ivmesini verme görevini yüklüyor.
Yepyeni bir gerçeklik olarak, ‘Yeni Bir Toplum’ oluşuyor. Eski toplumun güçleri onu düşmanlaştırıyor, yok etmeye çalışıyor.
Şimdi, iki farklı toplumun bir arada yaşayacağı, yeni ve pek alışık olmadığımız bir tarihin içine girdiğimiz görülüyor. Eskilerin ‘İkili İktidar’ dediği durumun, günümüze özgü ve eskisinden farklı yeni bir biçimine girdiğimizi saptayabiliriz.
İkincisi, forumlarda en çok tartışılan konu: Nasıl örgütleneceğiz?
Öyle gözüküyor ki, iki örgütlenme biçimi iç içe geçecek.
Direnişin içine yerleşen eskiden gelen devrimci-demokratik örgütler uyum sağlayarak örgütlenmeye çalışacak, çabalıyorlar da.
Ve sonra, içindeki bütün güçlerin en doğal halleriyle-özgürce kendini ifade ettiği yeni türden bir örgütlenme de, Hareketin-Direnişin kendisi olarak-kendi çıkarları için-kendine en uygun biçimlerde örgütlenmesi olarak kendisini oluşturuyor.
Hareketin bir bütün olarak örgütlenmesi, akşam forumlarında, gün be gün, orasından-burasından, deneyerek-sınayarak inşa ediliyor.
Tıpkı Hareketin kendisi gibi, yatay ve ucu açık, sürekli kendini eleştirerek, sürekli yeniden kendisi olarak, hareketli ve saçılan biçimlerde, birbirine dolayımlarla bağlanarak iç içe geçen ağlar-düğümler biçiminde, ele avuca gelmeyerek ama var olarak, özgün bir örgütlenmenin oluştuğunu görüyoruz. Tıpkı Hareketin kendisi gibi, yatay ve ucu açık, sürekli kendini eleştirerek, sürekli yeniden kendisi olarak, hareketli ve saçılan biçimlerde, birbirine dolayımlarla bağlanarak iç içe geçen ağlar-düğümler biçiminde, ele avuca gelmeyerek ama var olarak, özgün bir örgütlenmenin oluştuğunu görüyoruz. Merkezi-bürokratik bir dikeyleşme yerine farklı odakların merkezi-iletişim tarzı öne çıkıyor. Birden çok merkez oluşuyor. Her yer merkezleşiyor.
***
Harekete yönelik politik müdahaleler kaçınılmazdır. Ama her türden hegemonya girişimi, ancak hareketin gerçekliği ve bütünlüğü ön kabulünden ivme alırsa, kalıcı ve anlamlı olabilecektir.
Hareketin gerçekliği önemlidir. Öylesine gerçek bir durum ki, kendisini anlayamayanı ya da küçümseyeni, tarihin kenarına süpürecek bir kapasite taşıyor.
Hareketin bütünlüğü önemlidir. Hiç kimse seçmedi ya da örgütlemedi. O toplumsal güçler kendiliğinden harekete geçtiler, siper-barikat yoldaşlığı yaptılar, ortak bir komün kurdular. Hareketin gerçekliği, masumiyeti ve neşesi biraz da buradan ivme alıyor. Anlamak ve hassas olmak gerekiyor.
Sanayi işçileri henüz özel bir hamle yapma işareti vermiyor.
Haziran isyanı boyunca, içindeki burjuva güçlerin etkisinde kalıp ‘dışarıda’ kalarak belki de kendi tarihinin en büyük siyasi hatasını yapan Kürt Özgürlük Hareketi ise, Öcalan’ın ve ‘Kandil’in müdahalesiyle olumlu yoklamalar içinde.
Oğuzhan Kayserilioğlu/ sendika.org
www.dunyalilar.org