Kültür-Sanat

Dostoyevski Üzerine Notlar (1): Hayatına bir bakış

“Evet, uzun yıllar bir arada yaşasanız bile, insanları tanımak çok zor.”[1]

Dostoyevski çocukluğumdan bu yana favori yazarlarımdan birisidir, hatta bir yazardan daha fazlasıdır. Onunla ilk kez kitap okumaya başladığımda insan davranışlarını ve hayatı tanımaya başlamıştım . İlkokul beşinci sınıfta onun kitaplarıyla tanışmıştım. Babam Rus klasiklerini severdi. Tüm kitaplarını, daha ergenlikte bitirmiştim. Ama şimdi yıllar sonra tekrar Dostoyevski üzerine kapsamlı bir makale yazmaya karar verince, onun tüm kitaplarını yeniden okudum. Tabi aradan yıllar geçtiği ve ben aynı kişi olsam da hayata daha farklı bir açıdan baktığımdan, onun yapıtlarına da eleştirel yaklaşıyorum. Ama bu onun, benim için dünyanın en önemli yazarlarından birisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çok sular akmış köprülerin altından o zamandan bu yana. Ama Dostoyevski hâlâ dünya edebiyatının devi olarak yerinde duruyor ve değerinden bir şey kaybetmek bir yana, giderek de yıllanmış bir şarap gibi değer kazanıyor.

Dostoyevski’yi okuyanların bir kısmı onu çok severler bir kısmı hiç sevmez, hatta nefret edebilirler. Böyle yazarlar vardır; sevenler çok sever, sevmeyenler nefret eder. Dostoyevski, işte o yazarlardan birisidir. Aslında ben kişisel olarak onun yazarlığın biraz ötesinde olduğunu düşünüyorum.

Dostoyevski’nin kitaplarındaki karakterler, köşeli, her hareketleri belirli, planlanmış karakterler değildir, belirsizdirler. Karakterlerin bir sonraki davranışlarının ne olacağını tahmin edemezsiniz. Coşkulu bir duygudan diğerine aynı anda savrulan, muhtemelen ki yazarının bile yazıp bitirmeden bilemeyeceği şekilde elden kayan kişiliklerdir bunlar. Bazı eleştirmenlerin dikkat çektiği gibi (Örneğin Zweig) onun kahramanları belirli keskin çizgilerle değil, ışık ve gölge oyunları ile ortaya konulmuş karakterlerdir. “Ne iyidirler”, ne de “kötü”. Ama sıradan ve acınacak durumda bazen coşkulu ruh hallerinde gidip gelen karakterlerdir

Balzac, Stendhal, Dickens’ta görülen “iyi karakterler” onun kitaplarında belirsizdirler. Daha doğrusu iyi ile kötünün karışımıdırlar. Bu adını saydığımız yazarlardaki planlayıcılık ve kendinden emin tavırlı karakterler yoktur. Tam tersine gel git ruh hallerinde kendinden hiçbir zaman emin olamayan karakterler vardır. Dostoyevski de edebiyatta kendi yerinden hiçbir zaman emin olamamıştır. Yaşamı kendine güvensiz ve özür diler gibi yaşamıştır. Bu mektuplarında açıkça görülebilir. Yalnızca ömür boyu sıkıntısını çektiği para sorunu değil, kaybettiği yakınlarının etkisi de onun üzerinde yıkıcı olmuştur. Ayrıca sara hastası olması, kitaplarına da doğrudan yansımıştır.

“Dostoyevski’nin kahramanları ancak yeni insanı doğurdukları zaman gerçek camianın içine girerler. Balzac’ta kahraman toplumu hâkimiyeti altına aldığı zaman zaferini kutlar, Dickens’ta ise sosyal sınıfa, burjuva hayatına, aileye, iş yaşamına iyice uyum sağladıktan sonra. Dostoyevski kahramanının hedeflediği camia sosyal bir camia değildir artık, bilakis dinsel bir camiadır, toplumun değil, dünya kardeşliğinin peşindedir.”[2]

Dostoyevski’nin kahramanları bir idealin peşinde koşarlar. Bu ideal evrensel kardeşlik idealidir birçok kitabında dile getirildiği üzere. Ama oraya varış yolu tartışmalıdır ve oldukça da bireyseldir.

Karamazov Kardeşler’de sık sık belirttiği gibi, “bütün insanlık uğruna ölmek isteyen”[3] kahramanlardır bunlar.

Dostoyevski’nin fikirleri ikirciklidir, gel gitler ve çelişkiler barındırır içinde tıpkı romanlarındaki kahramanların yaşadıkları gibi. Bu konuda Gide şunları söylüyor:

“Muhafazakâr ama gelenekçi değil, Çar’cı ama demokrat değil, Hristiyan ama Roma Katoliği değil, liberal ama ilerici değil, Dostoyevski kendisinden nasıl yararlanılacağı bilinmeyen bir kişi olarak kalmaktadır. Onda, farklı görüşlerdeki kişileri memnun etmeyecek yanlar vardır.” [4]

Gide’in bu konudaki düşüncelerine katılmamak mümkün değil. Onun dikkat çektiği çelişkili yan, Dostoyevski’nin ruhundaki temel çelişkilerden başka bir şey değildir. O, aslında ne olduğunu hep aramış, ama Nietzsche gibi hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamamıştır. Dostoyevski’nin özellikle “Ecinniler” de tartıştığı nihilizm aslında Rusya’ya özgüdür, zaten Nihilizm de bu ülkede filizlenmiştir.

“Rus nihilizmi, Avrupa’da 19. yüzyılın ortalarında popülerlik kazandı. Bu, birçok açıdan Rus yazarlarının yaratıcılığı ile bağlantılıydı. Nihilist düşüncelerin tanıtımında Dostoyevski’nin önemli bir yeri vardı.”[5]

Sibirya ise bu tarihte bir milattır.

“Biliyor musunuz, belki hayatımda işlediğim suç ve günahı – böyle bir hayat suç ve günahtan başka nedir ki? – unuturum Nastenka. Emin olun, öyle kederli, bunaltıcı anlarım oldu ki, ben de herkes gibi gerçek bir hayat yaşayabilecek miyim diye kuşkulanıyordum. O anlarda gerçek dünyadan ne kadar uzakta olduğumu, duygularımın körtendiğini hissediyor, kendime lanet okuyorum. Çünkü hayal dünyasında geçirdiğim gecelerin sarhoşluğundan ayılmak pek acıklı oluyor.” [6]

Hayatına kısa bir bakış

“Sadece insanlardan ve zalimlikten korkuyorum.”[7]
Dostoyevski

Hayatını eserlerine çok geniş ölçüde koyabilmiş bir yazardır. Hayatı da, gerçekten, duygulara derinden işleyecek, ruhta silinmez izler bırakacak acı, garip, etkileyici olaylarla dolu geçmiştir: Babası hekimdi; hastanedeki dairelerinde yaşarlardı. Fyodor orada doğdu, hastalar arasında, hastalıklar çevresinde büyüdü. Kendisinin karanlık ruhunda bütün bunların da kötü bir etkisi olduğu düşünülebilir. Dr. Dostoyevski, babası iyi bir hekimdi ama, kumara ve alkole çok düşkündü; sonradan Fyodor da babasının bu yolundan gidecekti. Fyodor Mihailaviç Dostoyevski Kasım 1821 ‘de Moskova’da doğdu. Çocukluğu babasının dar görüşlü, korkunç derecede sıkı baskısı altında pek mutsuz geçti. Ailenin kölelerinden biri Dr. Dostoyevski’yi öldürünce Fyodor 18 yaşında babasız kaldı. İlk sara nöbetini babasının öldürüldüğünü duyduğunda yaşadı. Bu olay onu derinden etkiledi. Daha sonraki yıllarda sara hastalığına tutuldu. Ömrünün sonuna kadar yakasını bırakmayan bu illet de onu içine kapanık, karamsar bir insan haline getirdi. Bununla birlikte, Fyodor Dostoyevski’nin bu ruh hali onun sanatını olumlu yönde de etkilemiştir. Yazarın duygulu ruhu bütün insanlara karşı derin bir acıma duymuş, gene bundan dolayı insan ruhunu incelemeye, ruhbilimle ilgilenmeye yöneliniştir. Dostoyevski 1843’te Petersburg mühendislik okulunu bitirdi, kamu kesiminde görev aldı. Yalnız, edebiyata, sanata karşı eğilimi onu çok geçmeden yazarlığa yöneltti.[8]

Moskova’nın kenar mahallelerinden olan yoksul sınıfların yaşadığı Marinsky Hospital’ın topraklarındaki bir evde büyüdü. O hastanede bahçesinde oyun oynarken, alt sınıfa mensup hastalarla da karşılaşıyordu sık sık.[9]

Belki de romanlarında sık sık görülen hasta karakterler o yıllarda hastane bahçesinde yaptığı gezilere aittir. Kitaplarında yer alan yoksulluk ve acı içindeki hasta karakterler, belki de çocukluğunda gördüklerinin bilinçaltından bir yansımasıydı. O edebiyatla erken yaşta tanıştı. Dadısı Alena Frolovna ona üç yaşından itibaren kahramanların öyküsünü içeren masal ve efsaneleri okuyordu.

Tam otoriter bir babanın kontrolünde geçen çocukluk yıllarında öğleden sonra 14-16 saatleri arasında siesta yapan babası Dr. Dostoyevski bu sırada gürültü yapılmasını katı surette yasaklamıştı. Fyodor abisi Michael ile aynı odayı paylaşıyordu.

Görüldüğü gibi kumar alışkanlığı ona babasından geçmiştir. Bazı insanlar Dostoyevski’yi kumarbaz, alkolik ve hastalıklı olarak adeta suçlarlar.

“Kişinin elinde zengin olmak için başka bir olanağı yoksa kumar, sözgelimi, ticaretten daha kötü bir şey mi acaba?”[10]

Ama bir de şöyle düşünelim: Eğer bu alışkanlıkları ve hastalıkları olmasaydı, Dostoyevski bu derece büyük bir yazar olabilir miydi? Onu biraz da büyük yaşadığı acılar, alışkanlıkları, zayıflıkları ve hastalıklarıdır. Onu her zaman Van Gogh’a benzetirim bu yüzden. Bunlar aşırı duyarlı bir sanatçı ruhuna sahip hasta insanlardır. Biraz da bu nedenle, bu durumu olağanüstü yetenekleriyle birleştirerek büyük sanatçı olmuşlardır.

“Dostoyevski, iflah olmaz bir kumarbaz olarak bin kez ölüp bin kez doğar.”[11]

Dostoyevski, özellikle babasından aldığı kumar tutkusu ile bir dönem kendisini, onu tüketen diğer tutkularının eline bırakmış  olması, onun romancılığını da biçimlendiren öğelerden olmuştur. Eğer bu yaşadıkları olmasaydı, o kendisi olmazdı zaten. Kuşkusuz övünülecek alışkanlıklar değildi, ama zaten “doğru” ve “yanlışlarımızın” toplamı değil miyiz hepimiz?

“Kusurlarının başıboş bir şekilde fışkırmalarına izin vermiş, içgüdülerini, suça yönelik olanlarını bile kısıtlamamış, yaşamaya bırakmıştır. O kusurlarını, hastalığını, kumarı, içindeki kötülüğü ve hatta şehveti seviyordu, çünkü o etin metafiziğiydi, sonsuzluğa yönelik bir haz istenciydi.” [12]

Dostoyevski teğmen derecesini elde ettikten sonra, o St. Petersburg Mühendisler Birliği’ne katıldı, 1843 yılında mühendislik çalışmalarını tamamladı. 1844’de Honoré de Balzac’ın San Petersburg’u ziyareti, Dostoyevski’ye onun bir yapıtını Rusçaya çevirme fikri verdi. “Eugènie Grandet” kitabını böylece Rusçaya çevirdi. 1845 yılında ordudan ayrıldı ve kendisini tamamen yazmaya adadı.

Nihilist bazı gruplarla da ilişkileri oldu.[13]

Maria Dmitrievna İsayeva ile, onun kocasının ölümünden sonra Şubat 1857 yılında evlendi. Daha sonra kitaplarını yayınlama izni aldı. Keskin bir şekilde nihilist düşünceleri  ve sosyalist idealleri, düşünceleri eleştirmeye başladı. Belki de bunda, kitaplarının yayınlanmasına yeniden izin verilmeyeceğinin korkusu vardı, kim bilir… Özellikle “Ecinniler” ve “Bir Yazarın Güncesi” kitaplarında buna benzer düşüncelerine yer verdi.

1860’ta Petersburg’a dönüşüyle birlikte verimli ve gene çalkantılı bir dönem başlar: fırtınalı aşklar, büyük üzüntüler (önce karısını ve daha sonra 1864’te kardeşi Michael’i yitirdi), ilk kez sürgündeyken ortaya çıkan ve hiç eksik olmayan sara krizi tehditleri, kumar tutkusu ve parasızlık. Büyük dergi çıkarma projesini gerçekleştirir: Zaman (1861, 1864’te yasaklanmıştır) , daha sonra Dönem.[14]

Dostoyevski, hayatı boyunca parasızlığın  ve yoksulluğun acısını çekti. Hatta ünlü bir yazar olduktan sonra bile (ki daha kitaplarını yazmadan yayıncılardan avans olarak alıyordu telif hakkını) hayatının sonuna dek parasız ve ekonomik sıkıntı içinde, borçlulardan kaçarak lanetlei bir sığıntı gibi yaşadı hayatını.  Yazarlığına herkesin saygısı vardı, ama kişiliğine değil.

Association Littéraire et Artıştıque Internationale, (Uluslararası Edebiyat ve Sanat Derneği)’nin onur kuruluna seçildi 1879 yılında. Bu derneğin üyeleri arasında Victor Hugo, İvan Turgenev, Paul Heyse, Alfred Tennyson, Anthony Trollope, Henry Longfellow, Ralph Waldo Emerson ve Leo Tolstoy da vardı.

Fakat Dostoyevski’nin 1881 yılındaki ölümüne dek bu borç sıkıntıları devam etti. Onun cenazesi büyük bir buluşmaya da tanıklık etti. Yazarlık itibarını hayatının son yıllarında tekrar kazanmıştı -borçlarına rağmen- ve özellikle Puşkin Konuşması onun prestijini ve tartışılmaz büyüklüğünü perçinlemişti.

Sağlığı giderek kötüleşti. 28 Ocak 1881 tarihinde tekrarlayan birbirini izleyen akciğer kanaması nedeniyle 9 Şubat’ta hayata gözlerini yumdu.

Cenazesine büyük katılım oldu ve layık olduğu saygıya uygun biçimde gömüldü. Bir gazeteciye göre cenazeye 100 bin kişi katılmıştı, yine 40-50 bin katılım olduğunu söyleyenler de vardı. [15]

 

İkinci evliliği ve Avrupa günleri

“Mümkün olsa da ayak izlerinizi öpsem.” Budala, s. 528.

Yayıncılardan avans aldığı için daha kitabı çıkmadan telif haklarını almış ve harcamış oluyordu. Bu nedenle yayıncılar ona bir an önce kitabı teslim etmesi için baskı uyguluyorlardı. Kendisi de bazı kitaplarını bu nedenle acele yazmak durumunda kaldığını ‘Mektuplar’ında itiraf eder. Anna Grigoryevna Snitkina ile 1867 yılında evlendi.

Karısı kendinden 25 yaş daha gençti, ama yazar kendisini belki de ilk kez mutlu hissediyordu onunla.  Borçlulardan kaçmak amacıyla Avrupa’ya yaklaşık dört yıl süren bir geziye çıktı eşiyle birlikte.   İlk kızları Sonya bebekken orada öldü, ikinci kızları Lyubov orada doğdu. Kızının varlığı Dostoyevski’yi yoksul yaşamında mutlu eden ender şeylerden birisiydi belki de.

Anna ve Fyodor

Anna, Fyodor Dostoyevski’nin “Kumarbaz” adlı kitabını yazma aşamasında onun yanında stenograf olarak işe başladı. Fyodor’un ikinci eşiydi. Ve evlendiklerinde onun borçları, kumar alışkanlığı ve çeşitli garip huyları nedeniyle büyük sıkıntılara da katlandı. Ama o eşinin yazar kişiliğine ve içindeki derinliğe inanan bir insandı. Hatta aralarındaki yaş farkına rağmen yazara tapıyordu. Anna aynı zamanda Rusya’nın ilk büyük pul koleksiyoncusu olan bir kadındı.

Anna’nın kitabında yazdığına göre[16], (Memoirs of Anna Dostoyevskaya) bir gün aralarında Dostoyevski’nin yeni öyküsüyle ilgili bir diyalog gelişti. Dostoyevski,’nin öyküsünde genç bir kız olan ve farklı bir kişiliğe sahip Anya, yaşlı bir ressamdan bir evlilik teklifi alıyor. Yazar, Anna’dan onun sorusuna kadın psikolojisi açısından yanıt vermesini istedi:

“Kendini bu genç kızın yerine koy. Tut ki ben de yaşlı ressamım öyküdeki. Sana evlenme teklif ettim. Ne cevap verirdin?”
Anna hiç düşünmeden şöyle der:

“Seni sevdiğimi ve her zaman da seveceğimi söylerdim.”[17]

Böylece Dostoyevski ile Anna evlenirler.

“O zamanki kişiliğimi göz önüne aldığımda evliliğimizin felaketle son bulması bana pek mümkün geliyor. Fyodor Mihayloviç’i hakikaten büyük bir aşkla seviyordum, fakat bu aşk, birbirine denk yaşlarda olmayı gerektiren fiziki bir aşk veya tutku değildi. Tamamen platonik bir aşktı benimkisi. Daha çok bir tapınmaydı, son derece yüksek ruhi değerlerle mücehhez mükemmel bir varlık karşısında secdeye kapanmaydı. Bütün hayatını yakınlarına adamış, sırf bunun için bile olsa sevgi ve ihtimam göstermesi gerekenler tarafından ihmal edilmiş; gün yüzü görmemiş mustarip bir adama karşı içten bir acımaydı benimki. Onun hayat yoldaşı olmak, yükünü paylaşıp hayatını kolaylaştırmak ve ona mutluluk vermek gibi hayallerim vardı; fakat o bunların da ötesinde benim tanrım, benim putum olmuştu. Sanırım bütün hayatımı onun ayakları önünde secdeye kapanarak geçirebilirdim. Ne var ki bütün bu yüksek duygu ve hayaller taarruza geçen katı gerçekler tarafından yerle bir edilebilirdi.”[18]

Anna, Fyodor’u büyük bir tutkuyla sevmiş ve ona her zaman bağlı kalmıştı.

“Ben Fyodor’u limitsiz bir şekilde sevdim, ancak bu fiziksel bir aşk ya da eşit yaştaki kişiler arasında var olabilecek bir tutku değildi.”[19]

İlk çocukları Sonya’nın ölümünden sonra ikinci kızları Lyubov doğdu. Daha sonra ise ST. Ptersburg’da Fyodor ve Alexey adlı iki oğullları daha oldu. Anna, eşi  Fyodor’un ona bazen şöyle dediğini yazıyor: “Beni hep anlayan tek kadın sen oldun.”[20]

Dostoyevski ve karısının yurt dışında geçirdiği yıllara, özellikle de ilk dönemlere, Dostoyevski’nin kumar alışkanlığı ve sara nöbetleri damga vurmuştur. Bunların her ikisi de çiftin büyük acılar ve sıkıntılar çekmesine neden oluyordu.

Daha önceki yurt dışı seyahatinde olduğu gibi, Dostoyevski rulet masasına karşı koyamıyordu. Maddi sıkıntılardan bunalmış ve yeni romanı (Budala) üzerinde çalışmaktan sıkılmış bir halet-i ruhiye içinde, Dostoyevski üst üste “son bir deneme” yapıyor ve maddi zorluklardan kurtulmak için hayatlarını kumara atıyordu.[21]

Hatta Anna’ya ait özel eşya ve eşyaları dahi rehine vererek, aldığı parayı kumarda kaybetti. Eşine karşı bu nedenle son derece mahçup  ve ezikti.

Sigmund Freud, Dostoyevski’nin kumara düşkünlüğünü, onun doğuştan gelen patolojik kendini cezalandırma arzusunun ifadesi olarak değerlendirir.[22]

Dostoyevski, son kez 16-28 Nisan tarihleri arasında Wiesbaden’de kumar oynar. Büyük oynar elindeki son kuruşa kadar. Tutkuları da, yazarlığı gibi  büyüktür.

“Küçük oyun oynayan birisi, bir filozofun yanında: ‘Küçük oynadıktan sonra kumarın ne zararı var!’ demiş. Filozof da: ‘Oyunun küçük olması tutkularınızın da küçük olduğunu gösterir.’ demiş.”[23]

Temmuz 1871’de Rusya’ya döndüklerinde ekonomik bir sıkıntı içindedirler.

Büyük borçlarını Peski’deki kiralık evleri satarak iptal etmeyi umuyorlardı, ancak bu nispeten düşük bir satış fiyatı ile sonuçlandı ve alacaklıları ile olan anlaşmazlıklar devam etti. Anna kocasının telif haklarıyla ilgili ve alacaklılara borçlarını taksitle ödemek için onerilerde bulundu.[24]

Dostoyevski ve eşinin kurduğu Dostoyevski Yayın şirketi, “Ecinniler” kitabını Ocak 1873’te yayınladı. Finans işlerine eşi Anna bakıyordu ve bu kitabın 3 bin kopyasını satmışlardı.

Anna eşinin ölümünden  sonra kendisini onun hatırasını yaşatmaya adadı. Bir daha evlenmedi.  Dostoyevski’nin el yazmalarını, mektuplarını, fotoğraflarını derledi, düzenledi. State Historical Museum’da eşinin adına bir oda düzenledi. 1918 yılında St. Petersburg’da hayata gözlerini yumdu.

Sürecek…

Erol Anar

Temmuz 2017

Paraná-Brezilya

 

Dipnotlar

[1] Dostoyevski: “Ölü Bir Evden Hatıralar”, İletişim Yayınları, 3. Baskı, 2010, İstanbul, s. 323.

[2] Stefan Zweig: “Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski”, Çeviren: Nafer Ermiş, Türkiye İş Bankası Yayınları, 16. Baskı, İstanbul, s. 105.

[3] Dostoyevski: “Karamazov Kardeşler,” İletişim Yayınları, Birinci Baskı: 2001, İstanbul, s. 787.

[4] Andre Gide: “Dostoyevski”, L-M Yayınları, Birinci Baskı: Nisan 2005, İstanbul, s. 43.

[5] Vadim Filatov: “The Nihilism of Dostoevsky”, https://v-filatov.jimdo.com

[6] Dostoyevski: “İnsancıklar”, Varlık Yayınları, İstanbul, 9. Basım, 1992s. 27-28.

[7] Dostoyevski: “Mektuplar”, Çizgi Kitabevi Yayınları, 2014, s. 60.

[8] Dostoyevski: “Kumarbaz”, Kibele Yayınları, Mart 1996, Istanbul, Çeviren: Timur Genç, İstanbul, s. 6-7.

[9] Breger, Louis (2008). Dostoevsky: The Author As Psychoanalyst. Transaction Publishers.ISBN 978-1-4128-0843-9.

[10] Dostoyevski: “Kumarbaz”, Kibele Yayınları, Mart 1996, Istanbul, Çeviren: Timur Genç, İstanbul, s. 20.

[11] Sealtiel Alatriste: “Dostoievski: Morir Mil Veces”, http://www.revistadelauniversidad.unam.mx

[12] Zweig, age, s.88.

[13] Serrano Martínez (2003), p. 357.

[14] Age, s.55.

[15] Kjetsaa, Geir (1989). Fyodor Dostoyevsky: A Writer’s Life. Fawcett Columbine.

[16]  Anna Dostoevsky: “Dostoevsky: Reminiscences”, (Also known Memoirs of Anna Dostoyevskaya) Liveright Publishing Corporation, First Published: 1977, New York, pp. 96–97

[17] Anna Dostoevsky: “Dostoevsky: Reminiscences”, pp. 96–97

[18] “Dostoyevski’nin Hatıraları”, Anna Grigoriyevna Dostoyevski,  İnsan Kitap, 2016, tanitim bulteninden.

[19] Age, XXIV.

[20] Anna Dostoevsky: “Dostoevsky: Reminiscences”, (Also known Memoirs of Anna Dostoyevskaya) Liveright Publishing Corporation, First Published: 1977, New York, pp. 384.

[21] Dostoyevski: “Budala”, Iletisim Yayinlari, 8. Baski, 2010, Istanbul, s. 9.

[22] “Dostoyevsky and Parricide”, Dostoyevsky. A Collection of Essays, yay. René Wellek, Englewood Cliffs, Prentice Hall, N.J., 1962, s. 98-11.

[23] “Kumarbaz”, s. 21.

[24] Frank, Joseph (2003) [2002]. Dostoevsky: The Mantle of the Prophet, 1871–1881. Princeton University pp. 14-63.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu