Yaşam

Kadının Adı Özgürlük

Duygu Asena`nın “Kadının Adı Yok” romanını okumuştum yıllar önce. Kitabı bitirdim ve dedim ki, “benim de adım yok ama bir adımın olması için mücadele edeceğim.”

Nüfus cüzdanındaki adım Nazan. Daha çocukken ben, “değiştireceğim adımı” dedim babama. “Hele bir dene, öldürürüm seni” dedi. Dokuz yaşından beri babam, akrabalarım ve nicesi, beni öldürmekle tehdit ettiler.

“Değiştirebildin mi adını?” diye soracaksınız. Hâlâ nüfusta Nazan yazmakla birlikte, tüm dostlarım, komşularım ve doğa, bana Eren diye sesleniyor. Kimlik benim için bir kağıt parçası ve orada yazan hiçbir şey umurumda değil; adım, dinim, ırkım…

Şimdi otuz altı yaşındayım ve üç yıl önce Eren diye bilinmeye, Eren diye sevilmeye, Eren diye kınanmaya, kötülenmeye ve umutlanmaya başladım.

Bir kapıcı dairesinde, kızım ve kedimle yaşıyorum. Kızımın adı Siya Roje, kedimin adıysa Bıdık. Kızım yedi yaşında ve nüfustaki adı Derya. Siya Roje adını kendisi seçti kızım. Sınıfındaki Kürt arkadaşına, “siz Kürtlerin Allah belasını versin” demiş bir idareci ve kızım hemen sarılıvermiş ağlayan cana Akşamüstü okuldan almaya gittim kızımı ve kızım bir çırpıda anlattı şahit olduğu faşizanlığı. O körpecik canla annesini eve davet ettim ve iki anne yüreciği, kızlarının elinden tutarak bize geldik. Kahve pişirdim, çay demledim ve uzun uzun dertleştik. Ben Çankırılıyım, Zeycen ise Iğdırlı. İlk kez evimize misafir oldu Zeycen ve kızı Ebrar. Kaynaşıverdik ve sokakta bir haftadır kimsesiz yaşadığını öğrenir öğrenmez evimize getirdiğimiz yavrumuz Bıdık`la çok iyi anlaştı Ebrar; fotojenik pozlar verdiler bize. Kızım dedi ki, “bana Kürtçe bir ad bulalım.” “Bulalım tabi” dedi Ebrar, “gel sana sarılayım” dedi Zeycen ve “sen yeter ki iste kızım” dedim ben! İnternete girdik; Kürtçe adları araştırırken, “Siya Roje olsun mu adın?” dedim kızıma. Anlamını sordu ve “günün gölgesi” dedim. Akşam iniyordu bizim ellere; kızım usulca yitiveren güneşe baktı pencereden ve dedi ki, “benim adım Siya Roje”… Kızım nasıl istiyorsa öyle hitap ediyorum ona; bazen Derya diyorum, bazen Siya Roje. Dilediği adları seçmekte ve benimsemekte özgür kızım; ben de merak ediyorum kaç adının olacağını, ne kadar çoğullaşacağını…

Dindar bir ailede büyüdüm; sızılı, tedirgin, yorgun bir büyüme…Namaz kılmak zorundaydım, oruç tutmak zorundaydım, başörtüsü takmak zorundaydım, Alevilerden uzak durmak zorundaydım…Çocukluk ve bir zaman sonra daha da ustalaştığım gençlik dönemimde aldığım önlemlerse şöyle oldu: Namaz kılarken dua okumazdım; kurduğum hayalleri anlatırdım mesela, ya da kederimi, isyanımı, özgürlüğe olan tutkumu mırıldanırdım. Oruç tutmazdım; kaşla göz arasında su içer, ekmek yerdim kalbim küt küt atarak. Başörtüsü için on yedi yaşıma kadar beklemem gerekti; evden, aileden, akrabalardan uzaklara, çok uzaklara gittim…Trakya Üniversitesi`nin iki yıllık bir bölümünü kazanmıştım; bana Edirne yolu gözüküyordu. Babam dedi “hele bir dene, öldürürüm seni!” “Öldür be!” diye bağırdım ona. “Liseyi okumak istediğimde de “öldürürüm” dedin. Öldürdün mü? Öldürmedin ama günlerce dövdün beni. Bir keresinde, akşam ezanından sonra gelmiştim eve. Sebebini bile sormadın; “arkadaşımı hastaneye götürmüştük, yoğun bakımda şimdi” diyemeden ben, “öldürürüm seni” dedin. Öldürdün mü? Öldürmedin ama katıksız hapis kararı aldın. Odada kilitli kaldım günlerce; saçlarım bitlendi saçlarım! Okul tiyatrosuna katıldığımı öğrendiğinde, “öldürürüm seni” dedin. Öldürdün mü? Öldürmedin ama okula gelip, herkesin gözü önünde yaka paça sürükledin beni! Sayayım mı daha? Şimdi de Edirne`ye gideceğimi söylüyorum sana! Şunu bil ki, öldürmezsen giderim!”

Kayıtların son günü, hatta kayıt süresinin bitimine yarım saat kala vardım üniversiteye. Bir aya yakın hastanede yatmıştım; kolum alçıdaydı ve neyse ki yüzümdeki morluk geçmişti…

Kaydımı yaptırdığımda başörtüsüzdüm. Annem, babam ve akrabalarım beni lanetlemişti artık. Yol parasını ve birkaç gün yetecek harçlığı arkadaşlarımın desteğiyle çözmüştüm. Hem çalışıp hem okudum iki yıl boyunca. Öğrenci işleri, malum; anketörlük, ürün tanıtımı ve kısa bir süre de kasiyerlik. Alevilerden uzak durmuyordum; ne güzel Alevi arkadaşlarım oldu Edirne`de. İlk kez sinemaya gittiğim, konser izlediğim ve aşık olduğum şehirdi Edirne.

Üniversiteden mezun olunca bir arkadaşımla İstanbul`a gittik ve bir otel resepsiyonunda işe başladık. Mesela, dinlenme saatinde uyuyamamış olsam bile, gecenin ikisinde güler yüzlü, zinde ve bir an bile dalgınlaşma hakkı olmayan biri olmak zorundaydım.

Ah bu zorunluluklar; bana bakınca meme gören, sevişilecek bir obje gören, tehditle, baskıyla, para pulla sahip olunabilecek bir meta gören erkek cinsiyetlerinden ne çok tiksindim bir bilseniz! Hiçbir zorunluluğa katlanmadım; bir çok işyeri değiştirdim ve birkaç şehir.

Otuz üç yaşında Eren oldum ben. Eşim, başka bir kadınla olan ilişkisini açıkladı bana. Dört yıldır evliydik ve bir kızımız vardı. Ben duyumsuyordum ilişkisini; kendisinin açıklamasını bekledim yalnızca. Teşekkür ettim kendisine ve boşanma prosedürlerini konuştuk. Sakinliğime çok şaşırdı; ne bilsin aylarca sürecek psikiyatri tedavisi göreceğimi.

Boşandığım gün adıma karar vermiştim; Eren`dim artık ben. Dinsiz imansız bir kadındım; ailesiyse, kızı ve kedisinden ibaret bir kadın…

Kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadındım; içtiği şaraba gözyaşı süzülen ve kızını her gece kendi uydurduğu masallarla uyutan bir kadın.

Boşandıktan sonra, yine çok ağır sıkıntılara katlanmam gerekti; ama Siya Roje, vicdanlı, özgür, cana kıymet veren bir çocuk olarak büyüyor…

Annem ve babam için namussuz olabilirim; ama kedim öyle düşünmüyor!

Bir adımın olması için ne çok emek verdim ve başardım bunu. Ben bir kadınım ve kadının adı var; Eren, direniş, özgürlük…

Kızım, yıllar sonra başarabildiğimi yedi yaşında kendi isteğiyle başardı. Kızımın adı Siya Roje! Günün gölgesi benim kızım; gölgesinde soluklandığım, dinlendiğim can güzelliği…

Devletin verdiği kimliği kaybettim; attım yıllar önce o kağıt parçasını. Bütün dogmalardan, bütün dayatmalardan ve bütün zorunluluklardan, daha çocukken bıkıp usanmıştım. Kendi kimliğimi buldum nice dayaklar yiyerek, nice bedeller ödeyerek, nice acılar çekerek. Hiçbir devlete, hiçbir dine, hiçbir ırka ve hiçbir erkeğe ait değilim. Özgürlüğüm ben;
Kadının Adı Özgürlük!

Kızım ve kedim anlıyor beni; anlayan nice canların olduğuna da eminim. Can olana, özgürlüğü duyumsayana, vicdanıyla yaşayana sevgi ve hürmetle…

Ergür Altan (erguraltan@gmail.com)

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu