Yaşammanşet

Mülteciler ve Korunaklı Kaçış Yolları

KORUNAKLI KAÇIŞ YOLLARI HAYAT KURTARIR

mülteci_avrupa_afrika


Bu resme baktığınızda aklınıza ilk gelen şey eminim Kızıl denizi ortadan ikiye ayırıp kendine yol açan Hz. Musa`dir. Fakat resimdeki, renkli tene sahip bir kadın ve elinden tuttuğu çocuğu. Bu resim bu sene Avrupa`da dünya mülteciler gününde kullanılıyor. Kurumların açıklamalarına göre 2018 yılında 68.5 milyon insan yaşadığı yerlerden kopup kaçış yollarına düşmüş durumda. Bunlardan yaklaşık 10.000`i Akdeniz`den Avrupa`ya geçiş yaparken deniz üzerinde botlarda, tırların içinde, boğularak can verdiler.Her sene 16 Haziran tüm dünyada mülteciler günü olarak etkinliklerle anılmaktadır. Mültecilik kavramı göçmen olgusu içinde kendine ayrı bir yer bulmakla yetinmemiş, göçmenliğin en acı veren boyutunu oluşturmuştur. 2. Dünya savaşının yıkımına cevaben Birleşmiş Milletler tarafından üye ülkelerin oy çoğunluğu ile 1951 yılında mülteci kavramı ve mülteciliğin koşulları Cenevre Mülteci Anlaşması’yla resmiyet kazanmış ve 1954 yılında 148 ülke tarafindan yürürlüğe konmuştur. Cenevre Mülteci Anlaşması ile ırkı, dini, etnik yapısı ve dilinden dolayı hayatı tehlike altında olan birey güvence altına alınması gerekirken, günümüzde denizlerde boğularak, tırlarda havasızlıktan ölüyor. Kadınlar geçiş yaptıkları ülkelerde tecavüze uğruyor. Binlerce kayıp çocuktan bahsediliyor. Bir savaşın yıkıcılığından kaçarken, ölüme başka yerde rastlamak hiç ama hiç adil değil. Ve bazı aileler yakınlarından yıllarca haber alamadıkları gibi ölen yakınlarının cenazesini dahi bulamıyorlar.İnsanin kendi eliyle, aklıyla var ettiği birçok şey gibi Cenevre Mülteci Anlaşması da bugünlerde kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçememiş bir durum sergiliyor.

Avrupa Birliğinin temel mülteci politikası, „benim kıtama gelmesin ama başına ne gelirse gelsin“ biçiminde. Bir kaç yıl önce, iç savaş halinde olan Libya gibi bir ülkeye mülteci kampları kurarak ve denetimlerini burada sürekli birbirleri ile çatışan aşiretlere bırakarak, mülteciler ölüme değil, ondan beter olan bir duruma, işkenceye maruz bırakıldılar. Eritrea`dan gelen bir genç 8 aylık bir yolculuktan sonra Libya`ya vardıklarında kendilerini bekleyen yaşam alanının, ölüm alanı olduğunu fark etmesi, dayak yerken bir dişini kaybetmesine neden olmuş ve asla unutamayacağı bir travmatik bir duruma dönüşmüş durumdadır.„

“Libya`ya vardığımızda, nihayet dört duvarı ve çatısı olan bir yerde uyuyabileceğimizi hayal ediyor ve seviniyordum. Bize mülteci kampı olarak bir yer gösterilmedi ve oradaki görevliler bizi ten rengimizden dolayı dövdüler. 40 kişi kendimize kalacak bir oda ayarladık ve mümkün olduğunca gündüzleri sokağa çıkmadık. Bizi görenler ya yüzümüze tükürüyordu veya eli silahli adamlar bizi dövüyordu. Oradan kurtulmanın bedeli denizde boğulmak olsa bile, muhakkak kurtulmalıydım. 8 ay boyunca çöllerde yürüyerek geldiğim ve çok acı çektiğim o anları bile özler olmuştum. En nihayetinde Italya`ya geldim ve artık bana hiçbir şey olmayacak, diye, sevinçten ağladım. Fakat ögrendim ki, Italya`da kalmamız mümkün değilmiş, eğer bizi yakalarlarsa tekrar Libya`ya göndereceklermiş. Bunu duyar duymaz ilk trene bindiğim gibi Isvicre`ye doğru ilerledim. İsviçre sınırına yakın bir yerde trenden inip yürüyerek sınırı geçtim, çünkü trende yakalansaydım beni Italya`ya göndereceklerdi, kanun böyleymiş. Isviçre`ye geçtikten sonra ilk işim iltica etmekti ve artık özgürdüm.“

Bunu yaşayan 14 yaşında bir çocuk. Annesiz, babasız yollara düşüp 1,5 yıl yollarda kalarak en son Isviçre`ye gelmiş. Ve inanın bu genç bir çoğuna göre çok şanslıymış, çünkü hayatta kalabilmiş. Kendisiyle tanıştığımda ergenliğin verdiği buhranlar, yeni bir kültüre adapte olma, dil öğrenme, aile özlemi, yaşadığı toplumda diyalog kuramama gibi bir çok krizi aynı anda ve tek başına çözmeye çalışıyordu. Ve en önemlisi iltica başvurusunun kabul edilip, edilmeyeceği henüz netlik kazanmamışken, bu durumun yarattığı belirsizlik, stres tüm duygu dünyasını tahmin edilemeyen bir kaosa sokuyordu.

Dünya mülteciler günü bu sene Avrupa Birliği`nin uyguladığı ölümcül mülteci politikasına karşı bir kampanyaya adandı. Avrupa`ya ana geçiş yolları tamamen mültecilere kapatılmış durumda. Geçiş ülkelerine sığınan mültecilerin asıl amacı daha güvenlikli ve daha güvenilir bir gelecek sağlayan refah ülkelerine gelmeleri, Avrupa Birliginin uygulamış olduğu bu yeni politika ile sekteye uğramış durumda. Ama insanlar sınırları aşarak yinede gelmeye çalışıyorlar. Mültecilerin geçiş yollarının daha korunaklı hale gelmesi için bazı sivil toplum örgütleri, bireyler çaba sarf etmekteler. Gönüllü bir çok insan Akdeniz`de botlarda olan mültecileri gemilere alıp, karalara getirmeye çalışıyor. Bazı gönüllüler bu yüzden 20 yıla kadar hapis cezası ile yargılanıyor. Araç olarak kullanılan gemilere el konuluyor ve para cezaları kesiliyor. Ama insanlar gelmeye devam ediyor. Ve gelmeye devam edecekler.

Avrupa`nın son 700 yıldır sömürmediği bir kara parçasının kalmadığını hepimiz biliyoruz. Yer altı- yer üstü tüm kaynakları kullanıp, insanları köleleştiren bu kıtanın insanlığa çok borçlu olduğunu söylemeliyim. Günümüzde savaşın yaşandığı ülkelere silah ticaretini kimlerin yaptığına baktığımızda, bu ticaret kanalı üzerinden ne kadar gelir elde edildiğini göreceğiz. Ayrıca çatışmaların olduğu yerlerde sağlık sektörününde iyi bir gelir kaynağı oluşturduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Dünyanın en büyük ilk dört sektöründen biri ilaç sektörü.

Devlet yönetimlerinde iyi insanların azınlıkta olduğu günümüzde sivil toplum örgütleri ve bireylere çok ama çok iş düşüyor. Neo-liberalizmin insanlığı dıştaladığı ve parayı merkeze koyduğu günümüz dünya siyasetinde hepimize düşen görevler var. Türkiye`de her bireye düşen görev ise kendi ülkelerinde yaşayan Suriye`li, Afganistan`lı ve başka ülkelerden gelen insanlara iyi davranmak olmalı. O coğrafyada yaşanan hiç bir krizin sebebi o insanlar değil. Bilakis dünya mülteciler komiserliğinden ve Avrupa Birligi fonundan milyarlarca Euro ödenek devlet kasalarına mültecilere yardım amacıyla aktarılırken, bu fonların nerelere aktarıldığına dair hesap veremeyen bir durumla karşı karşıyayız. Antep ve Urfa`da açtıkları bir kaç çadır kentle bütçenin buralara aktarıldığına ikna olmak kolay degil.

Savaşların yıkıcılığı kadar mülteciliğin ve kaçış yollarının da yıkıcılığı mevcut ve bu durumdan her birey kendi payına biraz sorumlu değil mi?


Arzu Güngör

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu