Çevre

Türkiye’de 1980 Sonrasında Siyasal Partiler ve Çevre: AKP Örneği

Türkiye’de 1980 Sonrasında Siyasal Partiler ve Çevre: AKP Örneği

Siyasal sistem içinde çevresel unsurlar çok önemli bir yere sahiptir. Her ülkede geçerli olan iktisadi sistem, siyasal rejimlerin ideolojisi, çevre sorunlarının siyasallaşma boyutunu etkilemektedir. Çevre sorunları ciddi bir sorun olarak algılanmaya başladığında siyasi bir nitelik kazanmıştır. Sanayi devriminden 20. yüzyılın sonlarına kadar çevresel sorunlar ihmal edilmiş ve üzerinde durulmamıştır. 20. Yüzyılın sonlarına doğru, çevresel sorunların ekonomi açısından önemli olduğu anlaşılmış böylelikle pek çok kişi ve bilim dalının ilgi alanına girmiştir.  Aslında çevre sorunları en başından beri siyasi niteliklidir fakat uluslararası politika metinlerine yansıması çok geç olmuştur. 1960’lı yıllardan bu yana tüm dünyada yoğunlaşan çevreci hareketler ve eğilimlerin yanı sıra Türkiye’de de gizlenmeyecek boyutlarda çevresel sorunların oluşması, siyasal partilerin programlarında “çevre”ye yer verilmesini zorunluluk haline getirmiştir.

Çevre sorunları, toplumsal bir olgudur. Gerek ortaya çıkışı, gerekse ciddi boyutlara ulaşması süreci itibariyle çevre sorunlarının temelinde bir zihniyet değişimi olduğu görülmektedir. Zihniyet değişimi bilim ve teknolojinin yanı sıra toplumu da biçimlendirmektedir. Dolayısıyla, çevre sorunlarının anlaşılması için sorunun öncelikle toplumsal nitelikli olduğu kabul edilmelidir.

İklim değişikliği küreselleşen dünyamızda karşılaşılan en önemli sorunlardan biridir. İnsan başat unsuru olarak gösterilen iklim değişikliğinin altında farklı nedenler bulunmaktadır. Türkiye’de gerek yerel koşulların değişmesi, gerekse dünyadaki küresel ısınma nedeniyle oluşan iklim değişikliğinin çeşitli sonuçları gözlenmeye başlamıştır. Bunun ötesinde Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri bakımından, riskli ülkeler arasında yer almaktadır. Bu durum, orman yangınlarında artışlara, çölleşmeye ve yağmur yağışlarında dengesizliğe yol açmaktadır.  Ormanların tahribatı ve yok edilmesi ise genelde insanların ormanlık alanları yakacak sağlama, yeni inşaat alanı yaratma gibi çeşitli nedenlerle yapılan çalışmalardır. Ormanların tahribatı iklimlerin değişmesi, kurak mevsim süresinin uzaması, su baskınları, erozyon, bitki ve hayvan türlerinin yok olması gibi birçok çevre ile ilgili sorunların ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden biridir (Baykal, 2008).

1980 sonrasında serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinin çevresel değerlere verdiği tahribat küçümsenmeyecek boyutlara ulaşmıştır. Yıllardan beri ülke ekonomisinde büyük bir yeri olmayan sanayi sektörünün güçlenmeye başlaması, bu yolda öncü bir rol oynaması istenen özel sektörün tamamen denetimsiz bırakılması, çevresel değerlerin hızlı bir biçimde bozulmasını da beraberinde getirmiştir. Bir anlamda, sanayileşme ve büyüme arzusunun plansız, çevreyi hesaba katmadan gerçekleştirilmeye çalışılması, özel kesimin çevreyi etkileyebilecek her türlü kararında serbest bırakılarak çevrenin ağır bir baskı altında kalması söz konusu olmuştur. 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbenin beraberinde getirdiği olağanüstü durumun toplumdaki çevre bilincini ve çevre hareketlerinin olumsuz yönde etkilediği söylenebilir. Yaşamsal önem taşıyan pek çok gelişmenin ardı ardına gelmesinin çevreyi ve sorunlarını arka plana atmasından, çevre konulu eylemleri gerçekleştirecek yurttaş girişimlerinin, diğer katılım unsurunun egemen olduğu tüm kurumlarla aynı kaderi paylaşarak bastırılmasından ve demokratik hak ve özgürlükleri kullanabilecek uygun bir ortamın bulunamamasından dolayı bu yıllarda çevre adına gerçekleştirilen eylemlerde artış beklemek pek gerçekçi olmamaktadır. Fakat tam tersine bu baskı ortamının çevrenin toplumsal yönlerine dikkat çekilerek siyasallaşma boyutunu etkilediği de gözden kaçmamalıdır. Çevre sorunlarının kitle iletişim araçlarında büyük ölçüde yer almaya başlaması; Çevre Bakanlığı’ nın kurulması, yasal düzenlemelerle hareket sınırları çizilen, birçok çevreci derneğin/vakfın ortaya çıkması, üniversitelerde çevre ile ilgili bölümlerin açılması, meslek odalarının çevre komisyonları kurması ve sonunda bir çevre pazarının oluşmaya başlaması hep bu sürecin bir parçası olarak belirmiştir. Ancak bu dönemde çevrecileri niteleyecek “yeşil” bir kimlik henüz oluşmamıştır. Bu yıllarda dönemin baskıcı, tüm kimliklerin gizlenmek zorunda kaldığı koşullarında sığınılabilecek en kolay, en güvenli dal oluşundan kaynaklı faaliyetler gösterilmiş, henüz korumacılık, doğa sevgisi, yeşile duyulan özlem gibi güdüler çevrecileri bu yolda yürümeye itmemiştir (Duru, 2002: 181-182).

Özellikle sanayileşme süreciyle birlikte yoğunluk kazanan çevre sorunları 1980’ lerden sonra bireylerin ve toplumların en önemli sorunları arasında yer almaya başlamıştır. Bu sorunları, bir insan hakkı ihlali olarak gören kimi birey ve topluluklar, söz konusu süreçle birlikte çeşitli eylemlerle tepkilerini belirtmişler ve belirtmeye de devam etmektedirler. Önceleri sadece sivil bir hareket olarak ortaya çıkan bu girişimler şimdilerde, dünyanın birçok ülkesinde siyasal bir harekete dönüşmüş bulunmaktadır (Ceritli, 2001: 213).  Türkiye’de çevre hareketinin yeşil düşünce çerçevesinde gelişebilmesi, bir başka anlatımla, çevre sorunlarının, ekonomi ve siyasetten soyutlanamayacağının anlaşılabilmesi için 1980’ li yılları beklemek gerekmiştir. Yeşiller Partisi’ nin de ortaya çıktığı bu dönem bir anlamda çevrenin siyasallaşmasını, simgelemektedir (Duru,2002:180). Önceleri yalnızca doğayı korumak ve kirliliğin önlenmesiyle ilgilenen çevre hareketi, artık çevre sorunları ile siyaset arasındaki sıkı ilişkiyi görmeye başlamıştır. Yeşiller Partisi’ nin de böyle bir yaklaşım değişikliğinin ürünü olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Çevre sorunları konusunda kitleleri harekete geçirmeye, toplumları bilinçlendirmeye çalışan parti, diğer yerleşik partilerin oluşumunda izlenen yoldan ayrılarak kendine göre bir yöntem geliştirmiştir. Yeşiller Partisi, insanlar arasındaki ilişkinin insan-doğa ilişkisinden bağımsız düşünülemeyeceğinden hareketle, demokratik bir toplumu amaçlayan siyasal bir kuruluştur.” (Parti Tüzüğü, m.1)  Parti, yalnızca çevre sorunları üzerinde durmayı, bu tür konulara belli bir ideolojinin penceresinden bakmamayı, ekolojiye zarar vermeyecek bir ekonomi politikası uygulamayı amaçlamaktadır. Parti içindeki görüş ayrılıklarının meydana getirdiği çatışmalardan dolayı 1994 yılında kapanan parti siyasal alana ilk kez çevreci bir partinin girmesi dolayısıyla, Türkiye’de çevre hareketinin gelişim sürecinde farklı bir aşamaya gelindiğini göstermiştir.

Türkiye’de siyasal parti programlarında çevre konularına yer verilmesine esas olarak 1980’li yıllardan sonra başlanmıştır. Bunun öncesinde 1976 yılında CHP Programında çevre ile ilgili bazı konular yer almıştır fakat çevre sorunlarının doğrudan parti programlarında yer alması 1980’li yıllara denk gelmektedir (Görmez, 1997:129). Türkiye’de genellikle sol yelpazede olan partiler çevre konusunda daha aktif ve kamuoyu oluşturmaya yönelik girişimlerde bulunmuşlardır.

AKP’yi Çevre Bağlamında Tanımlamak

AKP, tek başına iktidar olarak siyasi tarihimizin en rahat hükumet dönemini uzun sayılabilecek bir süre yaşamıştır. Katıldığı her seçimden oylarını arttırarak çıkan ve bu anlamda Türk siyasal yaşamında bir ilke imza atan AKP, aynı zamanda çeşitli politika söylemleriyle Türkiye’nin hemen her bölgesinden oy alan, bu haliyle sınıfsal ve etnik bölünmeleri aşacak ve iktidarın sınıf karakterini bağımlı sınıflar nezdinde silikleştirmeyi mümkün kılacak doğrultuda popülizmin tüm aygıtlarından yararlanmıştır (Yıldırım, 2009:71).

AKP döneminde küresel dünyayı tümüyle değiştirecek birçok siyasal ve sosyal olaylar da olmuştur. Bu kadar yıl iktidar koltuğunda oturmak hangi parti olursa olsun onu ‘iktidar yorgunu’ yapar.  Ülkenin pek çok meselesinde AKP Hükumetinin yorulduğu görülmektedir. Kendi içindeki ayrışmalar açısından da kritik bir noktada olan AKP Hükumetinin asıl iflas ettiği nokta çevreye olan duyarsızlığıdır. Nitekim Türkiye hiç bir iktidar döneminde bu tahribatı yaşamamıştır. Türkiye’nin her yerine hava limanı  sanayi arazileri, maden aramalar, HES’ler, yüksek binalar, yollar, alışveriş merkezleri vs… yapılması sonucu binlerce ağaç kesilmiştir. Ekonomi, uluslararası ilişkiler gibi konularda kimi zaman değişken politikalar izlese, kimi zaman şaşırtıcı çıkışlarda bulunsa da, partinin çevre politikası konusunda izlediği yön, aldığı tutum hiç değişmemiştir. Bu duruşu şöylece özetleyebiliriz: AKP’nin çevre politikası ve doğal varlıklarla kurduğu ilişki, AB giriş sürecinin gerekleri, zorunlulukları ile parti tabanının beklentileri, istekleri arasında sıkışıp kalmıştır. Bundan dolayı da düzenli aralıklarla, çevreyi koruyucu yönde hazırlandığı izlenimi veren, başlığında çevre korumaya ilişkin göndermeler bulunan ve içinde mutlaka “sürdürülebilir kalkınma” sözünün geçtiği bir düzenlemeyi gündeme taşımakta ama sonradan ya birkaç maddeyle yasa metnini sulandırmakta ya da ilk başta görülmeyecek biçimde sermaye lehine boşluklar yaratmaktadır

1986‘da meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının Türkiye üzerinde de yıkıcı etkilerinin bulunması, nükleer santrallerin gündeme gelmesini sağlamıştır (Özdek, 1993:184). Nükleer enerji insanlık için, çevre için felaketli sonuçlara neden olan enerji türüdür. Nükleer enerji bugün ki teknik ile güvenli bir enerji türü değildir. Nükleer santrallerde kazaları önlemek günümüz tekniği ile mümkün değildir. Nükleer enerji çevre açısından çok önemli risk taşımaktadır. Nükleer santralin sızıntı yapması ya da olası bir kaza, çevreye Çernobil’de de görüldüğü üzere muazzam zarar vermektedir.

Yenilenebilir, çevre ile uyumlu enerji kaynakları açısından zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Yani nükleer enerjiye, fosil yakıtlara muhtaç değiliz. Güneş, rüzgar, jeotermal, bio gaz, hidrojen vb. yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji ihtiyacını kat be kat karşılamak mümkündür. Bu mümkünlüğün üretimin amacının kar olduğu bu düzende gerçekleşmesi söz konusu dahi olmamaktadır.

Bu olguyu kanıtlayan gelişme Sinop ve Mersin’de kurulması planlanan 5 bin megavatlık santraller için Türkiye’nin büyük holdingleri ile uluslararası enerji şirketlerinin hayalleri gerçekleşmiş olmasıdır. AKP’nin ilk iktidar döneminde Meclis’ten geçirdiği ancak 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderilmiş olan bu yasa ikinci iktidar döneminde uygulama alanı bulmuştur.

Tek taraflı ben yaptım oldu anlayışıyla sermaye sahipleri tarafından yapılan işlerin yarattığı zararların katlanarak arttığını geçmişteki örneklerden ve günümüzdeki uygulamalardan görmekteyiz. Buna bir diğer örnek Kaz Dağları’ndaki maden arama faaliyetleridir.

Kaz Dağları Türkiye’nin bitki örtüsü, ormanları, akarsuları, antik ve tarihi özellikleriyle en önemli doğal alanlarından biridir. Kaz dağları bunların yanında kapitalizmin fedailerini adeta kışkırtan bir özelliğe daha sahip. Kaz Dağlarındaki altın rezervinin 250-300 ton olduğu ortaya konulmuştur. 2000 yılından itibaren 11 firmanın, 37 ayrı noktada altın madeni bulmak için yürüttüğü sondaj çalışmaları sonucu çamları kesilmiş, kayaları patlatılmış, içi oyulmuştur. Bunun karşılığında altın madeni işletecek firmaların devlete çıkarılan altının yüzde 2’si kadar vergi vereceği kararlaştırılmıştır. Uzmanlar, 10-15 yıl faaliyet gösterecek madenlerin yaptığı tahribatı gidermek için harcanacak paranın, altının getirisinden çok daha fazla olacağı bu durumda, çokuluslu şirketler çıkardıkları altından devasa karlar elde ederken, onların yol açacağı tahribatın faturası devlet tarafından, artan vergiler vb. yoluyla yine işçi sınıfına ve yoksul köylülere kesileceği görüşündedir. Çok uluslu sermayenin programlarını uygulamasına Türkiye’de ön ayak olan AKP hükümetinin insan ve doğa kaynaklarını yağmalamasını önleme girişimine rastlanamamaktadır. Yapılan kanunlar, tek gecede çıkartılan yönetmelikler ve maden arama sonucu açığa çıkan tahribatlar bu olguyu kanıtlar niteliktedir.

Ayrıca AKP’nin parti programında Çevre bölümünde yer alan; Türkiye, ne kendi ürettiği ne de başka ülkelerden ithal edilen çevreye zararlı atıkların mezarlığı olmayacağı. Çevreyi kirleten hiçbir kalkınma ya da üretim modeline müsamaha gösterilmeyeceğini (AKP Parti Programı) belirten politikası ile de çeliştiği bu uygulamalarla ortaya konulmaktadır.

Yapılan maden aramaları sonucu Kaz dağlarında 47 çeşit endemik bitki türü, milyonlarca ağaç, zengin doğal bitki örtüsü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca altın arama sırasında kullanılan siyanürün yeraltı sularına ve baraj sularına karışma riski de çok yüksektir. Bu girişimlerin, başta Maden Kanunu olmak üzere milli park, korunaklı alan, önemli bitki alanı değerlerine bakmaksızın, her yerde maden arama ve işletme ayrıcalığı tanıyan sürdürülebilirlikten uzak politikalardır. Kapitalizmin temel dinamiği olan kar güdüsü ile doğal çevre ve tarihi kaynaklar gözetilmeden Türkiye’de 100.000 km kareden fazlası maden arama ruhsatı verilerek, 20 kadar Amerikan ve Kanadalı şirketin kullanımına terk edilmiş bulunmaktadır (Radikal, 15 Ekim 2007).

Bir dönem kalkınmanın en önemli araçlarından biri sayılan barajların sürdürülebilirliği, olumsuz sosyo-ekonomik ve çevresel etkileri üzerinden tartışılmaktadır. Binlerce yıllık tarihi ve kültürel öğeleri barındıran Hasankeyf ve Allionai’ nin baraj suları altında kalması soruna başka bir boyut eklemektedir. Bergama köylülerinin siyanür ile altın çıkarılmasına karşı çıkışları ve sürdürdükleri hukuk mücadelesi uzun bir süre devam etmiştir. Yaşam alanlarını tehlikeye atan vahşi madencilik Artvin’de, Kaz dağları’ nda, Uşak’ta ve daha birçok yerde çevre halkının, uzmanların ve aktivistlerin protestolarıyla karşılaşmıştır. Türkiye’nin çevre sorunları kısaca bu şekilde sıralanabilir (Baykan, 2008).

Çevre konusunda vatandaşlardan gelen her türlü şikayet dikkatle inceleneceği çevre konularında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ile işbirliğine gidileceği, çevre sorunlarının çözümünde vatandaşların insiyatif alması teşvik edileceği (AKP Parti Programı) belirtilen bir politikasında da AKP Hükümetinin vatandaşını ne kadar önemsediği ve şikayetlerini incelediği, barajı istemeyen halkın anarşist ilan edilmesinden anlaşılabilmektedir. Yaşayacakları olumsuzların farkına varıp barajın yapılmasına engel olmak isteyen binlerce insan olmasına rağmen bu kesimin söylediklerine kulak asmayan AKP Hükümeti sayesinde Şubat 2008’de baraj inşaatına başlanmıştır. Hükümetin yaptığı çalışmaların canlıların ve tarihi alanların değerine bakılmaksızın sadece kar amacı güden yerli ve yabancı birçok şirketin amacına hizmet ettiği açıkça görülmektedir. Bakanlık, daha önceki yıllarda planlandığı gerekçesiyle yaratacağı olumsuzluk devasa boyutlara ulaşan proje ÇED sürecinden muaf tutulmaktadır.  Ilısu Barajı’nın sular altında bırakacağı Hasankeyf’teki tarihi eserlerin, bölgenin birkaç kilometre uzağında ‘Kesmeköprü’ adlı köye taşınması planlanmıştır. Bu nedenle, devlet önce köylülerden arazilerini satmasını istemiş. Razı olmayan köylünün mülkü, Bakanlar Kurulu kararıyla 2008’de kamulaştırılmıştır (Radikal,14 Şubat 2010).

Tüm bu yaşanan gelişmelerin genel değerlendirmesini yapacak olursak yürüttüğü faaliyetler doğrultusunda ve parti programındaki alanı dolayısıyla AKP Hükümetinin Türkiye’nin çevre sorunlarının çözümüne katkı sağlayacağını düşünmek oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır. Unutulmaması gereken en önemli konu, yasa ve yönetmelikler ile doğanın yönetilemeyeceğidir. Doğa ile barışık yaşayabilmek piyasacı kurallar ile değil doğanın kurallarına göre olmaktadır.

Zehra KURT

KAYNAKÇA

BAYKAL, Hülya 2008, Küreselleşen Dünya’da Çevre Sorunları, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, s.1-17

BAYKAN, Barış, G., 2008, Türkiye’ de Çevre: Sorunlar, Aktörler ve Yeni Alanlar, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve  Toplumsal Araştırmalar Merkezi Araştırma Notu 085.

CERİTLİ, İsmail, 2001, Çevreci Hareketin Siyasallaşma Süreci, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 25 No: 2 s.213-226.

DURU, Bülent, 2002,  Türkiye’de Çevrenin Siyasallaşması: Yeşiller Partisi Deneyimi Mülkiye Dergisi, Sayı 236, Cilt:26, s. 179-200.

GÖRMEZ, Kemal, 1997, Çevre Sorunları ve Türkiye, Gazi Kitapevi, Ankara.

MUTLU, Ahmet, 2008, “ Çevre Politikası Bakımından Siyasi Parti Programları Üzerine Bir Değerlendirme,” İnsan, Doğa ve Toplum Üzerine Yazılar

ÖZDEK, Yasemin, 1993, İnsan hakkı olarak çevre hakkı, TODAİE, Ankara.

YILDIRIM, Deniz, 2009, AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu içinde “AKP ve Neoliberal Popülizm”,  (Der: Bülent DURU, İlhan UZGEL) , Phoenix Yayınevi, Ankara.

AKP Program ve Tüzüğü,                                                                (20.03.2012)

Yeşiller Partisi Program ve Tüzüğü,                                                (20.03.2012)

Radikal, 15 Ekim 2007                                                                          (04.05.2012)

Milliyet, 31 Ekim 2010                                                                         (09.05.2012)

Cumhuriyet, 4 Ağustos 2011                           (09.05.2012)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu