Arkadaşım ve birçok dağ faaliyetinde partnerim olan Arda ODABAŞIOĞLU Kurban bayramında Ağrı’ya gitmekten bahsediyor. Mutlaka katılacağımı ve Klüpten (DAG, Doğa Aktiviteleri Grubu) 3 kişinin daha gelebileceğini söylüyorum. Organizasyon netleştikçe Zirvedak’dan ve Ktudaks’dan katılımlar olduğunu ve toplamda 19 kişi olacağımızı öğreniyoruz.
Hazırlıklar, yazışmalar, planlamalar ve nihayet çesitli yollarla Ağrı Doğu Beyazıt’ta buluşuyoruz (15 Ocak 2005 Cumartesi) otele yerleşme.
Pazar günü planladığımız faaliyet başlangıcını arkadaslardan (Yenal) birinin gelememesi nedeniyle Pazartesi’ye erteledik.
Katılan kluplerden temsilciler belirlemeye ve faaliyetin bundan sonraki kısmında bu temsilciler aracılığıyla iletişim ağı kurmanın daha doğru olacağına karar veriyoruz.
Büyük başkanımız (Nezihe CANTİMUR) DAG’ın temsilcisi olarak beni uygun görüyor,
Temsilciler ve Faaliyetin rehberi ve organizatörü arkadaşımız İbrahim Akçay’la akşam toplantı yapıyoruz. Faaliyet sorumlusu seçiliyorum ve ödül olarak iplerden birini taşıma görevini üstleniyorum:)
Teknik malzemeleri paylaşıp grupların genel yapısıyla ilgili fikir alışverişinde bulunuyor ve detay programı (değişikliğe uğratma hakkımızı da saklı tutarak) dökuman haline getirip otel’in lobisinde duyuruyoruz. Artık detaylar hazır, tek yapmamız gereken 1 gün bekleyip planı harekete geçirmek.
Pazar(16 Ocak 2005) gune guzel bir kahvaltıyla başlıyor ve sonra İshakpaşa sarayına gidiyoruz. Murat AKAY’ın oldukca bilgilendirici rehberliği eşliğinde sarayı en ince ayrıntısına kadar geziyoruz. Daha önce geldiğim halde konu hakkında ne kadar bilgisiz olduğumu Murat anlattıkça daha iyi anlıyorum.
1800’lü yıllarda yapılan kanalizasyon ve ısıtma sistemini, harem odalarını, mutfak inşasındaki incelikleri, Paşamızın süper manzaralı tuvaletini, güneşle çalışan saat sistemini ve daha birçok detayı öğreniyoruz.
İçimizdeki keçiyi biraz daha ortaya çıkarıyor ve sarayın karşı yamaçlarına kurulan ve askerler için olduğu söylenen camiye ve daha yukarıdaki surların olduğu bölgeye tırmanıp askeri yaklaşımla muhtemel nöbetçi yerlerini ve saldırma ya da saldırıya maruz kalma bölgelerini tartışıyoruz. Fotoğraflar çekip aşağıya iniyoruz.
9 yaşındaki Abdullah’ın çobanlığında bir koyun sürüsünün yanındayız, Abdullah üşüyor, kafasında ince bir tulbent basortusu var, montunun fermuarı bozulmus ve ortadan çengelli iğneyle tutturulmus, soğuktan burnu akıyor. Çocukluğumu hatırlıyorum, üşüyen küçük ellerimi ve soğuktan kıpkırmızı olan yüzümü, koyunların başında türküler söylediğimi ve zamanın geçmesi icin kendi kendime uydurduğum ve oynadığım tek kişilik oyunları, varlığına inandığım ve bana yardım edeceğine guvendiğim tanrıyla yaptığım pazarlıkları (şimdi gözlerimi kapatıyorum ve bana kalem defter getirmeni bekliyorum, hadi bana bisiklet çıkar, gozlerimi açıyorum ne defter kitap ne de bisiklet var, inancım biraz kırılıyor ama sonra unutuyorum…)
Burada olmaktan hepimiz mutluyuz, bunu hissedebiliyorum. Abdullah’la vedalaşıp otele kadar (yaklaşık 8 km) yürüyoruz. Yarınki yürüyüş öncesi antrenman yaptığımızı düşünüyoruz.
Pazar akşamı otel lobisinde bütün ekip toplanıp faaliyetin detaylarını sözle duyuruyor ve faaliyet hakkında dusuncelerimizi ve beklentilerimizi video kameraya cekiyoruz. Farklı şekillerde söylesek de, genel beklentinin doğal olarak zirveye tırmanmak olduğunu biliyorum.
Ertesi gün (Pazartesi 17 Ocak 2005) Soğukta çalışmakta zorlanan kamyonet 1 saat geç geliyor ve yola çıkıyoruz, jandarma izin konusunda sorun çıkarıyor, İbrahim AKÇAY’ın İl Turizm müdürlüğünden bir tanıdığını aramasıyla sorunu ancak çözebiliyoruz ve artık rota Ağrı.
Yollar zaman zaman buzlanmıs, kamyonet çıkmakta zorlanıyor ve nihayet Eli köyündeyiz. Hazırlıklar tamam ve macera başlıyor. Murat’ın(AKAY) helikopter ve uçak uçuş yüksekliklerini dikkate alarak aldıgı hava tahmin raporunu düşünerek Salı günü bulut geleceğini ve bu bulutun 4200’den sonra aslında tipiye işaret ettiğini biliyoruz.
3000’lerde kuracagımız kamp yerine ulaştığımızda iyice yorgunuz, kamp yüküyle uzun bir mesafe yürümek yükün ağırlığını iyice hissetmemize neden oluyor. Yaz faaliyetlerinde olduğu gibi etrafta yükümüzü taşıyacak katırlar yok, neyse ki bunun böyle olacağını önceden bildiğimizden duruma hazırlıklıyız.
Salı sabahı (18 Ocak 2005) uyandığımızda hava hala çok güzel, buna sevinmeli miyiz uzulmeli miyiz? Herne kadar Agrı Kıs faaliyetine soğukla ve zor koşullarla yüzleşmek ve kapasitemizi görmek için gelmiş olsak da sanırım hiçbirimiz havanın güzel olmasından şikayetçi değiliz, çünkü 4200 kampına ulaşmak için daha 1200 metre irtifa almamız gerekiyor ve aslında gerçek macera bu gece başlıyor.
Kar suyu içen arkadaşlardan bazılarının midesi bulanıyor ve 4200 metreye çıkmak onlar için biraz daha zor oluyor, yine de planladığımız saatte 4200’deyiz, çadırları kurup yerleşiyoruz. Seyhan ve Nezihe’yle yanmayan ocağımızın sorgulamasını yapıyoruz, neyse ki tek kartuşla da olsa getirdiğimiz yedek ocağı su ısıtmak için kullanıyoruz.
Ocağımızın yanmamasında en büyük etken Doğubeyazıt’tan aldığımız kurşunsuz benzin oldu(yoksa benzin kaçak mıydı?), aynı benzini Zirvedak İzmir ekibi de kullandı ve onların ocakları da aynen bizimki gibi 2. gün yanmamaya başladı.
Muhtemelen benzin, ocakların mekanizmasını tıkamıştı. Neyse ki 2. ocağımız yanımızdaydı.
19 Ocak 2005 gece saat 02:30 kalkış olarak planlamıştık, havanın cok kötü olduğunu görünce hareket saatini 1 saat ileriye aldık. Amacımız guneşin doğuşuna yakın bir saatte kamptan ayrılmak, tipi ve soguk havanın etkisini mümkün olduğunca az hissetmekti ama erteledigimiz bir saat bize daha fazla soğuk ve daha fazla tipiden başka birşey kazandırmadı.
Gerçekten de dondurucu bir soğukta (-40) ve 1 metre önümüzü bile zor gördüğümüz bir tipide harekete başladık ve çok kısa molalarla buzul başına (4900 m)kadar oldukça zor bir tırmanış yaptık. Herhalde hemen hepimizin kafasından bunu yapmak zorunda mıyız sözcükleri geçmiştir.
Buzula geldiğimizde güneş henüz yok ama etraf aydınlık, tipi etkisini azalttı ve görüş mesafemiz iyice arttı. Kramponlarımızı takıyoruz ve sabit hattımızı döşeyip güvenli bir geçişten sonra platoya ulaşıyoruz.
Bölgeye fazla kar yağmadığı icin platodan zirveye gidene kadar tırmanmak zorunda kaldığımız yamaç tamamen sertleşmiş ve neredeyse buz kıvamına gelmiş.
Morallerimiz oldukca yuksek, artık zirveyi hakettigimizi ve bunun bedelini odediğimizi düşünüyoruz.
Arda’nın kramponlarının sürekli çıkması hızımızı oldukça düşürüyor ve çıkan kramponları 10 m arayla bağlamaya çalışmak bizi gerçekten yoruyor. Nihayet zirvedeyiz, Arda teşekkür ediyor, aynısını sende yapardın diyorum ve dostluğumuzun sıcaklığını birkez daha hissediyorum bu dostluğun tırmandığım zirveden daha değerli olduğunu düşünüyorum.
Fotoğraflar çekiyor, zirve defterine yazılar yazıyoruz. Sarılmalar, tebrikler ve yüzlerdeki gülümseme.
Kampa indiğimizde Elvan’ın ayak parmaklarını üşüttüğünü ve maalesef frozbit oldugunu anlıyoruz, gerekli ilk yardım yapılıyor ve geceyi 4200’de geçiriyoruz. Şeniz’in (PEKMEN) el parmakları morarmış, Erhan’ın(PEKMEN) ise yine el baş parmağı. Ama önemli şeyler değil. Elvan için tedirginiz.
Perşembe (20 Ocak 2005) sabah 08:00 kampı çok zor koşullarda toplayıp inmeye başladık. Bir gün öncesinde neredeyse hiç kar olmayan rota üzerinde yer yer 1 metreye ulaşan kar birikmişti. Kayaların arasına dolan yumuşak kar, ayak bilekleri için oldukça riskli bölgeler oluşturmuştu, Eli köyüne kadar gelmek oldukca yorucu oldu.
İnerken herkes yemek konusundaki hayal gücünün sınırlarını zorladı, ben en çok mandalina hayal ediyordum, Menderes’in baştan çıkarmasıyla aslında tuzlu ve köpüklü ayranın da fena olmayacağını kabul ettim, yöresel yemek tarifleri, anlatılan yemek mekanları, annelerimizin el becerileri ve kendi yaptıgımız yemeklerin anlatımıyla Doğubeyazıt’a kadar geldik.
Doğubeyazıt’a indigimizde Kurban bayramı oldugunu atladığımızı anladık ve yemek yiyebileceğimiz açık hiçbir yer yok, tabi ara sokaktaki Ocakbaşı hariç.
Önce Menderes ve ben giriyoruz ve hayal ettiğimiz tuzlu ve köpüklü ayranı burada buluyoruz, taslarla gelen ayrandan oldukca fazla içiyoruz. Diğer arkadaşlar da yavaş yavaş gelmeye başlıyorlar ve hemen hemen bütün ekip burada. Ne yazıkki ayran bitmiş, büyük çoğunluğunu Menderes ve ben içmişiz, ayranın bu kadar az oldugunu bilmediğimizi ve üzgün olduğumuzu söylüyoruz ama kötü bakışlardan kurtulamıyoruz.
Elvan’ı Ktudaks ekibi hastaneye götürüyor, yapılan ilk yardımın doğru yapıldığını ve iyileşeceğini oğreniyoruz, morallerimiz yüksek, artık üşümüyoruz da.
Cuma (21 Ocak 2005) İstanbul’a dönüyoruz. Yapacağımız daha zorlu tırmanışlar öncesinde sınırlarımızı görmek ve belki de sınırlarımızı zorlamak için yaptığımız Ağrı kış faaliyetini her anlamda başarıyla tamamladık. Yeni arkadaşlar edindik, yeni hedefler belirledik, dostluklarımızı daha çok sağlamlaştırdık ve her şeyden önemlisi bütün ekip olarak sağ salim evlerimize geri döndük.
Deniz KARTAL
Şubat 2005