Gelecek

Buzul Çağı Kapımızda

Buzulların erimesiyle hem denizin tuzluluk oranı değişecek hem de suyun soğuyup ağırlaşarak dibe çökmesi için bir buz kütlesi olamadığından okyanuslardaki küresel devimin duracak. Bu durumda buzul çağına girmemiz kaçınılmaz gözükmektedir. 917

İklimleri Etkileyen Faktörler.

Bildiğiniz gibi yeryüzünün 3/4’ünü sular kaplıyor. Kıtaların bu günkü durumunu da haritalardan biliyorsunuz. Buna ilaveten yerkürenin çekimi nedeniyle bizi saran, çeşitli gazlar ve su buharından oluşan atmosfer ile bu atmosferdeki alçak ve yüksek basınç alanları nedeniyle oluşan rüzgarlar var. Bu rüzgarların ısıyı ve su buharını taşıması da bizim için hayati önem taşır. Her ne kadar yeryüzünün 3/4 ü sudur ama o suyun altında yine kayalar ve magma vardır. Alttaki magma; çeşitli yer ve zamanlarda yanardağ adı verdiğimiz oluşumlardan yüzeye çıkar. Ayrıca; sürekli olarak da kıta plakalarının birleştiği yerlerden yüzeye çıkarak kıta plakalarını iter. Magmanın bu itişi karşısında ise kıta plakaları sıkıştıkları noktalardan dibe doğru batıp magmada erirler. Magma yeryüzüne bu çıkışı sırasında çeşitli gazları da atmosfere bırakır. Diğer yandan enerji kaynağımız güneşin yeryüzüne olan etkilerini de göz ardı etmeyelim. Ona yaşamın kaynağı da diyebiliriz. Okyanus ve denizlerde de çeşitli akıntılarla ısı dağıtımı yapılır. Bu akıntıların yüzeyde olanları daha hızlı olmakla birlikte okyanus tabanında derin dip akıntısı şeklinde olanlar hayli uzun sürelidir. Mevsimleri oluşturan dünyanın 23,5 derece eğikliğini daha yazmadım bile. Bu topaç hareketi denilen dönmelerin az biraz kayması ki çok olağan bir durumdur. Bu durumda mevsim ve iklimlerde kayma kaçınılmazdır.

İşte tüm bunlar bilgi dağarcığımdaki dünyanın iklimini etkileyen faktörlerdir. Bu faktörler sürekli birbirini etkileyerek iklimler üzerinde rol oynarlar. Ve her biri başlı başına bir dengedir. İklimlerdeki dengeyi anlayabilmek tüm bu dengeleri anlamaktan geçer. Dünya gezegeni açısından bakıldığında dengeli olduğu söylenebilir ama ortalama 70 yıl yaşayan biz insanlar açısından anlaşılması ve kabul edilmesi zor bir dengedir. Ayrıca yukarıdaki faktörlerin iklim üzerindeki etkileri ile birlikte yeryüzüne başka etkileri de vardır. Tüm bunların anlatılması ile bu yazının makale sınırlarını aşması bir yana kabul edeceğiniz gibi her biri ayrı akademik disiplin gerektiren detaylı konulardır.

Dünya yaşayan bir organizma gibi hareket halindedir. Ve bu faktörler de onun yaşadığını gösteren döngülerdir demek yerinde bir açıklama olacaktır. Her organizma gibi onun da sibernetik  bir sistem mantığında yaşadığı söylenebilir. Uzmanlar 10 milyar yaş biçmişler dünyamıza ve yarısını tüketmiş. Ve yaşamı sırasında da sürekli görüntüsü değişmiş. Görüntü değiştikçe atmosfer olayları da değişmiş ve buna bağlı olarak iklimlerde değişmiş. Değişen iklimler de üzerinde yaşayan bitki, hayvan ve insan popülasyonunda önemli değişikliklere yol açmış.

İklimlerdeki bu değişikliklerin son yüz binlerce yıllık bölümünü yeryüzünde bıraktığı izlerden anlamak mümkün. Bu izlerin bize gösterdiği şey iklimlerin uzun süre dengede kalmadığıdır. Sürekli inişli çıkışlı grafikler ile görselleştirilen bir yol izlemiştir. Bunu da kutup bölgesindeki buzullardan alınan örneklerden ve yeryüzündeki kaya kütlelerinde bıraktığı izlerden anlayabiliyoruz.  Buzullarda sıkışıp kalan hava moleküllerinden o yüzyıllardaki atmosfer yapısını da görmek mümkün.


Okyanuslardaki Derin Dip Akıntısının Küresel  Etkisi.

Okyanus yüzey akıntıları ile ısı transferleri ve oluşan rüzgarların engelsiz su yüzeyinde uzun mesafeler kat etmesi nedeniyle taşıdıkları ısı ve nem ile kıtalar üzerindeki iklimlenmelerde önemli bir etkisi vardır.  Okyanus yüzeyindeki akıntılarla birlikte derin dip akıntısı adı verilen diğer bir dolaşımın da küresel iklimlenmeye uzun süreli etkisi olduğunu belirtmiştim. Okyanus yüzeyindeki sıcak sular kutup bölgelerine yaklaştığında soğumanın etkisi ile dibe doğru çökerler. Bu çökmede denizin tuzluluk oranının da etkisi büyüktür. Dibe inen bu akıntının hızı hayli düşüktür. Kuzey kutbundaki soğuma ile ağırlaşan tuzlu suyun dibe çökerek oluşturduğu bu akıntı aynı şekilde güney kutbunda da gerçekleşir. Atlantik okyanusu tabanında bir araya gelen bu akıntıların bir kolu Hint okyanusuna diğer bir kolu Pasifik okyanusuna hareket ederek buradaki derin dip akıntısı ile birleşerek Pasifik okyanusu Japon adaları civarında yeniden yüzeye çıkmaya başlar. Bu derin dip akıntısının bir turunun yaklaşık bin yıl sürdüğü tahmin edilmektedir. Bilim adamları küresel iklimlenmede bu akıntının çok önemli bir yeri olduğunu ve bu dolanımdaki herhangi bir aksamanın tüm dengeleri bozacağı gibi yeniden oluşması için binlerce yılın gerektiğini vurgulamaktadırlar. Nitekim yakın zamanda bu dolanımın bozulduğu ve kısa bir buzul çağı yaşandığı saptanmıştır. 12 bin yıl önce son buzul çağı bitiminde buzların erimesiyle kuzey Amerika’da sıkışan çok büyük miktardaki tatlı suyun Hudson körfezinden kuzey buz denizine boşalmasıyla denizin tuzluluk oranı değişti ve bu dolaşım durdu.
Sonuç; bin yıl süren bir mini buzul çağı oldu. Bunun Avrupa’daki izleri bulunmuştur.

Amerika başkan adayı Al Gore’un sunumunu yaptığı “Uygunsuz Gerçek” adlı belgesel filmde de bu konu ele alınarak okyanus akıntıları ve son buzul çağının bitimindeki bu duraklama söz konusu edilmekte ama “daha sonra bu konuya döneriz” denildikten sonra tekrar dönülmemektedir. Ama ben döneceğim.

Küresel Isınma.

Önceleri Küresel Isınma nedenleri ile Ozon tabakasındaki incelmeyi birbirine karıştırırdık. Bu karıştırmayı en çok medya kuruluşlarımız yapardı. Halktan insanların da kafaları karışırdı. Tamam her ikisi de dünya üzerinde yaşayan canlılar için tehlikelidir ama ozon tabakasındaki incelme neticesinde dünyanın ısısı artmaz. Ozon tabakasındaki incelmeye neden olan CFC (kloroflorokarbon) gazlarının sera etkisini arttırıcı özelliğinden dolayı dünyanın ısısı artar. Çünkü; CFC’lerin yeryüzünden uzaya geri yansıyan ısıyı tutma kapasitesi karbondioksitten 15.000 kat daha fazladır. Güneşin zararlı UV (Ultra Violet = Mor Ötesi ) ışınlarını – ki bir tür radyasyondur.- süzen bu ozon tabakasının incelmesi ile bu ışınlar dünyamıza ulaşarak tüm çanlılarda yaşamsal sorunlara neden olurlar. Neyse ki CFC’ların  soğutucu ve püskürtücülerde kullanılması yasaklandı da ozon deliği kapanma aşamasına girdi. Ozon tabakasının doğal değerine 2050 yılında ulaşması bekleniyor. Ancak; hem CFC kullanımı sıfırlanmadığından ve bu gazın 100 yıl ömrü olduğundan küresel ısınmaya etkisi bitmemiştir.
Sera gazlarındaki artış ki bunlar atmosferin yapısında var olan bu gazlar başta su buharı olmak üzere karbondioksit, metan, diazot monoksit, ozon ve aerosollerdir. Bu gazların atmosferde bir örtü oluşturup yeryüzünden çıkıp gitmek isteyen ısıyı tutarak dünyamızdaki ısı artışını etkilediği hepimiz öğrendik artık. Ancak; bu sera gazlarının dünya üzerindeki organik yaşama etkisinin sürekli negatif olduğunu düşünmemek gerekir. Çünkü; süregelen buzul çağlarından çıkılması ve ılıman bir ortam yaratılmasında bu sera gazlarının etkisi yüksektir. Yani yaklaşık 14 bin yıl süren bu ılık ortamı sağlayan şey sera etkisidir. Sorun; sera gazları değil, sera gazlarının yüksek olmasıdır. Bu artışın nedenlerine bakacak olursak fosil yakıtların kullanımından tutun da çiftlik hayvanlarına kadar pek çok etkiyi sayabiliriz. Ama ana neden nüfusun olağan üstü artmış olmasıdır. Yeryüzündeki tüm canlı formları yaşam zincirindeki payları ile doğru orantılı olarak azalıp çoğalmaktadır ama insan sürekli çoğalmaktadır. Sera gazlarının artışındaki en önemli etken budur. Dünya 6 milyar nüfusu kaldırmamaktadır. Özellikle organize olmamış nüfusu. Zaten organize olmuş olsaydı bu kadar başıboş bir artış olmazdı.

Bu şartlarda böyle bir nüfus kaçılmaz olarak dünya ısısının artışına yol açtı. Örneğin bu nüfusun sağlıklı beslenebilmesi için gerekli olan et ve süt ürünlerini sağlamak için beslenecek çiftlik hayvanları bile ısı artışının nedeni olabilir. Fosil yakıtların kullanılması veya dünyanın akciğerleri olan ormanların yok edilmesi bu artışta diğer faktörlerdir. Fosil yakıtlar bu yüksek nüfusun aşırı bazen de gereksiz ihtiyaçları için kullanıldı ve ormanlar kontrolsüz bir şekilde heba edildi.

Isınmanın Sonuçları.

Yani kaçınılmaz bir sona doğru gidiyoruz. Geri dönme noktasını geçtik. Dünyanın ısısı artıyor. Buzullar eriyor ve bunun sonucu olarak da iklimlerde bir değişiklik söz konusu. Bu ısınma neticesinde meydana gelecek değişiklikler içinde yağışların dengesizliğini saymak mümkün. Aşırı yağışlar özellikle bitki ve toprak üzerinde sorunlar yaratacaktır. Bu da beslenmek için gerekli olan tarım seçeneklerinde köklü değişimleri de beraberinde getirecektir. Buzulların erime süreci içinde yükselen deniz seviyesinin çok sayıdaki kıyı şehirlerinde hayli sorun yaratacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Beslenme zincirinde aksamalar ve bir çok türün yitirilmesi gündeme gelecektir. Barajların su tutma havzaları artan erozyon neticesinde daha kısa sürede dolacağından ekonomik ömürlerini kısa sürede tamamlayacaklar. Enerji açığı için şimdiden rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapılması gerekir. Bu değişimlere kaynak ayırabilip önlem alarak ayakta kalan topluluklar aslında buzdağının su üstündeki görünen  kısmı ile savaştıklarını bilmem farkındalar mı? Peki bu buzdağının altında ne var?
Buzul Çağı.

“Okyanuslardaki Derin Dip Akıntısının Küresel Isınmaya Etkisi” başlıklı paragrafta değindiğim üzere bu akıntının iki önemli noktası var. Biri suyun kutuplarda soğuması, diğeri ise suyun tuzluluk oranı. Küresel ısınma ile bu iki noktada önemli değişiklikler meydana gelmiş olacak. Buzulların erimesiyle hem denizin tuzluluk oranı değişecek hem de suyun soğuyup ağırlaşarak dibe çökmesi için bir buz kütlesi olamadığından okyanuslardaki küresel devimin duracak. Bu durumda buzul çağına girmemiz kaçınılmaz gözükmektedir. Üstelik bu buzul çağı öyle bir iki bin yılda atlatılacak türden olmayacağı kanısındayım. Çünkü; Al Gore’un da değindiği örneği hatırlarsanız, sadece kuzey Amerika’daki tatlı suyun denize karışmasıyla okyanus derin dip akıntısı aksayarak bin yıl kadar  bir mini buzul çağı oluşmasına neden olmuştu. Bu kez kutuplardaki buzların erimesi söz konusu. Yani okyanusların tuzluluk oranındaki hayli bir değişimden ve suların soğuyup dibe çökerek bir dolaşım yapması için bir buz kütlesinin olmaması ile karşı karşıyayız. Bu durumda meydana gelecek buzul çağı çok daha uzun sürecektir.

Aslında “Uygunsuz Gerçek” şu ki; Küresel ısınma kısa sürecek ama hemen ardından gelecek küresel soğuma küresel ısınma ile kıyaslanmayacak denli uzun sürecek. Al Gore, bu konuya sonra döneriz deyip dönmedi. Bana göre dönseydi sürpriz olurdu. Çünkü dönseydi ne diyecekti? Ey insanlar aranızdan milyarlarcası önümüzdeki yüzyılda yaşıyor olamayacaklar mı diyecekti? Çünkü bilim adamlarının açıklamalarından çıkan sonuç bu. Bu yüzyılın ortalarından itibaren buzul çağına gireceğimiz ve ne zaman çıkacağımız belli değil. Yani küresel ısınma ile karşı karşıya olduğumuz bu durumu bu şekilde hangi sorumlu devlet adamı açıklayabilir. Hiç biri. Çünkü ortaya kaos çıkar. Bu da kimsenin istemediği bir durumdur. Ama kaçınılmazdır. O zaman şimdiden insanları kaosa sürüklemenin kimseye bir yararı olmaz. Çünkü bunu gidişi engelleyecek gücümüz yok. Yapılması gerekenler çok önceden yapılmalıydı. Bunca yüzyılda kurduğumuz “uygarlığımızın” doğa karşısında yok olma durumu ile karşı karşıya olduğunun itirafını yapmak belki de ilk kez yapılacaktır ama kimseye bir yararı olmayacaktır.

Ancak yine de yapılması gerekenler var ve yapıldığını sanıyorum. Veya sanmak istiyorum. Çünkü şu veya bu şekilde gelecek kuşaklara aktarılması gereken şeylerin ne olması gerektiği ve bunların planlanması konusunda yapılması gerekenler var. En azından bilgi bazında geldiğimiz düzeyi ve her şeyden önemlisi bu günlere neden gelindiğinin bilinmesi adına binlerce yıl sonrasına olan bitenin tüm çıplaklığı ile aktarılması gerekmektedir. Bu felaketten arta kalanlara her şeye sıfırdan başlamamaları için gerekli olacakları düşünüp aktarabildiklerimizi aktarmak görevimiz olmalı. İnsan olmanın onuru bunu gerektirir. Kaldı ki bunu başaramıyorsak; bunca zamanda kurduğumuz teknolojinin ne yararı olduğu, adına uygarlık denen olgunun da içi boş bir söylevden öte bir şey olmadığı ve yaşadığımız dünyayı karafatmalardan daha iyi algılayamamış olduğumuz söylenecektir.

Geçmişteki Buzul Çağları.

Aslına bakacak olursak biz ne yaparsak yapalım bir buzul çağı yaşayacağımız kaçınılmazdır. Çünkü; geçmişe baktığımızda dünyanın pek çok buzul çağı yaşadığını görüyoruz. Bu doğal periyot dışında farklı nedenlerle de buzul çağı yaşanmıştır. Manyetik kutup sapması, büyük yanardağ patlaması ile kısa, Amerika’daki ulusal milli parkın altında yatan ve 600 bin yılda bir patlayan ( bilim insanları onun da patlama zamanının gelip geçtiğini belirtiyor.) devasa yanardağ sonrasında uzun olmak üzere buzul çağına girilmiştir. Dinozorların sonunu hazırlayan göktaşı çarpması sonrasında da buzul çağı yaşandığı teorisyenlerce öngörülmektedir.

Doğal periyotlarla yaşanan her buzul çağı 100 ila 130 bin yıl sürmüş ve takip eden ılıman aralıklarda 10 bin yıl civarında olmuştur. En son buzul çağının (Würm) 14 bin yıl önce sonlandığı düşünülürse aslında uzatmaları oynuyoruz demek yerinde olur. Daha önceki ılıman aralıklarda neler olup bittiğini bilmiyoruz. Ama son buzul çağını yaşayanların torunu olduğumuz gerçek. Bu denli kısa aralıklarla buzul çağı yaşayan bir gezegende bir uygarlık kurabilmek için ikliminin de buna izin vermesi gerekir. Son 11 bin yıldır gezegenin 10-14 derece ortalama sıcaklığını koruyan bir iklim sunması bizim uygarlık kurmamızdaki en büyük etkendir diye düşünmekteyim. Daha önce hüküm süren buzul çağları arasında kalan ılıman çağlar boyunca insanların bir uygarlık kurup kurmadığı hakkında detaylı bulgu yok ama bildiğiniz gibi Atlantis,  Mu Uygarlığı gibi çeşitli varsayımlar mevcut. Kamboçya’da bulunan Angkor Wat tapınağının planındaki 15 bin yıl öncesine gönderme yapan giz, Japon adaları açıklarında okyanusta bulunan kalıntılar, Sfenksin baktığı aslan takım yıldızının aslında 15 bin yıl önce baktığı yerde olması bizi eski uygarlıklar konusunda düşünmeye itmiştir. Adeta, yeryüzündeki her şeyin uzun süren yıllar boyunca yok olacağını düşünen birilerinin kalıcı olan yıldızlar üzerinden bizlere bir işaret bıraktığını düşündürüyor.

Sonuç.

“Buzul Çağı” (Ice Age), “Yapay Zeka” (Artificial Intelligence) filmlerinde gördüğümüz şeyler aslında dünyanın sürekli yaşadığı şeyler di ama biz bunu düşünmeden yaşadık ve gerçek karşımıza dikildi.

Durum gösteriyor ki bunca zamandır bizleri yönetenlerin en büyük yanlışı bilim insanlarının sözlerine kulak tıkamalarıdır. Benim bu makaleyi yazarken etkilendiğim ve Uygunsuz Gerçek filminde de gündeme getirilen buzul çağına girişin kaçınılmaz olduğunu anlatan belgesel National Geographic televizyon kanalında bizde yayına başladığı ilk zamanlarda yayınlanmıştı. 1950’lerde soğutucularda CFC’ler kullanılmaya başlandı ama bunun sadece Amerika’da durdurulması için 50 yıl geçmesi gerekti. Nüfus planlama çağrılarına  ekonomik ve sosyokültürel sistemlerine ters düşmesi nedeniyle kulak tıkamaları veya gereği gibi desteklememeleri sonucu bu duruma geldik.

Umarım bu buzul çağından çıkanlar yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarını unutmazlar ve gelecek uygarlığı kurarken hangi doğada yaşadıklarının farkındalığı içinde kaynakların yettiği kadar ve organizasyonu bilinçli yapılmış bir nüfus ile yaşamı sürdürürler.

Memet Karabulut

Dünyalılar

Kaynaklar:
National Geographic Channel
“An Inconvenient Truth” Uygunsuz Gerçek
www.google.com.tr
http://www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/nedir2.htm
http://www.tuba.gov.tr/habergoster.php?haber=bdgorus_08
http://www.onlinefizik.com/content/view/891/176/
http://www.yaziyaz.com/dergi/2006/11/buzul-caglari-ercan-yamyam/

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu