Güncel

“Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir”

Gencecik bir insan evladının, Özgecan Aslan’ın, uğradığı alıkonulma, saldırı, tecavüz, cinayet üzerine söylenmesi gereken ne çok sözün, değiştirilmesi gereken ne çok zihniyetin, bakış açısının ve tutumun var olduğuyla yeniden yüzleştik. Ya da köy çoktan görünüyordu da biz hiç ders almayarak yüzsüzleştik…

Özgecan Aslan

Bize yeniden düşündürdükleriyle, ağırlığıyla ezildiğimiz daha dün canken, hayat doluyken şimdi toprağın altında olanın ardından yeniden hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var ki, kadına yöneltilen her türlü insan olmak vasfından uzak tavrın, tutumun, davranışın ve söylemin (dayak, tecavüz, taciz, küfür, hakaret, aşağılama başta olmak üzere) en temel sebebi: eşitsizlik, toplumumuzda erkek ve kadın cinsiyetine atfedilen değerlerin eşit olmaması.
Yaşanan olayın detaylarını yeniden kelimelere dökerek, yaraya kabuk bağlatmadan yeniden kanatmak değil niyetim ancak bu minvaldeki olayların ne ilk olduğunu, ne de bu gidişle son olacağını göre göre, bile bile sessiz kalmaya, durum tahlili yapmamaya aklım, vicdanım el vermiyor işte… Batman’da, 2012 yılında, kuzenlerinin tecavüz ettiği Hasret Daşlı’nın başına gelenler ve faillerinin durumu aklımdayken, doğup büyüdüğüm şehirde, Denizli’de ülkemizde yaşanan daha nicesinin turnusol kağıdından yansıması olayda, kendisinden boşanmak isteyen karısını daha dört gün önce sokak ortasında bilmem kaç yerinden bıçaklayan insanoğlu(!) aklımdayken ne mümkün susmak!

Durum bu olunca, benzeri olaylardan sözüm ona ders çıkarmaya çalışırken kendi çocuğuna, kızına, bacısına, karısına artık ne kadar korumacı yaklaşması gerektiği kanaatini oluşturanları anlamaya çalışıyorum da, aynı kişilerin bunun(ötekinin her türlü hakkına saldırının) bir toplumsal çürüme sorunu olduğunu, değişmesi için kararlılıkla ve topyekûn mücadele gerektirdiğini kavra(ya)mamasını bir türlü kabullenemiyorum. Toplumda bu tarz yaklaşımların tohumları zaten “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” tadında atasözleriyle atılmış, o tohumlar artık filizlenmiş, hatta devrilemez ağaçlara dönüşmektedir. Artık bencil, çıkarcı, zafere giden her yolu mübah gören, ötekini düşünmekten, sevgiden yoksun davranışlarını sıradanlaştıran, meşru gösteren, normal sayılması için baskı yapan büyük bir kesim oluştu. Zülfü Livaneli bu kesimi, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak nitelemektedir. Bu raydan çıkış normal görülmemelidir!
Aralarında sözüm ona toplum bilimle uğraşan akademisyenlerin(!), siyasetçilerin(!), yazarların(!), sanatçıların(!), bir kesim düşünürlerin(!) ve hatta bazı meslektaşlarımın(sosyal hizmet uzmanlarının), öğrencilerimin(!) bile yer aldığı, yaşanan olaydan nemalanmaya, kendi çağ dışı, insanlığın geldiği medeni gelişmişlikten zerre nasibini almamışlıklarının göstergersi prim çıkarma çabalarına ne demeli?
‘Kadınlara özel pembe otobüs’ projesi hayata geçirilirse ya da şeriat gelirse sorun çözülürmüşmüş, bakalım o zaman yapabilirlermiymiş. “Bence bu zihniyet vebalıları gidip İran’a yerleşirlerse kendileri ve bizim için huzur getirecek bir hamle yapmış olurlar” cümlesini kurmak isterim de sonra mağdur ama mağrur edebiyatı yaparlar, hem de onları olsun ötekileştirmek yakışmaz insan olana -ki ben de insan gibi insan olma gayreti taşıyorum.- Yapmamayı tercih ederim bundan sebep. Ama bildirmeden de geçemem, İran’da hem toplu taşıma araçlarında kadınları ve erkekleri birbirlerinden ayırma uygulamasının (bahsedilen renkte olmasa da parlak yeşil renkte kadın taksisi) ve şeriat rejiminin mevcut olduğunu. Dahası kadın taksisi uygulamasının İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslam (İmam Humeyni) devriminin toplumda meşrulaştırdığı kadın-erkek eşitsizliğine, kadınların bir tepkisi olarak doğduğunu. Hatırlatmak isterim ki ülkemizin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 2. maddesinde devletin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu yazılıdır. Yine anayasamızın 4. maddesine göre devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği sabittir. Ayrıca, 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevleri arasında kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak hükmü yer almaktadır.
Yaşama hakkı kişinin temel haklarından biri –en temel olanı- değil midir? Kadının dışarı çıkma saatinin, giyinme şeklinin, hatta giydiği etek boyunun, kahkaha atıp atamayacağının, toplu taşıma araçlarına tek başına binip binemeyeceğinin ciddi ciddi konuşuluyor; hangi işi yapıp hangi işi yapamayacaklarının, doğuracakları çocuk sayısının… yine erkekler tarafından tartışılıyor olması bile toplumda var olan sosyal engellemelere birer gösterge, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesine göstere göstere köstek değil midir? Ülkemizde ve dünyada ilahi adaletin tecelli etmesini sadece beklemek anlamsız, adaletin herkes için eşit dağıtılmadığını, eksikliğinin hissedildiğini görmek için kahin olmaya gerek de yok zaten.
Dünyada dini rejimle yönetilip mutluluk, refah ve insani değerlerin hakim olduğu bir ülkeye de rastlamadım hiç. George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanında geçen güzel ifadesiyle “herkes eşittir ama bazıları daha eşittir” maalesef bu hayatta. O daha eşit olan bazıları, geçmişten günümüze erk sahipleri, iktidarlar, ezmeye gücü yetenler olmuştur hep nedense…
İster bu gücün kaynağı cinsiyet olsun, sosyal statü olsun, gelir düzeyi olsun, ister siyasi iktidar olsun, inanma biçimi olsun sonuç hep aynı: ezenler ve ezilenler.

Melih Karakelle’nin “Türkiye’den neden taşındım?” yazısında devletin toplum içerisindeki cahillerin ve aptalların, toplumun geri kalanına zarar vermeyecek düzeyde eğitiminden sorumlu olduğunu söylemi göz önünde bulundurulduğunda, Özgecan’ın hayatını, yarınlarını elinden alanlara ve onların türevlerine müdahale etmedeki yetersizliğimiz ortadadır. Toplumda yaygın değer yitimi ve genel çürümeye engel ol(a)mayarak işlenen suça hepimizin ortaklık ettiğimiz de ortadadır. Hayır, tam aksinin uygulanabildiği, insanlık değerlerinin pek çoğunun sapasağlam ayakta durduğu (biri iki tanecik de olsa örnek vermek gerekirse, kadınların, kızların geceleri, istedikleri saatte, istedikleri kıyafetle dışarı çıkabildikleri, sarhoşken dahi sokaklarda tek başlarına yürüyebildikleri ve başlarına herhangi bir talihsiz olayın(!) gelmediği veya başında bekleyen bir polis, güvenlik veya tahsildar bulunmadığı halde toplu taşıma araçlarına binerken kendiliğinden ödemesini yapıp, kartını basıp öyle yararlananları ve daha nicesini) erdemli, ahlaklı davranış sahiplerini kendi gözümle gördüm, toplumlarında kısa bir dönem de olsa yaşadım ordan biliyorum. O halde kendim de ülkesini seven ve ülkemizin de o gıbta ile bahsettiğim yerlerdeki gibi insan haklarının hayata geçirildiği bir yere dönüşmesine istekli bir devlet çalışanı, bu toplumun bir ferdi olarak sosyal devlet olmanın gereklerinin tam anlamıyla yerine getiril(e)memesinde, insan haklarının hayata geçiril(e)memesinde sorumluluk hissediyor, bu ve benzeri olayların bir daha yaşanmaması için, insan onuruna yaraşır, insan haklarını kılavuz edinmiş bir yaklaşım için kendim dahil, herkesi elinden gelenin fazlasını yapmaya çağırıyorum.
Henüz yirmisindeyken başkalarının cinsel tatmin açlığının dışavurumu sebebiyle hayatı sonlanan Özgecan için, her nevi kadın cinayetleri için, Filistin’de, Suriye’de ölen suçsuz siviller için, Fransa’da görüşleri sebebiyle katledilen Charlie Hebdo karikatüristleri için ve sayamadığım türlü türlü insana, insanlığa yakışmayan ölümlere maruz bırakılanlar için yüreği yananlara sabırlar diliyorum.
Sabrın yetmeyeceği de gün gibi ortadayken toplumumuzu daha adil, insanca yaşamanın mümkün olduğu, insani değerlerin talanının sonlandırıldığı bir düşünüş ve davranış tarzını benimsemeye davet ediyorum.

Mustafa TAŞ
mustiys@hotmail.com

Dünyalılar Editör Notu: yazıda bahsi geçen anayasanın 2, 4 ve 5. maddelerine hiçbir zaman uyulmamıştır. Türkiye, insanların yasalar ve hukuk nezdinde eşit olmadığı, orman kanunlarının geçerli olduğu bir ülkedir. Dün de böyleydi, bugün de böyle, eğer kafamızı kuma gömmeye devam eder ve gerçek sorunlarla yüzleşmeyi başaramazsak yarın da böyle olacak.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu