Behram Kılıç’ın kaleme aldığı Araf’taki Kramponlar kitabı, bizleri 1980’li yılların Türkiye’sindeki futbol dünyasına götürüyor. İnternetin, cep telefonunun, Play-Station’un olmadığı bir dönemde dostluğun, kaynaşmanın, muhabbetin keyfini çıkaran oyuncuların geçmişlerine…
Mikrofonların bir Adana’ya, bir Bursa’ya, Kadıköy’e, Ali Sami Yen’e, İnönü’ye, Avni Aker’e bağlandığı yıllardı. Metin’i sağ taraftan ceza sahasına girerken hayal ederdik. Ortasına iyi yükselen Feyyaz’ın kafa vuruşunu canlandırırdık zihnimizde. Tanju’nun daha Samsun’dayken attığı gollerin krokisini çizerdik defterlerimize. Oğuz’un milimetrik paslarını hesaplardık. Müjdat’ın yaptığı faullerin kaleye uzaklığını ölçer, Hami’nin frikiklerinde ise barajdakilere acırdık. Radyodan maç dinlemenin keyfini akşamları TRT’nin özet görüntülerinin her saniyesini pür dikkat izleyerek taçlandırırdık. Onlar bir başka oyunculardı. Giydikleri formayla özdeşleşen, o formayı yıllarca sırtından çıkartmayan, camiaların sembol isimleriydiler. Onlar; Araf’taki Kramponlar’dı.
BOŞ MUKAVELEYE İMZA ATARLARDI
Bonservisleri vardı onların. Futbol hayatlarının son evreleri hariç, bugünkü oyuncular gibi hiç serbest kalmadılar. Kulüpler belirlerdi bonservislerini. Bazen bir ev karşılığı anlaştıkları olurdu, bazen bir arabaya tav oldukları. Ama çoğunlukla da boş mukaveleye imza atarlardı. Bugünkü gibi futbolcu menejerleri yoktu. Yöneticilerle transfer pazarlığını bizzat kendileri yaparken sahada olduğundan daha fazla ter döker, istediklerini alamadan odadan çıkarlardı. 2 yıllıktı sözleşmeleri, tavan ve taban fiyat aralığında değer biçilirdi onlara. O zamanlar TRT haftada sadece bir maç verirdi. Sonra artan kanal sayısı ve yayın gelirlerinin ihale ile satılmasıyla, kulüplerin kasasına çok para girdi. Bosman kuralları futbolcu fiyatlarını tavan yaptırdı. Bizimkiler ise naklen yayın gelirlerinin futbolun rengini değiştirdiği döneme ve bu kurala son anda yetişti.
Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde başladı Türk futbolundaki kalkınma hamlesi, statlar çimlendi mesela. 1996’dan sonra da özerkleşti futbolumuz. Bizimkilerin son demlerinde yani. Onlar arada kaldı sizin anlayacağınız. Tam futbol sektörü büyürken futboldan ayrıldılar. Çamurlu sahalarda başlayan futbol hayatları çim sahalarda bitti.
KOLTUKLAR SÖKÜLÜP SAHAYA ATILMAZDI ÇÜNKÜ…
Onlar futbola başladığında koltuklar sökülüp sahaya atılmazdı. Çünkü tribünlerde koltuk yoktu. Tribünlerin iki takım seyircileri tarafından yarı yarıya paylaşıldığı, betonların üzerinde oturularak maç izlendiği dönemlerdi. Bırakmalarına yakın gördüler stadyumlarda koltukları, koltuklar gelince rakip takım seyircilerinin gitmesini! Onları gündüz gözüyle izlemenin keyfi başkaydı. Lakin gece maçlarında da boy gösterdiler.
Otobüslerle de deplasmanlara gittiler, tarifeli uçaklarla da. Özel uçaklara da yetiştiler. Ayaklarına aldıkları darbelerin sıcak su ile tedavi edildiği dönemlerde de oynadılar! Buz tedavisi yapıldığı zamanlarda da. Avrupa’da ve Milli Takım’da hezimeti de yaşadılar, bırakmalarına yakın zaferleri de. Profesyonel yaşamayı futbolu bırakırken öğrendiler. 2-3 yabancı oyuncu vardı soyunma odalarında, bırakırken 5-6’ya çıktı sayıları. Kısaca onlar yokluğu da gördüler, varlığı da.
Her şeyin para olmadığı zamanların futbolcularıydı onlar, sözün değerli olduğu, rakibe saygılı, hakemle didişmeyen, seyirciyi tahrik etmeyen oyunculardı.