Başka Dünyamanşet

İstisnasız Demokrasi

Günümüzde ve yakın tarihimizde devletlerin kendilerine yönelik bir tehdit hissettikleri anda ilk akıllarına getirdikleri ve ardından başvurdukları önlem istisnai, olağanüstü yönetim biçimleridir.

İtalyan filozof, siyasi düşünür Agamben’in İstisna Hali kitabında ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğu gibi Antik Yunan’dan Roma’ya, modern çağlar Avrupa ve Amerikasından Nazizm’e ve günümüze kadar uzanan İstisna Hallerinde benzer devlet tavrını görürüz. Öz olarak toplum düzenini sarsma, iktidarları devirme olasılığı bulunan gelişmeler karşısında yasal ve hukuki normların yetersiz kaldığını, gelişmelere hızlı, kati bir şekilde müdahale edecek bir egemene (Führer, Duçe, Başkan, askeri ve sivil konseyler vb.) ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Böylesi bir anda halkın yönetime katılım olanakları, araçları, temel haklar kısıtlanır, yasaklanır. Hayatın gerçekliğine yanıt olacağı ileri sürülen kararlar egemen tarafından, mevcut hukuk kuralları dikkate alınmaksızın devreye sokulur.

Agamben tanımlamaya çalıştığımız bu istisna halinin, yani olağanüstü yönetim anlayışının günümüzde “Kural”ı, (yani demokratik, katılımcı, hukuka bağlı yönetim iddiası) ortadan kaldırdığını, kendisinin bir kural haline geldiğini, bunun da demokrasi için açık bir tehlike olduğunu ifade etmektedir. (1) Bu noktada bir parantez açmak, “istisna” ve “kural”a kısaca değinmek gerektiğini düşünüyorum.

Bir zamanlar çok kullanılan “İstisnalar kaideyi bozmaz” savının da güçlendireceği üzere konumuz bağlamında “Kural”ın demokrasi ve hukuk devleti olduğu, olağanüstü yönetimin ise istisna olduğu ve kuralı bozmadan ona dönüş yapılacağı savunulmaktadır (Birçok anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası metinler de istisnai yönetim norm ve mekanizmalarını içermektedir). Pratikte ise kural, yani hukuk devleti ilkeleri ve demokratik mekanizmalar gerçekte bir türlü belirleyici olamamakta, sürekli bir olağanüstü rejim halinde yaşanmakta, resmen ilan edilen olağanüstü hallerde de Anayasa ve uluslararası metinlerdeki kurallar fazlasıyla aşılarak hukukun temel normları askıya alınmakta, ağır ihlaller yaşanmaktadır. Türkiye’deki son OHAL döneminde -ve sonrasında da- Anayasaya aykırı KHK’lar, yargıya müdahaleler, meclisin devreden çıkarılmış olması henüz çok tazedir.

Bu gerçek sadece Türkiye için geçerli değildir ve Agamben’in ileri sürdüğü gibi sadece günümüze, yakın tarihe de ait değildir. Demokrasinin en gelişmiş olduğu ileri sürülen ülkelerde de aslında “Kural” denilen düzen (hukuk devleti, demokrasi, insan hakları …)ne tarihte ne de bugün gerçek anlamıyla hakim olmuştur. Bu konuda, Anayasa Profesörü Michael Glennon’un, 2014 yılında yayınlanan National Security and Double Government (Ulusal Güvenlik ve Çifte Hükümet) kitabı modern demokrasinin beşiği sayılan ABD ve aslında tüm dünyadaki sistem ile ilgili günümüze ait önemli veriler içeriyor.

Marx’ın “bir türü anlamak için en gelişmiş örneğine bakmak gerekir” uyarısından hareketle, kapitalist/parlamenter demokrasiyi anlayabilmek için Amerika’daki örneğine bakmayı deneyebiliriz diyerek kitabı değerlendiren Ergin Yıldızoğlu’na göre “Glennon (…) Senato-Meclis Komisyonlarına, her iki partiden senatörlere danışmanlık yapan, Financial Times’ın deyimiyle ‘içerden’ biri. Kitap ilk kez içerden birinin elinden liberal demokrasinin üzerindeki ‘seçimlerle gelen halkın temsilcileri’ örtüsünü kaldırarak özünü görmemize olanak veriyor.

Glennon, Amerikan devletinde kararları, yasama-yürütme-yargı organlarının başına seçimlerle gelip gidenlerin, televizyonlarda, merasimlerde, uluslararası gezilerde, görünen politikacıların değil sayıları bine ulaşan, ileri derecede eğitimli, üst düzey bürokratların yönettiği bir iç ve uluslararası güvenlik aparatının aldığını, onaylanması ve yasalaştırılması için politikacıların önüne konduğunu örneklerle sergiliyor. Senato komisyonlarına seçilen ‘politikacıların’ hemen hepsinin daha önce bu güvenlik aparatında çalışmış ya da bu aparatla çalışmış insanlardan oluşuyor olması da bu yapılanmanın bir başka özelliği.
(…) Glennon ‘hiçbir başkan Ulusal Güvenlik konseyinde yapılan önerileri göz ardı edemez’, ‘kulağına fısıldanan öneriyi geri çeviremez, CIA her istediğini her zaman alır’ diyor. Bu yüzden hükümetler geliyor ve gidiyor, güvenlik politikaları değişmiyor. Washington Post’un 2011 yılında yayımlanan bir araştırmasına göre bugünlerde, bu güvenlik aparatı en azından 46 federal bürodan, 2000 özel şirketten, milyondan fazla çalışandan oluşuyor ve yılda bir triyon dolar harcıyor” . (2)

Bu işleyiş tarzı parlamento üyelerinin önemli bir kesiminin büyük şirketlerin temsilcisi olduğu ve bir şekilde onlardan maddi menfaat sağladığı İsviçre’nin yanı sıra birçok gelişmiş ve demokratik olduğu kabul edilen batı ülkeleri için de geçerli ve Yıldızoğlu’nun dediği gibi, parlamenter demokrasi, seçimler, seçilmiş yöneticilerin, hukukun üstünlüğü iddiaları aslında, devletin özünü, gerçek yöneticileri, güç merkezlerini gizleyen bir örtü niteliği taşımakta.

Nazilerin hukuk teorisyeni Carl Schmitt, Parlamenter Demokrasi’nin Krizi kitabında egemenin karar verici olduğu istisna halini meşrulaştırmak için kimi gerçeklere değinmiş ve parti hakimiyetinden, partilerin sübjektif, kişisel-politikalarından, parlamento konuşmalarının amaçsızlığı ve bayalığından, parlamentoya devam oranının düşük olmasından, gerçek faaliyetin, hizip liderlerinin ve hatta parlamento dışı komitelerin gizli toplantılarında alınmasından, bütün parlamenter sistemin, partilerin ve ekonomik çıkar sahiplerinin hakimiyetini gizleyen kötü bir vitrin haline gelmesinden yakınmaktaydı. (3) Yani 100 yıl önce de durum farklı değildi. Schmitt’in çözümü ise tabii ki katılmamızın mümkün olmadığı, hukukun askıya alındığı diktatörlük ya da istisna haliydi.

Schmitt’in çağdaşı, Marksist edebiyat eleştirmeni ve düşünür Walter Benjamin yazdığı tarih kavramı üzerine sekizinci tezde “Ezilmişlerin geleneği, içinde yaşadığımız ‘acil durum hali’nin kural olduğunu bize öğretmektedir” demekteydi.

Yani kural diye tanımladığımız ve varsaydığımız yönetim biçiminin tarihsel sürecin tamamına baktığımızda aslında istisna bile olamadığı, ezilenlerin, emekçilerin, yani % 1’lik azınlığın karşısındaki % 99’luk çoğunluğun talep ve çıkarlarının, hukuk devleti ve demokrasi ilkelerinin siyasette belirleyici olamadığı bir dünyada yaşıyoruz.

Corona salgını bu gerçeği, yani egemenlerdeki istisna sevdasını, istisnanın bir kural olduğunu bir kez daha hatırlattı. Hiç gereği yokken ve sanki sürece çok hızlı müdahale ediliyormuş gibi bütün dünyada parlamentolar adı konulmamış ya da konmuş istisna hali ilanlarıyla devre dışı bırakıldı.

Türkiye’de de küresel virüs salgınına (pandemi) karşı kararlar meclis bir tarafa itilerek cumhurbaşkanı ve ekibi tarafından alınıyor. Göstermelik, hiçbir işe yaramadığı gibi her şeyi daha da berbat eden “önlemler” (2 saat öncesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı gibi), yerel yönetimlerin dayanışma faaliyetlerinin engellenmesi gibi demokrasi ve mantık karşıtı kararlar, sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarının giderilememesi, zorunlu olmayan fabrikalarda üretimin devamı, işçi çıkarmanın yasaklanmaması, sadaka kabilinden yardımların dışında çalışanlara, emeklilere bir türlü esaslı destek verilmemesi ve daha niceleri cumhurbaşkanı ve ekibinin marifetleri.

Macaristan’da meclis yetkilerini başbakan Victor Orban’a bırakıp, demokrasi oyununu daha fazla sürdürmek istemediğini ilan etti.

İsviçre’de Corona krizine rağmen fabrikalar, inşaatlar tam gaz çalışırken, parlamento faaliyetini durdurmuş, yetkilerini 7 kişilik Federal Konsey’e devretmiş durumda. Doğrudan demokrasisiyle övünen İsviçre egemenleri fabrikalar çalışmalı, parlamento olmasa da olur diyor. Sendikaların, kantonların, emekçilerin talepleri göz ardı ediliyor. Açıklanan destek paketleri diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi esas olarak işverenlere yönelik.

Almanya’da birçok karar meclisler tarafından değil, bakanlar kurulunca alınıyor.

Dünyanın birçok bölgesinde bırakalım doğrudan halkların sesini duyurmasını meclislerin, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının bile sesleri duymazdan geliniyor, bastırılıyor.

Neden? “Çünkü olağanüstü hal var” demeyelim.

Mevcut kriz, tıpkı diğer krizler gibi hiçbir şekilde parlamentoların devre dışı kalmasını, yerel yönetimlerin, kantonların, eyaletlerin dışlanmasını, halkın farklı şekillerde yönetime katımlı olanaklarının kısıtlanmasını yani demokratik mekanizmaların durdurulmasını gerektirmiyor.

Savaş ortamlarında bile meclislerin çalışması pekala olası ve gerekli iken (Enver Paşa ve İttihatçıların 1. Dünya Savaşına Meclis-i Mebusan’ı devre dışı bırakarak girmesi, yani egemenlerin felakete yol açan kararı ile M. Kemal’in her ne kadar daha sonra yetkilerini baskı ile eline geçirse de Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinin Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülmesi dikkate alınabilir) Covid-19’a karşı uzun süre önlem almayan sistemin çekirdek temsilcileri birden ortaya çıkarak hızlı ve etkin karar alma adına göstermelik yönetime ve sınırlı haklara da el koymuş durumdalar. Böyle bir durumu bile kendi çıkarlarını genişletecek, emekçilerin kazanılmış haklarını geriletecek bir “istisna” fırsatı olarak görebiliyorlar. Koskoca büyük batı devletleri birbirlerinin maskelerine, solunum cihazlarına el koyuyor, test kitleri ve gerekli diğer sağlık ekipmanları karşılanamıyor. İnsanlığı felakete sürükleyen, korkunç silahları üreten ve uzaya uydular gönderen gelişmiş sanayi ve teknoloji devletlerinin, toplum sağlığı ve refahıyla ne kadar ilgisiz ve insafsız olduğu ortaya çıkıyor…

Halkların, emekçilerin, kapitalizmin insanlık dışı özünü fark etmesi ve düzene yeniden rıza üretmemesi olasılığı karşısında, yönetici elitler fiili olağanüstü hal ilanları ile iktidarlarının ellerinden kaymasını önleyecek otoriter yönetim mekanizmalarını çalıştırmaya başladılar. Öyle pek de gelişmiş olmayan yönetime katılım mekanizmaları salgın bahane edilerek ve yalanlarla, etkisizleştiriliyor, devreden çıkarılma tehdidi altında.

Halbuki, farklı düşüncelerin, eğilimlerin, geniş kesimlerin karar alma süreçlerine katılımları, çoğulculuğun yaşama geçirilmesi hatalardan mümkün mertebe uzaklaşılmasını sağlayacaktır. Kriz dönemlerinde tartışmaların ve karar alma süreçlerinin hızlandırılması basit yöntemlerle her zaman mümkündür.

Ancak dünyadaki egemen sistem hem anlayış olarak hem de teknik anlamda kriz/istisna dönemlerinde geniş katılımı sağlamaya alışkın, yatkın değildir. Meclisler ve onların üyeleri olan “Halkın Temsilcileri” büyük çoğunlukla ülke yönetmeyi, yönetim için hangi kararların, nasıl alınacağını bilmemektedir. “Normal” denilen dönemlerde meclisler göstermelik olarak çalışır, kararlar başka yerlerde alınırken, kriz anlarında bu oyuna tahammül edilememekte, kukla haline getirilmiş kurumlar tatil edilmekte, bir köşeye bırakılmaktadır. (4)

İstisna hali Agamben’e göre bir hukuki boşluğu, Schmitt’e göre normun askıya alındığı, hatta hükümsüz kılındığı ama yine de egemenin aldığı kararlarla hukukla bağın koparılmadığı ara bir dönemi, Hukukçu Prof. Dr. Cemal Bali Akal’a göre de bir hukuk sisteminin yerine başka bir hukuk sisteminin geçmesini tanımlamaktadır.

Kanımca da burada “Egemenler” hukuka dayanmayan karar alma yetkileriyle sınırlı güvenceleri ortadan kaldıran yeni bir hukuk sistemi yaratmaktadır. Burada da bir hukuk vardır. Ama bu bizim anladığımız, ilerici, özgürlükler-haklar-güvenceler getiren ve koruyan, çağa uygun temel ilkelere dayanan hukuk değil, zorbaların, diktatörlüklerin keyfi, zorba, dünyayı sömüren küçük bir azınlık yararına işleyen, tek kuralın egemenin mutlak karar verme yetkisi olduğu bir hukuktur.

Erdoğan faşizmini önceki faşist yönetimlerden ayıran da keyfilikte aşılan sınırdır. Hukuk Türkiye’de hiçbir zaman insan hakları ve demokrasiye hizmet etmedi. Adaletsizlik yasama, yürütme ve yargı organlarına hep hakim oldu. AKP yönetiminde yeni olan bu değil, hukukun şekli gerekliliklerin ihlal edilmesi, kurumların içinin tamamen boşaltılmasıdır. Bugün hakimler geçmişin örtülü baskılarıyla çarpıcı bir farklılık içinde aleni talimatlarla karar vermekte, yasalara uygun tasarrufla mükellef yürütme siyasi otoritenin yasadışı emirlerine karşı çıkamamakta, meclis yok sayılmaktadır. Hukuk görüntüde dahi kurtarılmak istenmemektedir. İstisna halinde bir seviye atlanmış, niteliksel farklılıklar içeren yeni bir döneme geçilmiştir.

Dünyadaki sürekli istisna hali uygulamalarında ise “Normal” denilen dönemlerde hukuk şeklen varlığını sürdürebilmekte, kimi zaman, sistemi rahatsız edecek denli varlığını hissettirebilmektedir. Hedeflenen özgürlük ve haklara tam anlamıyla ya da esaslı biçimde ulaşılmasına hizmet etmese de belirli ilkeler, kurumlar görünürde işletilmektedir.

Pandeminin neden olduğu kriz sonucunda bugün, gelişmiş, maskeleri gösterişli batılı devletlerde demokrasi için bir hastalık olan istisna halinin semptomları ağırlaşmıştır. İstisna halinin, istisnai yönetim biçiminin tamamen egemen olmasını, şekli mekanizmaları dahi ortadan kaldırmasını ya da işlevsiz bırakmasını engellemek halkların önünde artık aciliyet kazanmış bir görev durumundadır.

Salgın sonrası hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı belli olmuştur. Sistemin, yayılmasına ve büyümesine neden olduğu salgın tehdidini kullanarak dizginleri tamamen ele almasına, yönetime bütünüyle el koymasına, krizin yüklerinin halkların sırtına yüklenmesine, demokrasinin tüm kurumlarıyla ortadan kaldırılmasına dur demeliyiz. Bunun da ötesinde bu saçma, insanlığa zarar kapitalist sistemi aşmanın mücadelesini vermeliyiz.

Halklar tabii ki kendilerini sömürenlerden, emeklerinin ürünlerine el koyan % 1’lerden ve onların temsilcilerinden çıkarlarını daha iyi bilecek, daha iyi yönetecektir. Bunun için halkların yönetime katılmasını engelleyen bariyerler ortadan kaldırılmalıdır.

Yetkilerimizi hiçbir şey adına egemen kesilenlere, bizi kah korkutarak, kah tehdit ederek sömürmek, yönetmek isteyenlere devretmemeliyiz.

İstisnasız demokrasi, özgürlük, katılımcılık, insan hakları için dayanışmaya, örgütlenmeye, mücadeleye ihtiyaç yeni dönemle birlikte çok daha yakıcı bir hal almaya başlamıştır.


[i] Giorgio Agamben, İstisna Hali, Otonom Yayıncılık, 2005

[ii] Ergin Yıldızoğlu, http://birgunkitap.blogspot.com/2014/12/demokrasinin-gizledigi-diktatorluk.html

[iii] Carl Schmitt, Parlamenter Demokrasi’nin Krizi, Dost Kitabevi Yayınları, 2014

[iv] Yazının konusu değil, ama solda da benzeri bir gerçekliğin hüküm sürdüğünü, ülkemizde ve dünyada sol partilerin, siyasi hareketlerin neredeyse tamamının dar bir grup tarafından yönetildiğini; parti meclislerinin, üyeleri bir araya getiren mekanizmaların daha çok göstermelik olduğunu, istisna hali hastalığının bize de bulaşmış olduğunu yeri gelmişken belirtelim.

Fazıl Ahmet Tamer

Bu yazı ilk olarak demokrathaber.org sitesinde yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu