Devlet aygıtı, okulları, hastaneleri, temizlik işlerini kendi haline bıraksa ne olurdu? Çevremizi kuşatan kurallar olmadan yaşamak nasıl olurdu acaba?
Acaba kendi haline bıraktığımızda yaşam vicdanla kendi kurallarını koyarak işlemeye devam edebilir mi? Doğa yasaları hâkim olduğunda gerçekten ‘kötülük problemimizi’ çözemez miyiz? Kendi haline bıraktığımızda adalet mekanizması güçlüden yana mı işler hep? Ya da içinde bulunduğumuz şu durumdan ne kadar daha adil olur?
Memnun olmadığımız bir düzeni düzeltmek mi? Yıkıp yeniden inşa etmek mi daha makul? Soruları çoğaltmak da mümkün elbette, ama en son soru “ne yapmalı” oluyor.
Ne yapmalı?
Bütün ataerkil yasaları kaldırmalı önce, içinde kutsallık mertebeleri bulunduran, imtiyaz tanıyan ya da pozitif ayrımcılık barındıran ifadeleriyle birlikte. Yaşam kendi kurallarını koyana dek, sistematik olarak serbest bırakılmalı…
Yapabilir miyiz? Ne kadar ütopik!
Kölelerin alınıp satılması düzenlemesi ile başlar, efendilerin oy verme hakkını düzenleyen Yunan Hukuku. Bugün de aslında aynı ödevler ve haklardan oluşuyor. Pek bir şey değişmedi adaletin mantığında. Efendinin düzeninin devam etmesi için kölelerin birbirleriyle ilişkisini düzenlemekten öte değildir. Zira hukuk iktidarın fahişesidir ve yukarıyı hiç bağlamayan, efendinin çıkarları için değişen, ‘post’ zamanlarda zorlanması ile efendinin gözetiminde genişletilen, subap ayarı yapan düzenlemelerdir.
Egemenler sömürü düzenlerinin devamı için kurdukları dövüş arenasının içinde kalmamızı ve bunu kaçınılmaz görmemizi istiyorlar.
‘İhtiyacın’ gerektirdiği gömleğin nasıl değişeceği de toplumsal dönüşüm mekanizmaları eliyle oluyor. Bu sebeple de zamanın ruhuna uygun olarak toplumun canlı mekanizması olan eğitimde kendini gösteriyor ilk değişimler. Okula hayır sesleri daha bir gür çıkıyor.
C. Baker ve Makarenko gibi de değil üstelik. Baker yıllar önce söylemişti “Zorunlu Eğitime Hayır”ı ve bu anarşist söylem sistematik bir alternatif yaratmadığı için yaygınlaşmamıştı. Mevcut eğitim sistemine hayır derken, aynı sistematiklikte bir alternatif üretmemişti.
Makarenko biraz daha farklıydı elbette, örnek bir okulla ‘Yaşam Yolunu’ beraberinde de hayatı gösterdiği bir okul kurmuş ve öğrencileri ile Nazi Kampında son bulmuştu yaşamı. Daha sistematik olan bu yöntem de yine pratik olmadığı için yaşama uyarlanamamış, yaygınlaşamamıştı.
Aslında pratik ya da sistematik olmamalarından çok, mevcut otoritenin devam etmesi için oluşturulan hukuka ve tek tip insan üreten mevcut sistemin çarklarına uymamıştı bu eğitim denemeleri. Bu sebeple de yaşamalarına, geliştirilmelerine izin verilmedi.
Şimdilerde daha fazla ‘Okula Hayır’cılar türemekte. Bunların arasında, sistematiklikten ya da pratiklikten uzak olanlar olduğu gibi, postkapitalizmin değişen çarkına uygunluğu hedefleyen bireyler yetiştiren yapılar da bulunmakta. Okulu eleştirirken, özel alanlarda kurdukları kursları övmekte, eğitim sistemini eleştirirken, eğitimini yarım bırakmasıyla örnek verdikleri kişiler kapitalist düzen içinde en iyi alınteri yiyicileri olabilmektedir. Yani kral öldü yaşasın yeni kral demekteler.
Çark dişlisi bireyler yetiştiren kurumların hepsine hayır elbette. Ama ‘hayırlarımız’ın altını ‘neden’ sorusu ile doldurmadığımızda, kapitalizmin bir başka post çarkına dişli olmuş da olabiliriz. Bu düzenin dişlisi, yaşamını, kuzu postuna bürünen kurt olma becerisine borçludur çoğu zaman…
Kendi haline bırakıldığında insancıl hukukunu işletebilir insanoğlu. Vicdani özünü yakalamak için neden sorusu ile başlatabilir yeni yaşamını, bugünün eleştirisi ve yarının kurulmasında temel rotasını bulabilir.
Arinna Güneşi