Sosyolog ve felsefeci Slovenyalı akademisyen Slavoj Zizek, Alman Berliner Zeitung’a Skype üzerinden koronavirüs salgını ve dünyadaki güncel durumu Tomasz Kurianowicz’e değerlendirdi. Bu salgının gelecek gerçek krizin yalnızca küçük bir testi olduğunu söyleyen Zizek “Toplum iğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyor. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz. Üçüncü dalga bir akıl hastalığı dalgası olacak” diyor.
Zizek’in Nurcan Dikme Yaşar çevrisiyle Birgün’de yayımlanan söyleşinin tam metni.
Şu an neredesiniz?
Şu an Ljubljana’daki evimdeyim. Slovenya’da Covid-19 nedeniyle günde 50’ye varan ölümler yaşıyoruz. Bu durumu ülkemin büyüklüğü ile ilişkilendirerek değerlendirecek olursanız, dünyadaki en kötü ölüm oranlarına sahip ülkelerden biriyiz.
Peki, siz nasılsınız?
Ben kişisel olarak depresif bir ruh hali içerisindeyim. İçinde bulunduğumuz tecrit durumu bahara kadar devam edecek. Bunun dışında birçok insanın rasyonel olmayan direnişi beni şaşkına çeviriyor. Almanya’da da protestolar yok muydu? Hırvatistan nüfusunun yarısı aşı olmak istemediğini söyledi. Almanya’da durum nasıl?
Çoğunluk aşı olmak istiyor. Buna rağmen halkın yaklaşık yüzde 40’ı şüpheli.
Aşı yaptıranlar, yaptırmayanlardan korunmuş olacaklar.
Peki siz, ocak ayında hemen aşı yaptıracak mısınız?
Evet, hem de hemen. Neden yaptırmayayım? 71 yaşındayım, şeker hastasıyım ve yüksek tansiyonum var. Listemde bir insanı Covid-19’a karşı savunmasız hale getiren tüm kriterleri taşıyorum.
Peki bu son altı ay sizin için nasıldı? Tüm zamanınızı Ljubljana’da, Slovenya’da mı geçiriyorsunuz?
Evet, tüm ülke karantina koşullarında yaşıyor. Ağustos ayında, korona ile ilgili durumun biraz rahatladığı dönemde, birkaç günlüğüne Slovenya kıyılarına gittim. Denize bile doğru dürüst giremedim. Zamanımı dairemde geçirdim. İzolasyonda tek başına vakit geçirmenin kötü olacağını düşünmüştüm ama sandığım gibi olmadı. Oldukça iyiydi.
Özlediğim gerçek yalnızlık
Neden?
Benim için çalışmak daha kolay. Tüm işlerimi dizüstü bilgisayarımda halledebiliyorum. Sosyal izolasyonun korkunç olduğunu söyleyen insanlara artık inanmıyorum. Amerikalı arkadaşlarımdan biri şöyle dedi; “Şu anda yalnızca fiziksel izolasyon var. Bunun bedeli de aşırı derecede uyaranlara maruz kalışımızdır.” Doğru. Sosyal olarak daha önce hiç olmadığı kadar birbirimize bağlıyız. Devlet tarafından sürekli kontrol ediliyoruz. Yetkililer nereye gittiğimizi, ne yaptığımızı inceliyor. Devlet nasıl olduğumuzu, nezle olup olmadığımızı soruyor. Ve tüm bunların yanında dijital değişiklikleri de bir düşünün! Telefonu ya da bilgisayarı bugüne kadar hiç bu sıklıkta kullanmadım. Sürekli olarak e-postamı kontrol ediyorum. Bundan gerçekten nefret ediyorum. Aslında yalnız olmayı seviyorum. Homeoffice sayesinde bize ulaşmak hem iş hem de kişisel olarak eskisinden çok daha kolay. Kendimi daha önce hiç bu kadar bağımlı hissetmemiştim. Gerçekten özlediğim şey otantik izolasyon, gerçek yalnızlık.
Virüsün bulaşma konusuna baktığımızda kültürel farklılıklar olduğunu düşünüyor musunuz? Fransızların selamlaşma sırasında öpüştükleri için virüsü daha hızlı bulaştırdıkları söyleniyor. Slav ülkelerinde durum nasıl?
Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya şu anda dünyada durumları en kötü olanları.
Hepsi paradoksaldır. Başlangıçta Çekler ve Polonyalılar virüsle mücadelede dünya şampiyonuydu. Yazın ne oldu da bu durum tersine döndü, bilemiyorum. Tüm bunların değişmesine rağmen yazın ne olduğunu bilmiyorum. İlk başlarda Fransa da virüse karşı mücadelede oldukça etkiliydi. Sonra sayılar patladı. Şimdi de Almanya’da sorunlar var. Virüsün yayılmasında kültürel özelliklerin gösterilmesi konusunda ben oldukça dikkatli davranıyorum. Sol görüşlü arkadaşlarım başlangıçta bana post-sosyalist devletlerin virüse karşı daha iyi mücadele ettiklerini ve Batılı, klasik neoliberal ülkelerden daha fazla dayanışma gösterdiklerini söylediler. Aktüel duruma baktığımız zaman durumun hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Dürüst olmak gerekirse, enfeksiyon sürecini ben de kendime gerçekten açıklayamıyorum.
Yöneticiler suçlu buluyor
Şu anda baktığımızda Çin’in gerçekten iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirsiniz. Neredeyse hiç enfeksiyon vakası yok. Çin sonuçta güçlü kontrol mekanizmalarına sahip bir ülke.
Evet, Çinliler gerçekten çok iyi. Ancak bu çok bir şey ifade etmez. Neredeyse Çin kadar başarılı olan Batı odaklı başka bir ülke de var – bahsettiğim ülke Tayvan. Avustralya ve Yeni Zelanda da çok iyi işler çıkarıyor. Söylemek istediğim şey: Kültürel klişeler analizlere yardımcı olmuyor. Almanya’da durum günden güne kötüye gidiyor. Almanya disiplinli bir toplum olmasına rağmen çok daha fazla ölüm vakası var. Ve yöneticiler ne yapıyor? Kontrolden çıkan durumu kabul etmek yerine, sürekli birtakım suçlular bulunuyor. İlk suçlananlar partiler yapan gençler oldu. Sonra restoran sahipleri. Şimdi ofisler ve işyerleri. Sinir bozucu olansa, virüs hakkında hâlâ ne kadar az şey bildiğimiz.
Önümüzdeki birkaç ay içinde neler olacağını düşünüyorsunuz? Yeni kitabınız “Pandemi!”de oldukça kasvetli bir resim çiziyorsunuz.
Pandemiyi psikolojik boyutuyla okumaya çalışan Latin Amerikalı arkadaşlarımla konuştum. Haklı olarak ilk kapanma döneminin psikolojik açıdan daha hoş ve rahat algılandığını söylediler. Birçok insan bu durumu çocukları ve ailesiyle zaman geçirmek, rahatlamak ve zihinlerini dinlendirmek için bir fırsat, bir tür tatil olarak gördü. ABD’li uzman Dr. Fauci bile virüsün yaz aylarında yenilebileceğini ifade etti. Böyle bakıldığında ilk tecrit hoş bir travmaydı.
Erken ve sert kapanma gerekli
Peki şimdi?
Güvendiğim birçok ekonomist, 2021 baharının ekonomik koşullarının çok kötü olacağını söylüyorlar. Ve insanlar bunun farkındalar. Birçoğu hafif kapanmayı savunuyor. Ancak 2020 yazı işe yaramadığını göstermedi mi? Hafif kapanma bir illüzyondan başka bir şey değil. Böyle bir “orta yolun” işe yaradığı fikrinden kurtulmalıyız. İşe yarayan tek şey, sıkı bir kapanma – ve yalnızca virüslü kişilerin sayısı hala kontrol altındaysa. Avustralya harika bir örnek, bu ülkeye hayranım. Melbourne’de çok küçük salgınlar oldu. Şehir daha sonra bir ay boyunca sıkı bir tecrit altına alındı. Ekonomi şimdi eskisi gibi çalışıyor. Vietnam da bunu doğru yapıyor. Vietnam da başka bir başarı hikâyesi. Erken, sert bir kapanma yalnızca işe yaramakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik olarak da en iyi çözüm.
2020 yazı aynı zamanda protestoların yazıydı. Siz bu dönemi nasıl yaşadınız?
Black Lives Matter (Siyah Yaşamları Değerlidir) protestoları çoğunlukla ABD’de gerçekleşti. Korktuğum şeylerden biri protestocuların Kant ve Hegel’den kurtulmak istemeleriydi. Kant, bugün ırkçı olarak nitelendirilebilecek birkaç açıklama yapmıştı. Gösteriye katılan Amerikalı bir arkadaşım, solun düşmanının kim olduğunu bildiği -polis, ırkçılık vb. – mücadelesine tekrar devam için mutlu olduğunu söyledi. Kısa bir an için bile olsa Covid-19’un unutulduğu ve normalliğin yeniden çalıştığını düşüncesi… Bu oyunda insanı tahrik eden bir şehvet vardı.
Sol görüşlü protestocuların virüsü ciddiye almamış olmaları sizi şaşırttı mı?
Vaka sayılarının bahardan çok daha kötü olması ve insanların durumu hâlâ ciddiye almaması oldukça garip. Alışverişe gidenler, dolup taşan sokaklar. Bu bir tür inkâr stratejisi. Sağlıklı bir panik durumunun özlemi içindeyim. İnsanların kendilerini çaresiz hissettiklerini düşünüyorum. Üçüncü dalga bir akıl hastalığı dalgası olacak. Bu durumu, çocukların ve ergenlerin psikolojik durumunda zaten gözlemleyebilirsiniz. Sosyal olarak izole edilmiş ve depresifler. Kimse onlara geleceğe dair net bir perspektif sunamıyor. Elbette aşı geliyor. Ancak sosyolog Bruno Latour’un dediği gibi: Bu salgın, daha sonra gelecek gerçek krizin yalnızca küçük bir testidir; diğer virüsler, küresel felaketler ve hepsinden önemlisi – küresel ısınma.
Gerçeklikle ilişkimiz kökten koptu
Hâlâ umut edebilir miyiz?
Umut edilebilir ama paradoksal bir şekilde! Umutsuzluğun cesaretini savunuyorum. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz. Gerçeklikle olan temel ilişkimiz değişti – dünyayı nasıl görüyoruz, onunla nasıl etkileşim kuruyoruz. Gerçeklikle ilişkimiz kökten koptu. Bunu ne kadar çabuk kabul edersek o kadar iyi.
Peki İtalyan filozof Giorgio Agamben hakkında ne düşünüyorsunuz? Agamben, virüsün bizi korkutmasına izin vermememiz gerektiğini düşünüyor.
Doğru. Agamben koruyucu önlemlere karşı. Agamben kısa süre önce “Ev Yandığında” başlıklı bir metin yazdı (Almanca: “wenn das Haus brennt”). Evin yandığını kabul ediyor ama aynı zamanda şöyle diyor: “Biz felaketi sadece izleyebiliriz. Onu değiştirmeye çalışırsak, sadece daha da kötüleştiririz.” Orta Çağ’daki insanlar gibi yaşamamız gerektiğini söylüyor – hiçbir tehlike yokmuş gibi yaşamak. Öyleyse arkadaşlarla buluş, öğleden sonra kahve iç, her şey yolundaymış gibi davran. Her şeyin biteceğini bilsek bile. Agamben dediği gibi: Bu ölmenin tek onurlu yolu.
Agamben ve Trump’ın damadı
Siz ne düşünüyorsunuz peki?
Agamben şeklinde düşünürseniz, bir solcu olarak Trump’a hızla yaklaşabilirsiniz. Sağcılar da sokağa çıkıyor ve maske takmanın ağızlık takmak gibi olduğunu ifade ediyor. Bunu oldukça ilginç buluyorum. Bu nedenle bilincimizde bir yarılma gerçekleştiğini söylüyorum. Agamben, yarılmaları görmezden gelmemizi ve eskisi gibi yaşamamızı istiyor. Bu, pandeminin yayıldığı ve daha fazla insanı hasta etmesi anlamına geliyor. Sanırım bu, Agamben’in söylediği gibi olmayacak – insanlar ölecek, ama toplum bir bütün olarak sosyal itibarını koruyacak – Aksine, toplum iğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyor. Sadece ABD’ye bakmanız gerekiyor: Şu anda orada kaç kişi silah alıyor? 20 milyon ya da daha fazla. Bunun anlamı daha fazla vahşet ve huzursuzluk. Eğer Agamben’i takip edip virüsü görmezden gelirsek, barbar bir Orta Çağ görüntüsü ile karşı karşıya kalırız. Başka kimin Agamben tarzında argümanlar sunduğunu biliyor musunuz?
Kim?
Trump’ın damadı Jared Kushner. Ne dediğini biliyor musun? Alaycı açıdan bakarsak oldukça güzel söylediği. Kushner, Trump’ın Covid’i doktorlardan aldığını ve halka iade ettiğini söyledi. Agamben ayrıca maske takmayı da eleştiriyor. “Zorba yüzsüzdür” diyor. Agamben, filozof Emmanuel Levinas’a atıfta bulunuyor. Kişi yüzündeki benliğin sonsuzluğunu tanır. Yüzünü örtmek artık bunu imkânsız kılar. Çünkü mutlak olan görünmez. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Şimdi bir Freudcu olarak konuşuyorum. Psikanalizde yüz tamamen önemsizdir. Yüz yüze görüşme, analizin her zaman sadece ön aşamasıdır. Psikanalizde göz teması olmamalıdır. Freud, “ben”in gerçeğine ulaşmanın tek yolunun bu olduğunu açıkça belirtir. Diyorum ki, tamam, maskeler var. Ancak nihai maske yüzün kendisidir. Yüzümüz yalan söylüyor. Gözler gerçeği söylese bile. Ama yüzümüz söylemez. Maskeye rağmen gözleri hâlâ görebilirsiniz.
Amerikalılar özgür olduklar yanılsamasıyla yaşıyorlar
Devlet kontrolünden hiç korkmuyor musun?
Devlet şu ya da bu şekilde kontrol eder. Çin oldukça açık bir şekilde kontrol ediyor. ABD aynı şekilde, sadece farklı şekilde kontrol ediyor. Amerikalılar sadece özgür oldukları yanılsaması altında yaşıyorlar.
Peki şimdi olan ne?
İnsanlar korona uygulamasından korkuyor. ‘Devlet beni kontrol ediyor’ diyorlar. Ben her zaman derim ki: Benimle dalga mı geçiyorsun? Bütün büyük eyaletler bunu 10 ya da 20 yıldır yapıyor. Elbette bunu Çin ve İsrail de yapıyor. İsrailli bir istihbarat ajanı bana İsrail’deki tüm konuşmaların kaydedilip değerlendirileceğini söyledi. Julian Assange tüm bunları doğruladı: Facebook, Google, tüm bu şirketler Amerikan güvenlik güçleriyle çalıştı. Bu izleme aparatı göz önüne alındığında, birinin şimdi nispeten zararsız bir korona uygulamasına karşı protesto etmesi oldukça saçma.
Koruyucu önlem karşıtlarını hiç mi anlayamıyor musunuz?
İşin içinde her şeye rağmen iyi bir şey var: Günlük yaşam, aptal filozoflar da olsak, bizi filozof yapar. Bence artık maske takmayı protesto eden ve maskeleri ağızlıklarla karşılaştıran ve kendilerini köpeklerle karşılaştıran tamamen normal, ortalama insanlar var. Sonuçta, belki de hayatlarında ilk kez, haysiyet ve insanlık hakkında düşünüyorlar. Sadece bunu bile harika bulabilirsiniz. Salgın bizden en iyiyi ve en kötüyü aldı. Pek çok doktor ve hemşire bir başkasının hayatını kurtararak hayatını tehlikeye atmakta. Bence bunlar saf güzelliğin örnekleri. Doktorlar alkış istemeden hayatlarını tehlikeye atıyor. Kant’tan alıntı yapacak olursak: “Yapabilirsin, çünkü yapmalısın.” Sadece yapıyorlar. Bu yüzden koruyucu tedbirler ve maskelerle onurumuzun tehdit edilmediğini söylüyorum, aksine: Bu tedbirler insanlığımızın kanıtıdır.
Esas iklim değişikliğinden korkmalıyız
Yani iyimser misiniz?
Gelecek için mi?
Evet. Kitabınızda, bir felaket kapitalizminin panzehiri olan bir “felaket komünizminden” bahsediyorsunuz. Şöyle yazıyorsunuz: “Devlet, maskeler, test kitleri ve ventilatörler gibi temel malzemelerin üretimini organize etme, otellere ve diğer tatil yerlerine el koyma, yeni işsizlerin geçimlerini sağlama gibi konularda çok daha aktif bir rol üstlenmekle kalmamalı, bütün bunları piyasanın mekanizmalarından vazgeçerek yapmalı.”
Her şey ya çok daha kötüye gidecek ya da çok daha iyi olacak. Bu tamamen bize bağlı. Covid-19 öylece kaybolmayacak. Aşılara rağmen, insanoğlunun da davranış ve yaşam biçimini değiştirmesi gerekecek. Ama beni en çok kaygılandıran şey çok başka bir şey. Sibirya’daki sıcaklığı gözlemlediniz mi? Temmuz ayında 35 derecenin üzerinde sıcaklıklar ölçüldü. Bundan gerçekten korkmalıyız.
Dünyalılar