Yaşam

Sevgiye kilit olma anahtar ol

 

Facebook sayfamda insanın neden sevgisini ifade etmekte zorlandıǧını sormuştum. Ve bazı arkadaşlarım, bu sorumu kendi açılarından yanıtladılar. Onların düşünceleri bana da bir yol açtı ve bu yazıyı kaleme aldım.  Aşaǧıda arkadaşlarımın düşüncelerine tırnak içerisinde yer verdim.

Kuşkusuz hepsi çok deǧerli yanıtlardı. Şöyle düşünceler ileri sürdüler bazı arkadaşlarım: “Kendini sevgiye özgür bırakmakta zorlanmaktadır…”, “Özgürleşmek isterken bile, kendi kendimize belirlediğimiz o sınırlar…”, “Sevgi egodan üstündür, ama günümüzde egoya hizmet eden bir duyguya dönüştü maalesef.”, “Birbirimizi yargılamaktan, sevmeye zaman bulamıyoruz.”, “Sevgi için risk almaya değer. Seçerken risk almamayı tercih edersek, aslında sevgi yalınlaşır. Yaşam sırasında taktığımız güneş gözlükleri zamanla alışkanlık yapıyor ve gördüğümüz renklere alışıyor gözümüz. Diğer renkleri görmek için gözlüğü çıkarmak lazım değil mi?”

Bu düşüncelerin hepsine katılıyorum. Sistemin ve toplumun bize çizdiǧi sınırları kabulleniyoruz ve bir süre sonra onları kendi öz sınırlarımız sanıyoruz. Sanki içinde bulunduǧumuz bu durumu özgürce biz belirlemişiz gibi bir yanılsama yaşıyoruz. İşte kendimizi sevgiye özgür bırakamamamızın bir nedeni de, özünde bu yapay sınırlardır. Halbuki sınırsızlıǧımızı fark ettiǧimiz ve o doǧrultuda yürüdüǧümüz anda sınırlar ortadan kalkacaktır. Çünkü sınır, sen üstüne yürüdükçe uzaklaşır ya da ortadan kalkar. İkili ilişkilerde karşıklı saygı da, sevgi kadar önemlidir. Birisini sevebiliriz, ama ona saygı duymayabiliriz, bu sevgimizi de giderek törpüleyen bir duruma dönüşebilir. İdeali, bir ilişkide saygı ve sevginin birbirini beslemesi ve birlikte bulunmasıdır. Gerçek sevgi, özünde pamuk ipliǧine baǧlı deǧildir. O hoşgörülü, sonsuz olabilecek ölçüde tahammülkârdır, yargılamaz, kusur aramaz, aksine hoşgörür, empati yapar ve kusur kapatır.

 

Sevgi bir insanı eksikleriyle birlikte kabul etmektir

Birbirimizin en küçük farklı düşüncesi, davranışı rahatsız ediyor bizleri, tahammül edemiyoruz farklılıǧa… Ve yargılıyoruz, gerekirse dışlıyoruz, gücümüz yeterse de sesini kısıyoruz insanların aynı devletler gibi.

Sevmemek deǧil belki ama, o sevgiyi taşıyabilecek, altında ezilmeyecek, onu çoǧaltabilecek ve ona layık olabilecek insanlara vermek mi doǧru acaba? Yoksa sevgi seçici olmamalı mı?

Genel olarak örneǧin insanlık düşüncesini sevebiliriz. Ama tek tek insanlarla olan ikili ilişkilerimize geldiǧinde artık seçiciyizdir ister istemez. Tek tek her bireyi sevmek durumunda deǧiliz, zaten böyle bir şeyi yapmayı denemeyiz bile. Bu yüzden dostlarımızı, arkadaşlarımızı seçeriz.

Peki sevgiyi, ona layık olana mı sevgi vermeliyiz? Belki o anlamda, sevgimizi verdiǧimiz kişi buna layık mı deǧil mi düşüncesinden çok, bir ilişkinin içinde ne kadar sevgi var, bu sevgi çoǧalıyor mu, bunun için özneler emek veriyor mu, egolarımızın ilişkideki yeri ve belirleyiciliǧi ne kadar… diye birçok soru sorulabilir. Elbette birçok farklı pencereden bakılabilecek sonsuzluǧa uzanan bir konudur bu.

İkili ilişkilerimizde sevgi konusunda aslında seçiciyizdir. Layık olmak derken aslında, karşılıklı olarak sevgi çoǧaltılmadıǧında o sevgi giderek tükeniyor, tıpkı bir kum saatinden kumların aşaǧıya hızla akışı gibi bence. Sevgi gönüllüdür ve bu yüzden bir seçme eylemidir, Akrabalarımızı, anne babamızı, işyerindeki arkadaşlarımızı seçemeyiz belki ama, sevgi vereceǧimiz insanı seçeriz. Aşık olacaǧımiz kişiyi bile seçemeyiz çoǧu zaman, ama sevgimizi vereceǧimiz kişiyi seçeriz. Sevgi bu yüzden, aşktan çok daha uzun ömürlüdür, o soǧukkanlı ve yavaşça ilerler sonsuzluǧa doǧru bizi de taşıyarak o hafif kanatlarında. Bu anlamda bazen hayal kırıklıǧına uǧrarız. Bazen ise, sevgimiz gelişerek ve bizi de geliştirerek yoluna devam eder.

Sevgi varsa sessizlik ve huzur vardır bir ilişkide; gürültü, tartışma, suçlama başladıǧında, sevgi de tükeniyor demektir o ilişkide.

İnsan olmak bence, eksikleriyle birlikte insan olmaktır. Sevgi de bir insanı eksikleriyle, yanlışlarıyla, hatalarıyla birlikte kabul etmektir. Biz hatalarımızın ve eksiklerimizin de toplamıyız aynı zamanda, doǧrularımızın toplamı olduǧumuz kadar. Kendimizi her ne kadar kusursuz ve mükemmel olarak görsek de, bu böyledir gerçekte. Böyle olduǧunda, eksikliklerimizi birbirimize karşı kullanmaktansa, empati yaparak o eksiklilikleri aşmaya ya da aşılamıyorsa da, onları en zararsız biçime dönüştürmeye çalışabiliriz.

Sevgi agapist bir eylem mi olmalıdır, yoksa karşılıǧını bulmadıǧında sona mı erer? Sevgi bazen karşılıksızdır, siz seversiniz, ama sevdiǧiniz kişi sizi sevmez. Ama en güzel ve çoǧalan sevgi her iki tarafın da birbirini sevdiǧidir.

Aslında her seçim bir risktir. Sevgimizi verirken, seçici olsak da bunun ne sonuç verecegini bilemeyiz o anlamda risktir zaten, hayal kırıklıǧına da uǧrayabiliriz elbette. İkili ilişkilerde önyargıdan arınıp, karşımızdaki insanı görebilirsek, elbette birbirimizin farklı yönlerini, renklerini keşfedip zenginleşebiliriz.

Oysa yanılsamanın suyuna yansıyan kendimiz, gerçekliǧin suyuna yansıyan kendimizden çok büyük. Lunaparklardaki her şeyi dev gibi gösteren aynalara bakıyoruz sanki; ellerimiz, dilimiz gözlerimiz çok büyük de, yüreǧimiz ve beynimiz küçücük kalmış.

Sevgi her şeyden önce bir ihtiyaçtır, şu ya da bu şekilde tatmin edilmesi gereken bir ihtiyaç… Birisi bize sarıldıǧında, fizziksel olarak hissettigimiz vücut sıcaklıǧı iç dünyamızda dalgalar yaratır ve sevgiyi hissederiz. Sanki üç boyutlu bir nesne gibi, onu iliklerimize kadar duyarız bazen.

Maslow, “Sevgi”ye duyduğumuz gereksinimin, C vitaminine duydugumuz gereksinim ile aynı sınıfa girdiğini belirterek şöyle der:

“Sevgi Bowlby, Spitz ve Levy’de olduğu gibi alışılmış şekliyle ele alındığında bir eksikliğin doyurulması gereksinimidir. İç sevgi ile doldurulan bir boşluktur. Eğer bu iyileştirici gereksinim elde edilemiyorsa güçlü bir sayrılık (patoloji) baş gösterir.”[1]

 

 

Sevgiye kilit deǧil anahtar ol

“Şu kirli kurşun rengi, şu donuk aydınlık yerine

 göz kamaştıran bir ışık da olabilirdi.

Sevgi de olabilir miydi? Olabilirdi. Ne çok kaçırılmış fırsat!

Ama içimde sevgi vardı. Ruhumun maǧaralarında, kodeslerinde,

kuyulu zindanlarında… Kilitli… Kapılar kapalıydı ve anahtar bende deǧildi.”[2]

 

Bazen kilit oluruz, hem kendimizi hem de çevremizdeki insanları kilitleriz, kısıtlarız. Kilit olmak, iktidar sahibi olmaktır. Çünkü iktidar, kısıtlamak uzerine kuruludur. Hakları, özgürlükleri ve kişinin özgür benliǧini kısıtlar.

En büyük kilit ise devletin, daha geniş anlamda sistemin kendisidir. Sistem, insanları hem yasalara, hem de kendi içlerine kilitler ve izin verdigi ölçünün dışına çıkmalarına izin vermez. Toplum ve dar anlamda çevre de tek tek bireyleri kendi kurallarına, tabularına kilitler.

Bazen kilit oluruz, sevgimizi kilitler, onu kimselere göstermeyiz.  Sevgimizi demir kapıların ardına hapseder ve kendimizi böylelikle rahatlamış sanırız. Buna raǧmen sanırız ki, tepeden tırnaǧa sevgi doluyuzdur. Oysa içimizde sevgimizi hapsettikçe, açıǧa çıkarmadıkça, göstermedikçe içimiz giderek boşalır ve o boşluk bizi boǧmaya başlar; nefes alamaz havasız kalırız.

Bazen ise anahtar olur, kilitleri açarız, hem kendimizin kilitlerini, hem de çevremizdeki insanlarınkileri… Anahtar olmak, özgürlüǧe giden yolu açmaktır. Bazen ise ne anahtar ne de kilitizdir, basit bir vida olmuş ve bu durumumuzu kabullenmişizdir. İşte bu da hayata teslim olmayı kabullenmektir.

Kilitlerin ve anahtarların olmadıǧı yerdedir oysa gerçek özgürlük ve sevgi. Kısıtlanmamışların ülkesinde. Kısıtlamayanların topraǧında. Oralarda bir yerde gizlidir özgürlük ve sevgi, tıpkı Juliet’in dediǧi gibi, o verdikçe çoǧalan bir hazinedir.

Siz siz olun, hiçbir şeye kilit olmayın; ne sevgiye ne de herhangi başka bir şeye.

 

“En büyük kötülük, her zaman için,

gerçek bir sevginin bulunmamış olmasıdır.”[3]

 

Modern hayatın bireye getirdiǧi en büyük olumsuzluklardan birisi de, onu nevrotik yapmasıdır. Aslında büyük psikiyatristlerin dediǧi gibi, modern toplum içerisinde hepimiz şu  ya da bu ölçüde nevrotiǧizdir. Modern toplum içinde bundan kaçmak olası deǧildir. Ama onu kontrol altına alabiliriz. En azından çoǧumuzun yapmaya çalıştıǧı da budur.

Horney, sevgi ile nevrotik kişilik arasındaki ilişkiyi şöyle kuruyor:

“Eğer nevrotik kişinin ruhsal şartları çoğu zaman kendisinin sandığı gibi olsaydı, aradığı sevgiye ulaşması kolay olurdu… Bunun sonucu olarak da arkadaşlıklarının, evliliğinin, aşk ve iş hayatındaki ilişkilerinin coğu zaman niçin tatmin edici olmadığını anlayamamaktadır. Böylece, bir hayaletin peşinden koşarcasına sevginin peşinden koşup durmaktadır.” [4]

Belki de Horney’nin saptadıǧı gibi, o görmezden geldiǧimiz nevrotik kişiliǧimiz yüzünden, gerçek sevgiye hiçbir zaman ulaşamıyoruzdur, kim bilir?

Belki de bu nedenle hep içinde bulunduǧumuz duruma gerekçeler üretiyor ve kendimize haksızlık yapıldıǧını söylüyoruz. Çünkü asla tahammül edemediǧimiz bir durumdur sevilmemek. Oysa kendimize göre sevgi doluyuzdur, çevremize sevgiden bir ışık demeti saçıyoruzdur çoǧu zaman. Ancak bu düşüncelerimiz, kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Özünde sevgiyi ne almayı, ne vermeyi, ne de onu göstermeyi biliyoruz.

Oysa insan sevgi verdiǧinde, güven, saygı duymayı da ister.

“Bu, kişilerin birbirlerini ilişki içinde kapatmaya çalışmadıkları, birbirlerinin özerkliklerine saygı gösterebildikleri, birbirini yitirme korkusunun yaşanmadığı bir beraberliktir. Gerçek sevgi bağıdır.”[5]

Geçtan’ın dediǧi gibi, sevgi tek bir yaşantı deǧil, bir süreçtir.[6]

Bu uzun soluklu süreci birlikte göǧüslemek, fırtınalara birlikte göǧüs germek, yoksulluklara ve yoksunluklara dayanışma ile yine birlikte katlanmak ilişkinin de kalıcı ve uzun soluklu olacaǧını gösteren özelliklerdir aslında.

“Sokrates “Sevgi nedir?” diye sorar. Yanıtı ise ünlü aşk hocası Diotima’dan alıntı yaparak verir: “Ne ölümlü ne de ölümsüzdür, ikisinin ortasındadır… Büyük bir ruhtur (daimon), çünkü  ruh dediğimiz Tanrı ile insan arası bir varlıktır…. Tanrı ile insan arasındaki boşluğu dolduran ruhlar, böylece bütünlüğün bütünlüğünü kurarlar.”[7]

Evet sevgi tam da budur: “ne ölümlü ne de ölümsüzdür.” Daha doǧrusu, onu öldürmek de ölümsüzleştirmek de bizim kendi elimizdedir. Sevgimizi ikili ilişkilerimizde, her gün yeniden gözden geçirip yenilersek, aynı zaman da onu ölümsüzleştirmek yolunda da bir adım atmış oluruz. Sevgi ilgi, bakım, empati,yeniden deǧerlendirme, özveri ve daha birçok şeyi gerektirir.

Ve son söz Fromm’a göre,  sevgi, insana ne yukardan inen yüksek bir güç, ne de zorla kabul ettirilen bir ödevdir. O, aracılığıyla, insanın kendisini dünyaya bağlayıp dünyayı gerçekten kendisinin kıldığı bir öz-güçtür.[8]

Sevgiyle olalım, sevgiyle kalalım… Gerçek sevgi özgürlüktür.

 

Erol Anar

Santa Catarina-Brezilya

Ocak-Şubat 2017

 

Dipnotlar

[1] Abraham Maslow: “İnsan Olmanın Psikolojisi”, Kuraldışı Yayınları, Mart 2001, İstanbul, s. 48.

[2] İonescu: “Yalnız Adam”, Cem Yayınevi, İstanbul 1974, Çeviren: Bertan Onaran, s. 103.

[3] Karen Horney: “Çaǧımızın Tedirgin İnsanı”, Tur Yayınları, İstanbul, 1980, s. 87.

[4] Horney, age, s. 110-111.

[5] Engin Geçtan: “İnsan Olmak”, Remzi Kitabevi, 14. Basım, Nisan 1994, İstanbul, s.125.

[6] age, s.180.

[7] Aktaran: Rollo May: “Aşk ve İrade”, Okuyanus Yayınları, 5. Baskı, Kasım 2010, İstanbul.

[8] Erich Fromm: “Kendini Savunan İnsan”, Türkçesi Necla Arat, Say Yayınları,  4. Baskı, İstanbul, PDF, s. 11.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu