Gerçeklerden masallar
Kitaplar değil midir yaşadıklarımızı bize hem fark ettiren hem de başkalaştıran. Dünyadan başlayıp bize dönen binlerce yaşantı ve bizden dünyaya dönen binlerce anlam. Hele tarihsel zeminde tek var olan, sözün saltanatıdır. Söz sultan olduğunda göze sadece kapanmak kalır. Sözün saltanatı masallar, efsaneler, şiirler ile kurulur.
Konu tarihse sözün sahiplerinden biri de Amin Maalouf’tur. Farklı ve istisna olabilecek aidiyetleri bir arada taşıyan ve bir üst kimlik olarak dünyalı olmayı çok iyi özümsemiş yazarın hayatı; savaşlarla ve etnik mücadelelerle şekillenmiştir. Hayatı, kimliğinin ne olduğunun sürekli sorgulandığı coğrafyalarda geçmiş ve bu durum kimlik üzerine derin analizler yapmasını sağlamıştır. 1976 yılında Lübnan’da savaşın başlaması ile Fransa’ya göç eden, Hristiyan, Arap asıllı bir Fransız vatandaşıdır. Taşıdığı binlerce yıllık miras, eserlerinde öyle içten sentezlenir ki kimliklerin ölümlerle içe içe geçtiği dünyamızda aslında çok kültürlülüğün nasıl bir zenginlik olduğunu açıkça gösterir Amin Maalouf. Ölümcül Kimlikler kitabında şöyle söylemiştir. “Kimlik bir yamalı bohça değildir. Gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir.” Her birimiz onlarca kimliğe sahip olduğumuzdan binlerce aidiyete bağlıyızdır. Bu çok yönlü kimlik durumu kimsenin tekelinde olmayan bir evrenselliğin anahtarıdır. İhtiyacımız olan tek dil tek kültürle tek tipleşmeyen bir dünyalılaşmadır. Varlığı ve eserleri böylesi bir umut barındırır. Bu yüzden çok sevilir ve hemen hemen her eseri bir ödülle anılır.
Kullandığı sade dilin aksine konularını oldukça masalsı bir kurguyla, bir bilge edasında dillendirir. Bu durum, bugünü yitirdiğiniz bu kurguda kendinize yer bulmanıza ve kısa sürede kitabı sonlandırmanıza neden olur. En azından benim için kitabın açıldığı gece Amin Maalouf gecesidir. Düşler bilinçli yaşanır ve gezinti, zamanın o çok yavaş aktığı geçmişedir. Gezinti; sokaklarından Ömer Hayyam’ın geçtiği Semerkant’a dır, Hasan’ın( Afrikalı Leo) aşklarla şekillenen Endülüs’te başlayan, Fas’a, Mısır’a ve oradan Roma’ya savrulan hayatınadır, yılmayan aşıkları buluşturan bir köprü üstünedir, saf hakikatin peşinde ışık bahçelerinedir, güzeller güzeli Lamia’nın yaşadığı dağ köyünedir. Tarih; savaş ve sayı olmaktan kurtulur, sokaklarını, evlerini, insanlarını açar size. Dokunursunuz tarihe ve bugünkü yaraları sorgularken bulursunuz kendinizi.
“Yaradan bile keyfimiz için kuzuları boğazlamamızı söylüyor, ama asla kurtları değil…”
Tanios Kayası.
“Ölüm, tanıdık bir ısırgan otuydu. Serüven böyle yaşanırdı. Elveda deyip giderek. Gidenin ne zaman döneceği, hatta dönüp dönmeyeceği bilinmezdi. Cesareti olanlar, talih ve rüzgarlar da onlardan yana olursa, Deb’e varabilir” diye anlatır ‘Ölümcül Kimlikler’ kitabında Mani’nin Deb’e yolculuğunu.
Konular genellikle dünya için şafak vakti sayılabilecek zamanlarda geçer. Bir devrime sözcülük eder kendi süzgecinden. Nasıl böyle gerçek ve nasıl böyle masalsı derseniz bu durum tek başına yazarın dehası ile elbette açıklanamaz. Doğu büyüleyicidir, kaybettiğimiz boşluk, uzaklaştığımız felsefe, şiirdir, ancak Doğu’yu romantik kullanabilir bir nesne olarak görmez Amin Maalouf. Doğu içinde rubailerin, hikayelerin, bilgelerin, tarihe yön veren yöneticilerin ve somut olayların olduğu bir gerçeklik kazanır. Bir çok eserinde Doğu’nun sanatla iç içe geçen zengin bağlarını gün yüzüne serer. Maalouf’un kitaplarında en çok sanat, geçmişi süslemiş, kıymetlendirmiştir. Karakterler ise tarihin içinden geçen birer bütün kişiliklerdir ne iyi ne de kötü denebilir. Dolayısıyla ne bir sorgulama ne de bir yargılama vardır kişilere, olaylara karşı. Geçirgen, yaşayan, değişen insanlık hallerinedir yolculuk. Ve her kitapta süregiden bir göçerlik haline. Ömer Hayyam’ın dizeleriyle;
“Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına,
Bizden birkaç kadeh önce sızıp gittiler”
Tarih olmuş bitmiştir ama tarihin sürekli bir yerlerde yeniden yaratıldığına şahit oluruz. Hepsi bilgi ve başka metinlerle ilişkili olmak zorunda olsa da vatandaş için tarih, tarihçiler için tarih, yazarlar için tarih başkadır. Binlerce anlam içinde okuduklarınızın yalın bir seyircisi olmazsınız. Bugünle geçmişi ilintilendirir, geçmişin geçmediğini bugünün silinmez bir parçası olduğunu hissedersiniz.
Amin Maalouf bu bütünsel bakış açısının nimetlerinden yararlanmaya davet eder hepimizi. Geleceğe söylenecek bir şeylerimizin olmasını diler.
Hediye Çınar Ekinci
Dünyalılar