Kültür-Sanat

iran Sineması ve “Beyaz Çayırlar”

“Beyaz Çayırlar” İran vatandaşı Muhammed Rasulof’un 2009’da çektiği filmin adı.
Önce parantez açarak bir eklemede bulunayım:

Görsel: “Beyaz Çayırlar” filminden bir sahne.

3-4 gün önce Tanıl Bora verdiği bir röportajda, “Bütün dünyada ve Türkiye’de güçlü bir antientelektüalizm var. Entelektüeller ve entelektüel faaliyetler bundan 10-20 yıl önce olduğu kadar saygın değil. Kimse onları o kadar merakla dinlemiyor…”
Haklı.
Farkındayım ki, slogan vari, bir iki mecaz cümleyle ve havalı bir fotoğrafla görünürlüğü artırmak uzun yazıları okumaktan ve kitabi konuşmaktan daha muteber bugünlerde. “Sanat sanat içindir” aut olduğu günler geride kaldı derken “sanat halk içindir” gayretlerinin boşa kürek salladığı günlerdeyiz artık.
Ama ben yine de 3-5 okuru ciddiye alarak ‘edebiyat parçalamak’tan kendimi alıkoyamayacağım.

Muhammed Rasulof, filmleri nedeniyle İran İslam Devrim Mahkemesi tarafından birçok kez tutuklandı, hapis cezasına çarptırıldı, yurtdışına çıkışı yasaklandı, hatta işkence bile gördü. Nedeni İran rejimini eleştirmek, düşünmek, muhalif olmak.
Türkiye sinemasının ve sanatçılarının pek yabancısı olmadığı bir durum yani.

İran Sineması ve Filmleri

Bu film dahil birkaç filmini (“Demir Ada”,“Şeytan Yoktur”,”İnatçı Bir Adam”) internet üzerinden izlemiştim sanatçının.
Filmlerinin şiirlerime ve yaptığım resimlere imgesel katkısı olduğunu söyleyebilirim. Özellikle “Beyaz Çayırlar” filmindeki görsel kompozisyonlar, sembolist öğeler ve kullandığı metaforlar çok çarpıcıydı benim açımdan. Sinema eleştirmenleri de aynı kanıda. Haklı olarak birçok ödül toplamış dünya gösterimlerinde.

Film, insanların acılarını dinlemek için köyleri ziyaret eden gezgin bir gözyaşı toplayıcısını konu alıyor. İnsanın kanını donduran ritüel sahneler filme sürükleyicilik katan ana öğelerden biri.
Tuz oluşumlarıyla kaplı adada siyah burka giyimli kadınların zorla ağlatılmaları… İmbik imbik toplanan gözyaşları… İnsanların dertlerini fısıldadığı sayısız cam kavanozla, bir cücenin kuyuya indirilerek oradaki perilere gün doğmadan teslim etmeye çabalaması… Başka bir yerde, reşit olmayan bir kızın zorla deniz gelini yapılması… Başka bir adada, bir sanatçı renkleri “düzgün” göremediği için gözlerinin tuzlanması, zorla güneşe baktırılması…

Hepsi Freud’un, şu an okumakta olduğum “Totem Ve Tabu (Sosyal Yayınları)” kitabında altını çizdiği, insanın akılla baş edemediği sorunlar karşısında yazılı olmayan en eski mağara yasaları güdümünde batıl inançlara güvenme duyarlılığının tipik bir göstergesi. Amaç insanların yaşadıkları kötülük ve umutsuzluk karşısında tanrının gazabından kurtulmaya çalışması.

“İnsan zihninin karmaşıklığı, suçluluk duygusunun, baba-erkek-tanrı karşısında doğurduğu kefaret ödeme ihtiyacına dayanır.” diyor FREUD. Ve devamla bu kefaretin ödenmesinin, insanın içine yansıyan bu üç figüre karşı boyun eğme tavrıyla alakalı olduğunu ileri sürer.

Mutsuz Günlerde Yaraya İlaç: Edebiyat, Sinema, Müzik” başlıklı yazımızı da okumak isterseniz…

İlkel kavimlerden bugünkü modern dünyaya insanlığın katettiği tüm ilerlemelere rağmen siyasal iktidarların sosyal hayatı dini referanslarla ve kutsal kitap sözleriyle tasarımlaması hâlâ devam ediyor.
“Kör inanışlar” bugün de hayata dair ritüellerin en başında gelmekte.
AKP’nin 22 yıllık iktidarı ve yanına aldığı dini cemaatlerin Türkiye toplumunu, söz konusu kör inanışlar bağlamında mikro ve makro düzeyde nasıl değiştirdiğini, cahilleştirdiğini gördük ve yaşadık ve yaşıyoruz.

Yakın zamanda tanık olduğum bir olay; Arkadaşımla birlikte sahilde otururken, köylü bir adamla yanında genç bir kız çocuğu dikkatimizi çekmişti. Adam kızla birlikte sahildeki balıkçılardan kayık kiralayıp denize açılmıştı. Denizin üzerinde 1 saate yakın daireler çizip geri dönmüştü. Öğrendik ki, kızının günlerdir süren mide bulantısı ve soğuk soğuk terlemesi varmış. Köyden din görevlisi biri “Kızını al denize götür, bir kayığa beraberce binin yedi kez ters yedi kez düz dönün!..” demiş.
Yanımda bulunan sosyolog arkadaşım dikkat çekerek, üniversite yıllarında buraya yakın köylerde araştırma yaparken bu ritüeli duyduğunu, ihtimal kızın yasadışı(ensest) bir hamileliğinin söz konusu olabileceğini söylemişti. Şaşırmıştım.

Sonuç:
Burnumuzun dibinde acımasızca sürdürülen savaşlar söz konusu. Siyonist İsrail ile İslamcı terör örgütü Hamas arasındaki savaş bunun tipik örneği. Arka planında kör bir inanış söz konusu: Kudüs toprakları tanrıdan gelen bir vahiyle Yahudilerindir ve ya da Peygamber HZ Muhammed’in ilk namaz kıldığı yerdir.

İnsanlık tarihi bize göstermiştir ki, bu duyguyu bertaraf etmenin en emin yolu akıl; akılla bedenimize, sosyal hayatımıza, toplumsal yaşamımıza hükmetmekten başka çaremiz yok.
René Descartes’in dediği gibi, “Akl-ı selim, dünyada en iyi dağılmış olandır; zira herkes ondan nasibini iyice almış olduğunu sanır”

Galiba bu savaşta taraf olan ülkeleri yönetenlerin hepsi kanımca akıldan yoksun kimseler. Ne yazık ki, kefaretini insanlık ödüyor!..

Osman Günay

03.11.2023

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu