Yaşam

Aşırı Gelişmenin Laneti – Obezite

Aşırı gelişmiş ülkelerin artan tüketimle beraber bir dizi hastalıklara da yakalanmaları şaşırtıcı bir sonuç değildir. Bunun en açık göstergesi, sanayileşmiş ülkelerin çoğunda ve gelişmekte olan dünyadaki seçkinler arasında görülen obezite salgınıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde bugün her üç kişiden ikisi fazla kilolu ya da obez; Bu durum kişilerin yaşam kalitesini düşürüyor, ömürlerini kısaltıyor, tıbbi masraflar, erken ölümler ya da sakatlıklar nedeniyle oluşan verim kaybı ülkeye yılda fazladan 270 milyar ABD dolarına mal oluyor. Bu salgın, yeni neslin özellikle kalp hastalıkları, diyabet, bazı kanser türleri gibi obezite ile ilişkili sorunlar nedeniyle ebeveynlerinden bir kaç yıl daha az yaşamalarına sebep olabilir.

Ancak endüstriyel tarım yapanlar, işlenmiş gıda üreticileri, pazarlamacılar, ilaç şirketleri, hastaneler mevcut durumdan kar sağlayan diğerleri bu durumdan pek de şikayetçi değiller. ABD’de sadece beslenme sanayinin obeziteden sağladığı kazanç, 100 milyar dolara çıkıyor ve bu ülke diğerlerine sadece yol gösterici.

Beslenme biçiminde geniş kapsamlı bir dönüşüm  bazı kişiler açısından mümkün olmamakla birlikte, yemek ve diğer tüketim modellerini olumsuz etkileri azaltılmış normlara oturtmak için yumuşak geçişler yapmakta mümkün. Slow Food (Yavaş Yemek) hareketi de bunlardan biri. Bu hareket, beslenme biçimimizde et odaklı, yüksek düzeyde işlemden geçmiş, ekolojik açıdan yıkıcı, sağlıksız besinler yerine ” iyi, temiz ve adil ” besinler satın alma, pişirme ve yemenin tadına tekrar dönülmesini hedefliyor.

Slow Food 150′den fazla ülkede bulunan destekleyicileriyle bir sivil toplum kuruluşu haline dönüşmüş durumda artık. Kar amacı gütmeyen bu dernek, 1989 yılında fast food ve hızlı yaşam tarzına, yerel geleneklerin yok oluşuna ve insanların ne yediklerine, yedikleri yemeğin nereden geldiğine, tadının nasıl olduğuna ve yaptıkları yemek tercihlerinin dünyanın kalanını nasıl etkilediğine dair ilgilerinin azalmasına karşı Carlo Petrini tarafından kurulmuş bir hareket. Slow Food’un bugün dünyada 100,000′den fazla üyesi, 1,300 yerel şubesi (convivium) ve kaliteli yemeklerin sürdürülebilir üretimi üzerine çalışan 2,000′den fazla yemek kuruluşu bulunmakta.

Fikir Sahibi Damaklar Türkiye’de de bu hareketi yürüten yapılanmalardan biri. Sayfalarından küçük bir alıntı…

“Şehirli bireyin, gece saat 10′a kadar açık kalan hiper-marketlerin insanı tembelliğe iten konforu karşısında, satılan yoğurdun “gerçekten” yoğurt, ekmeğin “gerçekten” ekmek olup olmadığını düşünmeyi bıraktığını ve nihayetinde, gıda yerine gıdaymış gibi yapan, büyük üreticilerin karını arttırma odaklı ar-ge çalışmalarının karşılığı, pek çok “endüstriyel” ürünü tüketir olduğunu görüyor.”

Bireylerin beslenme alışkanlıklarını tekrar gözden geçirmelerini sağlamak için haftada bir kez et yememeye çağıran bir başka kampanya da “Etsiz Pazartesi Kampanyası (Meatless Monday Compain)”. İlk 2003 yılında başlayan bu kampanya aslında 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında da askerlere et temin etmek için ABD hükumeti tarafından uygulanmış.1.Dünya Savaşı sırasında 10 milyondan fazla Amerikan ailesi ve 425 bin gıda satıcısı pazartesileri et yememeye ve satmamaya söz vermişti. Şu anki katılım bu kadar yüksek olmamasına rağmen İngiltere, Belçika, Fransa, İsrail ve Hindistan’da oldukça yaygın olarak katılım görmekte.

Kökü çok derinlerde olan kültürel kalıpları değiştirmek için olabildiğince çok sayıda aktörün katılımı ile pek çok farklı düzeyde ve sürekli müdahale gerekir. Devletin Amerikan beslenme biçimini konu alan bir sergide de belirttiği gibi, savaş zamanında Amerikalıların beslenme biçimini değiştirmek için “ünlüler, antropologlar, çizgi film karakterlerinden oluşan bölükler ve filmler, radyo programları, posterlerden oluşan filolar aracılığı ile savaşılıyordu.”

Bugünkü tüketim modellerini değiştirmek için gene böyle köklü bir müdahale gerekecek.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu