Beyin adlı şu şehvetli ceviz: tüm duygu ve düşüncelerimizi belirliyor, gerçekleri çarpıtıyor, bizi kandırıyor, onu kontrol ettiğimizi düşünürken bizimle fena halde oynuyor.
Beynimiz; kibirli, duygusal, ahlaksız, aldatıcı, dik kafalı, ketum, zayıf iradeli ve tutucu patronumuz. Pyszczynski soyadlı bir psikoloğun “terör yönetim teorisi” şeklinde adlandırdığı teoriye göre, sağlıklı bir beyin; “insanoğlunun anlamsız bir evrende yaşamını devam ettirmeye çalışan fani hayvanlardan ibaret olduğunu, yalnızca çürümek ve ölmek kaderini paylaştığı gerçeğini fark etme olasılığıyla kapılacağı korkudan uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmış koruyucu bir kalkandır.”
Şayet birkaç iyimser illüzyon, Pyszczynski’nin acımasızca söylediği gibi aslında evrendeki bir patatesten, ananastan ya da dikenli kirpiden daha önemli olmadığımız gibi rahatsız edici bir düşünceden uzaklaşmamızı sağlıyorsa, kibirli beyinlerimize nasıl büyük bir şükran borçlu olduğumuz ortadadır.
Kararlarımız üzerinde duygularımızın ve duygu durumlarımızın son derece büyük bir etkisi var ve bunu bilmek endişe verici. Bir deneyde araştırmacılar, öğrencileri güneşli ve yağmurlu havalarda çağırarak onlara hayattan aldıkları tatmini ve mutluluk seviyelerini genel olarak değerlendirmelerini istemişlerdi. Güneşli havada konuşulan öğrencilerin duygu durumları diğerlerine oranla çok daha iyiydi, hayatta çok daha fazla tatmin olduklarını söylediler.
Aşkın veya öfkenin insanın gözünü körleştirdiğine dair (veya ciddi anlamda görme engeli yarattığına dair) deneysel bilgi söz konusudur.
Ahlaksız beynimiz, hayatın güvenli ve adil olduğuna dair korkak psikolojik ihtiyaçlarımızı tatmin etmeye yaramanın yanı sıra, ahlaki bir üstünlük sahibi olabilmemiz için ustaca çalışır. Randevularımıza hiçbir zaman düşüncesiz veya düzensiz olduğumuz için geç kalmayız, hep beklenmedik sorunlar peydahlanmıştır. Kendi gemimiz denizin azgın dalgaları nedeniyle limana gecikirken başkalarınınki sadece oyalandığı için geç kalmaktadır.
Beyinlerimizin ne kadar aldatıcı olduğunu gösteren en önemli kanıt şu masum görünen soruyla başlar: Sosyal hayatınızdan memnun musunuz? Veya bir başka deyişle sosyal hayatınızdan mutsuz musunuz? Bunu öğrendiğinizde çok şaşıracaksınız belki ama sorunun soruluş şekline göre verilen cevabın şekli de değişmektedir. ‘Memnun’ olup olmadığı sorulanlar sosyal hayatlarıyla ilgili çok daha tatmin dolu değerlendirmeler yapmıştır.
Biz inanmayı kolay fakat şüphelenmeyi zor bulan, çabuk inanan canlılarız. Asıl problem duyduklarımızın doğruluğuna inanmamız ve bu konuda inatçılığı sürdürmemizdir.
Bilgiç beynimiz bilmediği bir şeyi biliyormuş gibi yapmakla kalmaz, aynı zamanda “bilemeyeceği” bilgileri de bildiğini iddia eder. Kendimizi beğenmiş eğilimlerimizin son hazin noktası, hiç bilinemeyecek şeyleri bildiğimizi düşünmemizdir. Üniversite öğrencilerinden oluşan denek grubuna cevaplamaları için yüz genel kültür sorusu verildi. Bu yüz sorunun yirmi tanesi aslında cevabı olmayan sorulardı. Mesela, “Avustralya’daki tek kedi cinsinin adı nedir?”, “Eski Yunan’daki efsanevi yüzen adanın ismi nedir?”, “Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalayan tek kadının soyadı nedir?” Denekler cevabı olmayan bu soruların yüzde yirmisinin cevabının dillerinin ucunda olduğunu iddia ettiler. Cevabı bildiklerinden eminlerdi.
Kendi parlaklığımızla körleşip her şeyi bildiğimizi zannetmekteyiz.
Beynimizin sürekli olarak kullandığı belli başlı hilelerine karşı zayıflığımızı fark etmek ve kabullenmek, onlara karşı kendimizi korumak için en iyi yöntemdir. Zihinsel kirliliğin bazı kaynaklarını basit kaçınmalarla uzakta tutabiliriz. Kadın dergilerinin değerlerini farkında olmadan içselleştirmek istemiyorsanız onları satın almayın. Reklamlarda pompalanan bilgilerle dikkatinizin dağılmasını istemiyorsanız onları izlemeyin.
Başına buyruk beynimizin çarpıtmalarına ve aldatmalarına karşı sürekli tetikte olmaya çalışmalıyız. Çünkü onlar her zaman bizimle birlikte olacaklardır.
Kaynak: “A Mind of Its Own”- Başına Buyruk Beyin
Cordelia Fine (Melbourne Üniversitesi-Psikoloji Bölümü)