Yaşam

Betûl Mardin: “Ben şanslı bir kadınım”

Arif Mardin’in kız kardeşi. Haldun Dormen’in eski eşi. Ayşe Arman’ın kayınvalidesi. Betûl Mardin, “halkla ilişkiler” dendiğinde akla gelen ilk isim. Benzersiz bir şahsiyet.Betûl Mardin

Yıllardır topuzundan, pantolonundan ve bastonundan vazgeçmemiş. Bunları şekle dair ayrıntılar sanıyorsanız yanılıyorsunuz; Betûl Mardin, sadece nasıl biri olacağına değil, nasıl görüneceğine de baştan karar vermiş ve seçtiği yolu değiştirmemiş bir kadın.
İşte 9 yaşından itibaren hayatının yönünü belirleyebilmiş ve içinde hiçbir konuda ukde kalmasına izin vermemiş “şanslı” ve şahane bir kadının anlattıkları…

“O gün orada kendi kendime bir yemin ettim: Öyle bir iş yapacaktım ki daha önce kimse yapmamış olacaktı”

Betûl Hanım, insan yaşlılığı nasıl kabullenir?
Ruhun aynı kalsa da sen yaşlandıkça vücudun değişiyor, güçten düşüyorsun, yaşlılık dedikleri bu. Ama hazırsan, kabullenmen zor olmuyor. Ben şanslı bir kadınım. Yaşlanmak benim için beklenmedik bir şey değildi, kaçınılmaz olduğunu çok küçük yaşta öğrenmiştim.

Kimden öğrendiniz?

Büyükanneler ve büyükbabalarla büyüdüm. Dolayısıyla yaşlılarla her gün aynı sofraya oturmak nasıldır, bilirim. Büyükbabam Necmettin Molla Bey olağanüstü akıllı bir adamdı. Dinle… Kendi arazisinde dolaşırken, bir yerlerden akan suyu görüp “Nedir bu?” diye soruyor. “Su” diyorlar. Üşenmeyip arıyor, ta Kocataş’ta o suyun kaynağını buluyor. Bakıyor, tepeden tertemiz bir su akıyor, lezzetli. Ama boşa akıyor. Kilometrelerce boru döşetiyor ve suyu aşağıya indiriyor, bununla da Kocataş Su Şirketi’ni kuruyor. Suyu şişelere doldurup satıyor ama Sarıyer’in orta yerine bir de çeşme yaptırıyor, yöre halkı suyu bedava içebilsin diye. İnsan hayatına giren herkesten bir şeyler öğrenir ama dedim ya, ben şanslı bir kadınım, ailemde böyle insanlar vardı ve onlardan çok güzel şeyler öğrendim. Büyükbabam Necmettin Molla Bey her şeyin para olmadığını biliyor, insanlara elinden geldiğince yardım ediyordu.

Üzerinizde çok iz bırakmış…

Kalabalık bir aileydik, sofraya 3-5 kişi değil, 24 kişi otururduk. Dedem bana yaşıtı gibi davranır, konuşurken ara sıra bana dönüp “Anladın mı?” diye sorardı. Böyle bir adamın yanında yetişince, her şeyi anlıyorsun zaten. Ufkun geniş, dünyan zengin oluyor. Mesela bir gün “Almanlar gelecek, al bunları, dağ tepe gezdir” dedi. Yıl 1937-38 falan, II. Dünya Savaşı başlamamış ama olacaklar belli ediyor kendini. Boğaz’ın üst kısımlarına çıktık. Büyükbabam, “Ne konuşurlarsa gel bana anlat” diye tembihlemişti. İngilizcem çok iyi, Fransızcam da var ama adamların konuştuklarını anlayacak kadar Almanca bilmiyorum. Zaten onlar da daha çok manzara fotoğrafı çekiyorlar. Neyse gezdik, dolaştık, döndük. Büyükbabam yemekte bana eğilip “Ne yaptılar yukarıda?” diye sordu. “Pek bir şey yapmadılar, sadece fotoğraf çektiler” diye cevap verdim. Dedemde suratı düştü, “Çantaları dışarıda duruyor, çaktırmadan çıkıp kameralarının kapaklarını kurcala” dedi.

Eyvah, silinecek bütün fotoğraflar…

Silinsin diye yapıyorum zaten; adamlar casusmuş.

Vay, 10 yaşındasınız ve büyükbabanız omuzlarınıza memleketi kurtarma sorumluluğu yüklüyor… Korkmadınız mı?

Hayır, hatta gelen ecnebileri tepeye çıkararak testten geçirmek artık benim işim oldu. Arka arkaya fotoğraf çekiyorlarsa, anlıyordum ki bunlar casus ve hemen “Daha iyi bir yer var” bahanesiyle ormana götürüyordum onları. Fotoğraf çekseler bile hiçbir işlerine yaramayacak yerlere… İnsan tanımayı böyle öğrendim. Daha önemlisi gerçekçi biri oldum. Ben, çocukların hayatında annelerle babalar kadar büyükanneler ve büyükbabaların da önemli olduğuna inanıyorum. O yüzden torunlarımla elimden geldiğince çok vakit geçiriyorum. Özel bir şey yapmasam da benimle öğrenecekleri çok şey olduğunu biliyorum. Derken, “Madem büyüdüm, artık çalışmam lazım” dedim kendi kendime. Fakat büyükbabam çok sert, büyüdüğümde bile çalışmama izin vermeyecek, “Otur çocuklarını büyüt” diyecek. Bu bana resmen dert oldu.

Ama daha 10 yaşındasınız…

Evet de insan zaten hayatını şekillendirmeye o yaşta başlamalı. Tepede, Kocataş suyunun çıktığı yerde koskoca bir çınar ağacı vardı, o çınarın arkasına saklanıp kendi kendime bir yemin ettim. Öyle bir iş yapacaktım ki daha önce kimse yapmamış olacaktı. Fedakâr olacaktım, kendimden çok başkalarını düşünecektim. Ve hayatım boyunca hep çalışacak, birilerine bir şeyler öğretecektim. Görsen inanamazsın, hüngür hüngür ağlıyorum…

“Hatalarını yok etmek için elinden geleni yapmalısın, çünkü ikinci bir hayatın olmayacak”

Ne sevk etti sizi o gün o yemini etmeye?

5 yaşımda konuşmaya başladım ama o zaman bile düzgün konuşamıyordum, kekemeydim. Ailedeki diğer çocuklar da dalga geçiyorlardı işte.

Çocuklar zalim olabilir…

Hain olabilir, zayıf biri çıkarsa karşılarına peşini bırakmazlar. O gün beni üzmüşlerdi, ben de kaçıp o ağacın arkasına sığınmıştım. Sonra odamda bağıra çağıra kitap okumaya, derin nefesler alarak dil egzersizleri yapmaya başladım. İnanır mısın, tuvalette bile periler varmış da ben onlarla konuşuyormuşum gibi oyunlar uydururdum, öyle düzelttim kekemeliğimi. Görüyorsun bu yaşımda seminerler veriyorum. Hatalarını yok etmek için elinden geleni yapmalısın, çünkü ikinci bir hayatın olmayacak.

Ajanlara ne oldu?

Onları epey zaman unuttum gitti. İlk kocam babamın yanında çalışıyordu, ben de ecnebilere Türkçe, Türklere İngilizce dersi veriyordum. Kapıcı dairesinin yanında, küçücük bir dairede yaşıyorduk. Türkçe dersi alanların bazıları da aslında casusmuş meğer.

Nereden biliyorsunuz?

Çünkü casuslar konusunda çocukluğumdan kalma bir tecrübem var. Delireceğim, öyle sorular soruyorlar ki “Ulan, bu adamda bir iş var” diyorum. Sonra tesadüfen kocamın bir akrabasının eskiden Emniyet’in MAH biriminde görev yaptığını öğrendim tesadüfen. MAH dediğim gizli servis, Milli Haber Alma Teşkilatı… Neyse, Dolmabahçe Sarayı’nda büyük bir davet vardı ve bu adam da davetliler arasındaydı, bir yolunu bulup ondan akıl almaya karar verdim. Tam yanına gideceğim, bir Amerikalı gelip “Merhaba” dedi, ben de anında uzaklaştım.

Film gibi…
Neyse, bilgi alırım diye ümit ettiğim adamla Amerikalıyı bir köşede fısır fısır konuşurken gördüm az sonra.

Ne yaptınız?

Eh, ödüm patladı, koşa koşa eve kaçtım ve bir daha ikisiyle de görüşmedim.
Çocukken sizi korkutmayan bir şey büyüdüğünüzde korkutmuş…
Çünkü insan yaşarken öğreniyor, öğrendikçe de korkusu artıyor. O dönem demek ki memlekette bir şeyler dönüyor, ajanlar girip çıkıyordu. 50’lere dek sürdü bu. Her gün alkış kıyamet büyük Amerikan gemileri yanaşıyordu kıyıya ve dostluk konuşmaları yapıyordu. Aslında kim bilir neler oluyordu.

Dişi James Bond olmanın kıyısından döndünüz ve daha orijinal bir şey yaparak yeni bir meslek başlattınız…

Önce bir dönem gazetecilik yaptım, Tercüman’ın magazin sayfalarını hazırladım. Utangaçlığım yoktur benim, rahatımdır, herkesle konuşur, soru sorabilirim. Bu sayede işi çabuk öğrendim. Hınzır da bir kalemim vardı. Ayrıca çok çalışkandım. Zaten hayatımda büyük bir değişiklik olmuş, kocamdan boşanmıştım. Çünkü hem gazete hem evlilik yürümüyordu, gazete kocam olmuştu.

O yüzden mi boşandınız gerçekten?

Yok aslında başka sebepler vardı ama karıştırmayalım. Kocamdan ayrıldığım günden beri de bu evde oturuyorum, 60 yıldır… O zaman bu eşyaların hiçbiri yoktu, bir masa üç iskemle… Zamanla bir şeylere sahip oluyorsun. O dönem beni ayakta tutan şey kendime verdiğim sözlerdi. Uyumadan önce yatağımın kenarına yaslıyordum başımı ve yapacaklarıma, yapmayacaklarıma dair yemin ediyordum. Hâlâ yapıyorum bunu.

İşi şansa bırakmıyorsunuz…

Yemin ederek hayatımı planlıyorum.

Çocukken ağacın arkasına sığındığınız o gün de bunu yapmıştınız…

Para kazanmak için neler yapabileceğimi, evlatlarımı nasıl büyüteceğimi, ben her şeyi hep planladım. Kolay bir hayat değildi. 57 yaşında düşüp kalça kemiğimi kırdım, kaç yıl geçti aradan, hâlâ ağrılarım var. Ama unutma; başına ne gelirse gelsin üstünde durmayacak, ah vah etmeyeceksin. Yaşamaya devam etmekten başka çaren yok, bir yaştan sonra annene babana bile güvenemezsin, hep tek başınasın… Gazetecilik, televizyonculuk, öğretmenlik derken bir gün halkla ilişkiler yapmaya karar verdim. O kadar güzel bir meslekti ki bahar rüzgârı gibi geldi bana. Hep hareket halinde olmamı, düşünmemi, yaratıcılığımı kullanmamı gerektiriyordu. Çok seyahat ettim, hele Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin başkanlığını yaptığım yıllarda Avrupa, Amerika, Mısır, Çin, Hindistan, dünyanın her yerine gittim, konuşma yapmadığım memleket kalmadı.

Ünlü ve başarılı olduktan sonra yeniden evlenmeyi düşünmediniz…
Vaktim yoktu öyle şeylere, çocuklarımı büyüttüm.

Onlar olmasa evlenir miydiniz?

Hayır, yetti bana. 18 defa evlenilmez ki, yorucu olur.

Hatıralarınızı yazdınız mı?

Hayır, o zor. Ben kendi gördüğüm gibi anlatırım olayları. Fakat bu, hayatıma girmiş kişilerin hoşuna gitmeyebilir. Eh, dürüstçe anlatamayacaksam hiç yazmayayım daha iyi. Ama hayatımın özeti belli: Ben çok şanslı bir kadınım…

“Problemlerin çözümü gece saat 3’te gelir”

“İyi Yaşlanmak” seminerinde ne anlatıyorsunuz?

Az önce benden dinlediklerinin özetini anlatayım sana: Hayatını sen şekillendirmeli, kararlarını kendin vermelisin. Sen mesela benimle bir süre yaşasan, yanmıştın. Esas yapmak istediğini keşfederdim ve hatta onu sana muhakkak yaptırırdım. Bak sana bir sır vereyim: Her gece yatarken yanına kalem kağıt al. Göreceksin, gece saat üçe doğru zihnini meşgul eden soruların cevapları teken teker gelmeye başlayacak. Bir kenara not etmezsen, hepsini unutursun. Şaka değil, mutlaka dene bunu. İnanılır gibi değil ama problemin her neyse, sabaha karşı çözümü mutlaka gelecek, “Onu öyle yapma, böyle yap” diyecek sana bir ses.

“Hayatla kavga etmezsen kârlı çıkarsın”

♣ “Yaşlılık çok güzel bir şey, egoist olmaz; insanlarla ilgilenir, memlekette olup biten her şeyi bilirsen. Ben sabahları gazeteleri karıştırırken, İzmir’de olanları da okurum, Mardin’de olanları da. Hatta Kastamonu’da ne olduğuna bile mutlaka bakıp yanımda çalışanlara haber veririm. Çünkü evimde çalışanların çoğu Kastamonulu ve onları ilgilendiren şeyler haliyle beni de ilgilendiriyor.”

♣ “İyi arkadaşların varsa, pozitif biriysen, başın dertteyken “Eyvah” değil, “Oh ne güzel” diyorsan, senden mutlusu yok. 88 yaşındayım, her gün iğneler yiyor, ilaçlar alıyorum, kaç senem var bilmiyorum ama mühim değil. Mühim olan şanslı bir kadın olduğumu bilmek. Küçükken kekeme olmasaydım, bugün bu kadar iyi konuşamazdım, oh ne güzel! Hayatla kavga etmezsen kârlı çıkarsın. Yaşlandıklarında ona bağırıp buna çağıranlar vardır. Sen öyle olma, kimseye küsme, darılma, küsmek yoruyor. Kavgaya vakit harcayacağına neşeli, hoş şeyler düşün, önüne gelene öfkeleneceğine kendini sev.”

♣ “İnsanlarla iletişim kurabilmek için her yolu kullan. Astroloji bile karşındakini tanımak konusunda sana çok yardım eder. Hangi burcun karakteristik özelliği nedir, bil. Diyelim ki birini etkilemek istiyorsun. ‘Merak ettim, burcunuz nedir?’ diye sorarsın. “Aslan” diye cevap verir. “Ah, tabii, şu şu şu özelliğinizden bunu anlamalıydım” dersin. Adam da onunla ilgilenilmesinden hoşlanır tabii, kim hoşlanmaz ki. Böylece yakınlaşırsınız. Ayrıca bence yıldızlarda hakikaten bazı hakikatler gizli.”

Gülenay Börekçi / www.egoistokur.com

Dünyalılar

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu