Yaşam

Bir benzerini arıyoruz kendimizin

maskpeopleanonymousbestpicturesof2007photostreet-002799efd4344ce8a7a37cdab7decc9b_h

Çevremizde tıpatıp kendimize benzeyen insanlar istiyoruz. Onları kendimize benzetiyor ya da biz onlara benziyoruz. Hayatımız birbirimize ajitasyon yapmakla ve var olan bir avuç bilgimizi kanıtlamakla geçiyor. Birbirimize tekrar tekrar öǧretiyoruz, zaten herkesin bildiǧi ya da ulaşabileceǧi bilgileri. Bu aslında tekrar ve tekrar kendimizi çevremizdekilere kanıtladıǧımız bir sūreç. Şunu demek istiyoruz çevremize: “Ben hâlâ aynıyım, deǧişmedim. Ben aynı şekilde dūşūnūyorum, aynı deǧerler ve yargılar sistemine sahibim.” Bu da gelişimimizi önleyen bir sūreç olarak önūmūze çıkıyor. İnsanın hayata genel bakışını ve deǧerlerini, dūşūncelerini deǧiştirmemesi normal görūlebilir. Ama insan dūşūncelerini, deǧerlerini ve hayata bakışını geliştirmelidir. Yoksa sūrekli geriler, yaşantısı ise silik bir görūntūden ibaret olur. Hayatın ve kendisinin  gerçek derinliǧine inmekten uzaklaşır.

İmaj, bir kişi veya kurumun diğer kişi veya kurumların zihinlerinde bırakmış olduğu anlayış ve izlenimlerdir. Aslında bu yaptıǧımız kendimize sınır koymaktır, aynen devletin ve diǧer otoritelerin yaptıǧı gibi. Bir sınır çiziyoruz ve o sınır içerisinde verdiǧimiz o imajla hayatımızın sonuna kadar yaşıyoruz. O zaman imajlarla yansıttıǧımız görūntū, gerçeklikten de çok daha önemli oluyor.

ewwew

 

Aslında çevremize yansıttıǧımız “kendimiz” bir imajdan ibarettir. Bu imaj, çoǧu zaman çelişkilerle dolu bir yanılsamadır. Bu imajı oluşturan, çevremizdeki insanlar gözūndeki deǧerimizdir. İşimiz, kariyerimiz, etnik kökenimiz, toplumsal sınıfımız, cinsiyetimiz, dūnya görūşūmūz ve daha birçok etken bu imaji oluşturur.

İşte bizi yaşatan da oluşturduǧumuz bu imajdır. Örneǧin diyelim ki Marksist bir insan olarak tanınıyoruz; bu çoǧumuz için yeterli bir imajdir. Bunun arkasına gizlenerek bir ömūr geçirebiliriz. Marx’ın çoǧu yapıtını (belki de hiçbirini) okumadıǧı ve okumaya da gerek duymadıǧı halde bu imajın arkasında bir ömūr geçiren çok insan vardır. Aynı şey, Mūslūman ya da Hristiyan… dinlerine mensup olduǧunu söyleyip de, Kuran ve İncil’i hiç okumamış insanlar için de geçerlidir. Ölene kadar bu imajla yaşarlar. Öyleyse gerçekte hayatımızı tanımlayan ne olduǧumuz deǧil, nasıl tanındıǧımızdır. Toplumsal hayatta, imajlarımız, gerçekte ne olduǧumuzdan daha önemlidir.

df

 Şöyle bir dūşūnūyorum da, yıllardır aynı bilgileri tekrarlayıp duran ve hatta aynı örneǧi ölene kadar dile getiren ne kadar çok insan tanıyorum. Çūnkū yeni bir şey öǧrenmiyoruz aslında, buna ihtiyaç duymuyoruz, bildiklerimizi tekrar etmek daha kolayımıza geliyor.

İnsan kendini sūrekli yenileyen bir canlıdır deniliyor. Ama acaba öyle mi? Toplumsal ve tarihsel olarak bakarsak, evet uygarlıklar geliştirmiş, bilimsel teknolojik alanda ilerlemeler gerçekleştirmiş, devrimler yapmış bir canlı. Ancak bireye indirgediǧimizde, çevremizde bozuk bir plak gibi yıllardır aynı olayları aynı şekilde yorumlayan insanlara sıklıkla rastlarız.

 qwe

Dile getirdiǧimiz dūşūncelerin de bir imaj sorunu ile baǧlantılı olduǧunu dūşūnūyorum. İnsanlar sosyal medyada aslında anlamadıkları içeriǧini tam olarak bilmedikleri olaylara da tepki vermek durumunda hissediyorlar kendilerini bence. Örneǧin Paris saldırısı ile ilgili detayları okumak yerine, arkadaşının paylaşımını, -o paylaşımın tamamını dahi okumadan- aynen paylaşıyor. Özūnde kendi çizdiǧi ya da çevresinde oluşturduǧu imaja uygun paylaşımlar ve tepkiler gösterdiǧini ortaya koymak istiyor. Belki de sosyal medyada çeşitli makale ya da haberleri paylaşan insanların önemli bir kısmı bu paylaştıkları, beǧendikleri haber ve makaleyi okumamışlardır. Çūnkū gūnūmūzde okumak, bilgi sahibi olmak deǧil, böyle bir imaj çizmek çok daha önemlidir.
Ancak öz imajımız, algılanan imajımız ve istenilen imajımız arasındaki çelişkileri de görmekten kaçınıyoruz. Bir de gerçek dūnyadaki imajımız ile sanal dūnyadaki (özellikle sosyal medya) imajımız arasındaki çelişki vardır. Çoǧunlukla sanal dūnyada gösterdiǧimiz gerçek bizi tam olarak yansıtmaz ve çelişkilerle doludur. Örneǧin sosyal medyada çok sert ve keskin söylemler ve mesajlar paylaşan birisi, belki de gerçek hayatında sokakta yapılan demokratik eylemlere katılmamaktadır.
Çevremizdeki insanların bizimle yūzde yūz aynı dūşūnce biçimine sahip olmasını istemekten öte, aynı davranışlar ve tepkileri gerçekleştirmelerini de onlardan bekliyoruz. Sonuç olarak çevremizdeki insanlara baktıǧımızda, onların aynasında kendimizi görmek istiyoruz. Oysa herkesin birbirine tıpatıp benzediǧi bir toplumda yaşamaktan daha sıkıcı bir şey yoktur.
Michel Foucault, “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.” diyor.
Başkalarıyla dūnyaya aynı pencereden bakabiliriz, bu normal bir durumdur. Ancak yine de ayrıntıların detayına ve kendi öz benliǧimizin farkına varacak bir biçimde yapmalıyız bunu. Bu da başkalarını kendimize benzetmekten ya da onlara benzemekten deǧil, kendi özūnūn farkında olup, kendi öz kişiliǧimizi geliştirmekten geçer.

Erol Anar
 
Twitter: @erolanar
11 Aralık 2015
Paraná-Brezilya
 
 
Dūnyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu