Kendimizi o kadar akıllı sanıyoruz ki, okumadan her şeyi biliyor, görmeden tahmin ediyor, işitmeden duyuyoruz. Öyle sanıyoruz. Oysa gerçek tamamıyla farklı. Akıllılık iddiası bir yana, aslında çoğu zaman “akılsız” olduğumuzun da farkına varamıyoruz. Her yaptığımız işte bir hikmet arıyoruz, kendimizi çok önemsiyoruz. Bu yüzden de hiçbir zaman gelişemiyor, kendimize olan yürüyüşümüzü başlatamıyor ve yan yollarda, tali yollarda kaybolup gidiyoruz.
İnsanların kitap okumadan, araştırmadan her şeyi nasıl bildiklerini düşündüklerine şaşırıyorum. Şöyle bir çevrenize bakarsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Belki de hayatının son beş-on yılında eline bir kitap almamış bir insanın kendisine ne kadar güvendiğini, sorabileceğiniz her sorunun cevabını bildiğini düşündüğüne, o bir tepe kadar yüksek kibriyle her şeyi nasıl da küçümseyebildiğine belki de şaşırıp kalırsınız. Siz her gün saatlerce okusanız, araştırsanız da, cahil insanın gözünde hiçbir kıymetiniz olmaz. Cahil insan dediğimde; cahilliği sadece eğitim eksikliğiyle değerlendirmediğimi de belirteyim. Eğitimsiz cahiller de vardır ve eğitimli cahiller… Eğitimli cahiller daha tehlikelidir, dünyayı bunlar yönetir. Yani cahillik çok geniş boyutları kapsar. Fanatizme dönüştüğünde ise tehlikeli bir hal alır.
***
“Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve anlamama rağmen, dokunamıyorum hayata”[1] der Fernando Pessoa.
Sanki cam bir fanusun içinde yaşıyor gibiyiz. Bu camı kırmadan, kendi kabuğumuzdan çıkıp gerçekliğe ulaşamayız. Ancak çoğu insanın sorunu, cam bir fanusta yaşadığını ya da hayatla kendi arasında bir cam olduğunu kabul etmemesidir.
İnsanın en büyük düşmanı kendisidir aslında. İnsanı bitiren ve tüketen şey, bir insanın kendisinden memnun olmasıdır. Şöyle bir etrafımıza bakalım, kendinden, kişiliğinden, karakterinden, düşüncelerinden, dünya görüşünden, inançlarından memnun olmayan kaç kişi bulabiliriz? Oysa kendinden memnun olmak insanı bitirir; çünkü kendinden memnun insan sorgulamaz. O zaten her şeyi bilmektedir kendisine göre, en iyiye ve en güzel düşüncelere ulaşmıştır. Ama şöyle bir ucundan kıyısından biraz araştırsanız, çoğu insan neye inandığını, hangi düşünceleri savunduğunu tam olarak dile getirmekten uzak kalacaktır. Daha önce bir kez örnek vermiştim, örneğin kendisini Marksist olarak niteleyip Marx’ın tek kitabını okumamış insanlar vardır. Yine Müslüman, Hristiyan olduğunu söyleyip bu dinlerin kutsal kitaplarını okuyarak, araştırararak sorgulayan insan sayısı son derece azdır. En kolayı sorgulamadan inanmaktır, aramadan bulmak gibidir bu. Homines quod volünt credunt (İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar.) denir Latince bir deyimde.
Maslow, insan türünün sağlıklı örneklerinin nesnel bir şekilde betimlenebilir ve ölçülebilir karakteristiklerini aşağıdaki gibi sınıflandırır:
- Gerçekliğin daha açık ve etkili algılanması.
- Deneyime daha açık olma.
- Kişinin daha yüksek bir bütünsellik, tamlık ve birlik içinde olması.
- Kendiliğindenlik, kendini ortaya koyabilme, işlevlerini tam anlamıyla kullanabilme, yaşam dolu olmada artış.
- Gerçek bir benlik, sağlam bir kimlik, özerklik, özgünlük.
- Nesnellik, bağımsızlık, benliğin aşkınlığında artış.
- Yaratıcılığın yenilenmesi.
- Soyut ve somutu bir potada eritebilme.
- Demokratik karakter yapısı.
- Sevme yeteneği, vb.”[2]
İnsanın bu maddelerin her birisini gerçekleştirmesinin önünde zorluklar, engeller vardır bence. En önemli engel ve zorluk ise insanın bizzat kendisidir. İnsanın en büyük acizliği ve tükenişine giden kapıyı açan onun kendisini kandırmasıdır. Bu nedenle, insan değil nesnel olmak, kendi gerçekliğini bile görmekten acizdir ve gerçekliği göremediği gibi, bir yanılsamayı nesnel gerçeklik sanabilir. İnsanların en fazla kapalı oldukları, en uzak oldukları kavram nesnel gerçekliktir. Deneyime de bu yönden çok açık değillerdir. Kendi sanal gerçekliklerini, nesnel gerçeklik sanarak yaşayıp giderler. Kendisini kandırdığından, bir başkasının onu kandırmasına gerek bile kalmaz.
Yaratıcılığın yenilenmesi konusuna gelince, çoğu insan yaratıcılığın yenilenmesinden oldukça uzak kalır, hatta bir yazar, sanatçı bile olsa. Kendisine bir misyon biçer, kendisini önemser ve yaratıcılığın yenilemesini bırakın, zaman içinde sahip olduğu yaratıcılığı bile tümden yitirir.
Yani sorduğunuzda birçok insan yukarıdaki maddelerin kendi öz kişiliğinde hayat bulduğunu söylecektir size. Böyle bir kişi, demokratik karakter yapısına sahip olduğunu, gerçekliği nesnel bir şekilde algıladığını, deneyime açık olduğunu, yüksek bir bütünsellik içerdiğini söyleyebilir, buna inanabilir hatta.
Hatta yaratıcı olduğunu, soyut ve somutu birarada eğitebildiğini, özgün bir kişiliğe sahip olduğunu da iddia edecektir. Ancak ne yazık ki bunların iddia eden insanların çoğu dönüp de aynada kendilerine bakmayan insanlardır. Mış gibi yaşayan insanlardır. Sevme yeteneğinden bile yoksundur çoğu insan bunları bırakınız. Sevgiyi, aşkı bile elimize yüzümüze bulaştırırız. Karşımızdaki insana gereken değeri vermekten aciz kalırız ve sevgimizin ağırlığı altında ezilip gideriz.
Ama böyle kişiyi mercek altına alarak yakın ikili ilişkilerinde incelediğinizde, demokrat karakter yapısına sahip olmak bir yana, zorbalıkla hareket ettiğine, tamamlanmamış bir kişilik yapısına sahip olduğuna, sevme yeteneğine sahip olamadığına tanık olabilirsiniz. İşin ilginç yanı insanların çoğu da böyledir. İnandıkları, ya da görmek istedikleri kendileri, aslında bir yanılsamadan ibarettir. Kendilerini görmek istemezler, aslında sorgulasalar kendilerinin beş para etmez bir kişi olduğundan emin olacaklardır. Bu nedenle kişinin kendisini kandırması ve mış gibi yaparak bir hayatı değil de bir yanılsamayı yaşaması o kişi açısından daha kolay ve tercih edilir bir davranış biçimidir.
“Sağlıklı insanlar başka bir açıdan da daha bütünleşmiş bir durumdadır. Bu insanlarda iradi (conative), bilişsel (cognitive), duygusal (affective) ve devimsel (motor) işlevler birbirinden daha az ayrılmıştır ve daha çok işbirliği içindedir. Birbirleri ile çatışmadan ortak bir amaç uğruna birlikte çalışırlar. Ussal, özenli düşünceler bilinç ötesi isteklerle aynı sonuçlara ulaşma eğilimindedir. Böyle bir insanın istediği ve hoşlandığı şeyler tam da kendisi için iyi olana uygundur.”[3]
İnsan bir şey olmak, kendisini geliştirmek istiyorsa, önce kendisini kandırmaktan vazgeçmeli ve nesnel gerçekliği yakalamaya çalışmalıdır.
***
İlerlemeyen, geriler. Çünkü hayat, aynı noktada dönüp durmaz. Hep ileriye akar, ilerlemeyen kişi de aynı noktada durmaz, her an hayattan daha geride kalacak, gerileyecektir. Hayat ileriye doğru aktıkça, o daha da geride kalacaktır. Bilgi sahibi olmak da böyle bir şeydir. Herhangi bir konuda bilgi sahibi olduğumuzu düşünsek de, o konudaki bilgi birikimi her an yeni gelişmeler sağlamaktadır. Bu nedenle bilgimizi sürekli beslemeli, güncellemeli ve geliştirmeliyiz. Günde yirmi dört saat hiç durmadan okuyabilsek dahi, bilginin hızına yetişmemiz mümkün değildir. Ama en azından bir ucundan kıyısından bu gelişime yabancı kalmamaya çalışabiliriz.
Erol Anar
[1] Fernando Pessoa: “Huzursuzluğun Kitabı”, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 10. Basım: Aralık 2013, s. 87.
[2] Abraham Maslow: “İnsan Olmanın Psikolojisi”, Türkçesi: Okhan Gündüz, Kuraldışı Yayınları, Mart 2001, İstanbul, s. 167.
[3] Age, s. 221.