Savaş karşıtı, isviçreli yazar Hermann Hesse, “Öldürmeyeceksin!” adlı kitabında “Yeryüzündeki bütün yasa kitapları gün gelip cana kıymayı yasaklasa, hatta savaşta öldürmeler de yasak kapsamına girse yine de “Öldürmeyeceksin” çağrısı sona ermeyecek. Çünkü öldürme eylemini yalnızca o aptalca savaşlarda yapmıyoruz… Dört bir yanda yaşam bekliyor bizi, dört bir yanda gelecek çiçek açıyor, oysa biz hep birazını algılıyoruz bunun; pekçok şeyi ayaklarımızın altında ezip geçiyor, adım başı öldürüyoruz.” diyerek, savaşın ve öldürmenin bizi yaşamdan ve de insanlığımızdan uzaklaştırdığını , o ayaklarımızın altında ezdiğimiz şeyin de insanlığın kendisi olduğunu söylüyordu.
Peki Gürcistan sinemasından mütevazi bir film gibi görünen, 2013 yapımı “Mandalina Bahçesi” nasıl bir film?
Gürcü-Abhaz savaşının başladığı dönem, 90’lar. Mandalina Bahçesi (Tangerines) işte bu savaşın ortasında geçen bir dram. Savaşın ve yıkımın başlamasıyla yüzyıl once bölgeye yerleştirilen Estonyalılar köylerini terk ederek anavatanlarına dönüyor; birkaç kişi hariç. Bu birkaç kişiden biri Ivo, diğeri de Margus’tur. Savaşın başlamasıyla terk edilen bu köyde kalan son iki kişidir. Geçimlerini de umutlarını da mandalina bahçelerindeki hasada bağlamışlardır ama savaş bütün planlarını bozar. Köyde iki yaralı asker bulurlar ve ikisini de iyileşinceye kadar evlerinde ağırlarlar. İlginç olan ise askerlerden bir gürcü diğeri ise çeçendir ve karşı saflarda savaşmaktadırlar.
Mandalina Bahçesi bir savaş filmi değil. Savaşın güzel olan her şey gibi insanlığı da öldürdüğü bir ortamda sakin, sevgi dolu, iyi kurgulanmış ve yer yer de gülümseten bir insanlık öyküsü. Dini, etnik ve milliyetçi nefretin her yeri kapladığı bir ortamda bir barış ve insanlık çağrısı aslında. Savaşın anlamsızlığına ve insanlığa dair güçlü bir çağrı. Karışık bir durumun saçmalığını ortaya serebilmek için ya durum karikatürize edilmeli ya da minyatür hale getirilmelidir. İşte Mandalina Bahçesi de Gürcü-Abhaz savaşını alıp bir evin içinde minyatür bir savaş haline getirip bize sunuyor. Dinsel ve milliyetçi bir nefret ile başlayan süreç, iyi bir kurgu ve zekice –az ama öz- yazılmış diyaloglar ile bir insanlık öyküsüne dönüşüyor.
Bölgesel bir savaştan yola çıkarak evrensel bir film yapabilmek, dini ve etnik nefretten başlayıp sakince ve doğal bir biçim de insanlığa dair söz söyleyebilmek ve bunu çok düşük bir bütçe ile gerçekleştirmek filmin başarılı olduğu nokta. Film, dünyanın neresinde olursa olsun dini ve etnik nefretin, savaşın ve birbiri ile ölümüne mücadele eden insanların olduğu herhangi bir yerde de geçiyor olabilirdi. Gürcistan’dan çıkıp ortadoğu’ya gelsek, Ahmet ve Nika’nın yerine Yeser ile Izak’ı koysak ve filmin adını da “Limon Bahçesi” yapsak yine de bir şey değişmeyecekti filmde.
Gürcü yönetmen Zaza Urushadze, Gürcü-Abhaz savaşı gibi izleri ve etkisi toplum üzerinde hala süren bir savaşın ortasında, bir estonyalı, bir gürcü ve abhazya adına savaşan çeçen bir asker arasında yaşananları aktarırken politikaya bulaşmadan veya bu hassas konuda taraf tutmadan, politika üstü bir bakış açısıyla insanlığa bakıyor. Zaza Urushadze filmi hakkında verdiği bir röportajda bunu şöyle açıklıyor: “Filmim devletler arasındaki siyasi mücadeleye dair bir ifade veya bir şekilde bu mücadeleye bulaşan bir söylem olarak algılanmamalıdır. Bu film, her şeyden önce, kendi istek ve kontrolleri dışında gelişen ve onları insanlığından vazgeçmeye zorlayan bir savaşın içinde kalan insanlar hakkında bir hikayedir.”
Son zamanlarda Gürcistan sinemasından gayet mütevazi bütçelerle çekilmiş çok başarılı örnekler çıkıyor. Geçtiğimiz yıl filmekiminde gösterilen “Hayatın Baharında / In Bloom” ve bu yıl ki “Mandalina Bahçesi / Tangerines” buna iki güzel örnek. Her iki filmde de yönetmen aynı zamanda senaryoyu da yazan kişi. Bu yönetmenler sadece “filmi yönetmek” ile kendini sınırlamayan aynı zamanda sinemaya dair daha geniş ve kendine özgü vizyonları ve dertleri olan insanlar. Ellerinde mali imkanlar olsa Gürcistan’dan daha çok ve daha güzel filmlerin çıkacağı da kesin. Gürcistan sinemasının yaşadığı mali sıkıntıya bir örnek vermek gerekirse; devletin geçen yıl Gürcistan sinema sektörüne ayırdığı toplam bütçe sadece 2 milyon euro. (Recep İvedik gibi bir “filmin” bile en az 1.5-2 milyon dolar bütçesi olduğunu düşününce durum daha net anlaşılabilir).
Yeri gelmişken değinmeden geçmeyelim. Mandalina Bahçesi filmi çıkış noktası olarak bana 2001 yapımı Bosna-Hersek filmi “Tarafsız Bölge / No Man’s Land” filmini hatırlattı. Orada da zorunlu bir durumdan (yaralanma ve mayın) aynı ortamda bir süre beraber bulunmak zorunda kalan ve karşı cephelerde savaşan askerler ve dini ve etnik nefret söz konusuydu. Tarafsız Bölge de bize savaşın anlamsızlığını bu “zorunlu” durumu çıkış noktası alarak anlatıyordu. Mandalina Bahçesi ve Hayatın Baharında gibi Tarafsız Bölge’de de yönetmen aynı zamanda senaryoyu da yazmıştı.
Mandalina Bahçesi düşük bütçesine karşın kocaman bir “kalbi” olan ve bize “insanlığımızı” hatırlatan bir film. Bölgesel bir savaştan ve küçüçük bir köyden yola çıkarak evrensel bir olayı sakin bir şekilde bize anlatan “bir insanlık öyküsü”. Fırsat bulursanız mutlaka izlemenizi öneririm.
Erhan Ekici (erhan ekici.com)
“Mutsuz Günlerde Yaraya İlaç: Edebiyat, Sinema, Müzik” başlıklı yazımızı da okumak isterseniz…
Dünyalılar