Kültür-Sanat

Bir Sıkıntı Avcısı: Edip Cansever

Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden söz ettiren, üretken bir şairi, Edip Cansever’i tanıyalım…

***

Edip Cansever, erken yaşlarda dünyadan kaçmak için bir acil çıkış kapısı buldu kendine: okumak. Okuldan arta kalan zamanlarda kendisini Fatih Kütüphanesi’ne bırakan şair, İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenciyken şiir yazmaya başladı. İlk şiir kitabı İkindi Üstü yayınlandıktan kısa süre sonra pişman oldu. Çünkü bu kitaptaki şiirleri ona göre yetersizdi.

Ticaret Akademisi’nde okurken bir anlamsızlığın içinde buldu kendini. Aniden okulu bıraktı, evlendi, babasının dükkânında çalışmaya başladı. Tüm bunlar gerçekleştiğinde on dokuz yaşındaydı. Vaktinden önce düzenli hayata geçen bir uyumsuzluktu sanki.

Bir süre sonra arkadaşlarıyla beraber Nokta dergisini çıkarttı, burada yayımlanan şiirleri ona ikinci kitabı Dirlik Düzenlik’i getirdi. Her şey yolundaymış gibi görünürken çıkan bir yangınla dükkânını kaybetti. İpin kopuşu tam da burada gerçekleşti. Bunu şöyle ifade ediyor: “Hayatımdaki en önemli olay Kapalıçarşı Yangını. Dükkânım yanmasaydı sanırım şiir filan yazamazdım. Ve ortağım anlayışlı davranmasaydı.”

Ortağı dükkânı işletirken, o üst kata çekilip yazma eylemini gerçekleştirdi. Üçüncü kitabı Yerçekimli Karanfil ile ismini duyurdu, Yeditepe Şiir Ödülü’nü aldı. Bu kitabında, nesnelerin insanlarla olan ilişkisini ele alış şekli dikkat çekti. 1961’de yayımlanan Nerede Antigone ile birlikte “dize işlevini yitirdi” düşüncesini hayata geçirmeye çalışıp dizeci şiirden uzaklaşmaya çalışsa da akılda kalıcı dizeler yazmaya devam etti Cansever.

Uzun şiirler yazmaya başladı, mitolojiden, felsefeden beslendi. Monologların, diyalogların yer aldığı, insanların günlük hâllerini öyküleyen, diri bir şiir kurdu kendine.

Ben Ruhi Bey Nasılım’da çocukluğundan bu güne karakterin benlik çatışmasını görürüz. Var oluş sorunlarını, büyüyüşünü, kendini yok edişini… Ruhi Bey, her şeyiyle karşımızdadır. Adeta bir tiyatro sahnesinde gibi hissederiz kendimizi. Yükselişler ve alçalışlar ona göre ayarlanmıştır. Ki Cansever için tiyatrolar, en sevdiği boşluklarıdır. Yirmi bölümlük bu şiiri yıllarca kafasında tasarlamıştır. Uzun bir düşünüşün ve çalışmanın ürünüdür tüm ölülerini gömen Ruhi Bey.

Zaten Cansever’e göre şiir, yazılan bir şey değil, yapılan bir şeydir. Umutsuzlar Parkı’na baktığımızda, şehrin bunalımlı insanlarını görürüz, toplumsal roller arasında sıkışmış insanları. Ama kaybetseler de umutları vardır, bir çıkış ararlar kendilerine. İnsan, en kötü anında bile bir şeye inanmak ister, eve dönüşleri anlamlı kılacak bir şey bulmak, en çok da kendisi kalabilmek ister. İşte bu park böyle insanlardan oluşur. Umutsuzlar Parkı ile üstüne aldığı suçluluğu arttırır Cansever. Durmadan hesaplaşır kendisiyle. İnsan öldüğü günleri ve doğduğu günleri iyi bilmeli. Kendini ödemeye gücünün kalmadığı anları da. Şair bunu usulca anlatır bize.

Tragedyalar ile dramatik çatışmanın şiirle nasıl kurulduğunu, şiirin felsefeyle ne kadar iç içe olduğunu gösterir. Cansever, bir şiir türüne takılı kalmaz, sürekli kendini dönüştürmeye çalışır. Çağırılmayan Yakup ve Bezik Oynayan Kadınlar’da psikolojiyi ve bilinçaltını o kadar etkin kullanır ki, şiiri okurken kimsenin bilet bile kesmek istemediği Yakup’u hissederiz ya da Cemile’nin var olmayan birine mektup yazacak kadar yalnız olmasını. Bu da Cansever’in ustalığını kanıtlar bize.

Cansever denince aklıma gelen nesnelerden biri de oteldir. İçinde otel geçen pek çok şiiri bulunur. Ona göre İstanbul, bir “oteller kenti’dir. Bir sevda, Adını Funda Oteli Koy denilerek gerçekleşir, bir otel kâtibinin sessizliğini yaşamak ise korkunçtur. Aslında her insanın içinde bir otel vardır. Modern dünya, köhne, kalabalık bir oteldir gerçekte.

Depresiftir Cansever, bunu şiirlerinde açıkça hissettirir. Sıkıntılıdır, kabuğunu çatlatan tek şey şiirdir. Varoluşçuluk, yaşamak, ölüm, yalnızlık, sesler, unutulmak, huzursuzluk, her gün bakılıp geçilen ama merak edilmeyen insanlar, anılar ve denizdir onun dertleri.

Toplumsal sorunları da ele alır Cansever ama alışılmış şekilde değil, daha bireysel, daha imgeci ve daha sakin bir şekilde.

İç sesini susturamayanlardan biridir o. Yitip gitmemek için kendisiyle konuşmak zorunda kalanlardan biri. Ömrü boyunca yaşamın gövdesini aradı Cansever, dünyada bulunmaktan rahatsız bir gövdeyi. Bir yaz günü, “Ölümün Konumu” şiirinde yazdığı gibi gerçekleştirdi imgesini: Yokluğuma kar biriktiren yazla birlikte/ İmgesiyim ölümün.

Zeynep Tuğçe Karadağ

Bu yazı ilk olarak Cins Dergi – Mart 2019 sayısında yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu