Yaşam

Bir Taciz Hikayesi: Sizin İçinizi Biliyorum ve Asla Güvenmiyorum

“Eğer bu mektubu okuyorsanız, benim gerçek adımı da bilemeyeceksiniz. O kadar cesaretim asla olmayacak. Üstelik okurken doğru söyleyip, söylemediğimi sorgulayacağınızı da biliyorum. Ben sizin içinizi biliyorum ve asla güvenmiyorum.”Bir-Taciz-Hikayesi-Sizin-İçinizi-Biliyorum-ve-Asla-Güvenmiyorum

Gayet hoş geçen bir günün sonunda ne var ne yok diye bakınırken okudum Dylan Farrow’un mektubunu. Mektupta Mia Farrow – Woody Allen çiftinin evlatlık çocuğu olan Dylan, 20 yıldan fazla bir süre önce, 7 yaşındayken Allen’ın kendisine yönelik tacizini ve sonrasında Allen’ın hala ödüllendirilmesinin onda yarattığı hisleri anlatıyor. Bununla kalmadım, Dylan’ın annesi tarafından kandırıldığını yazıp,vMia Farrow’un ne kadar kirli çamaşırı varsa ortaya döken bir Allen savunması okudum. Zamanında elinde delil olduğunu, ama çocuğun daha fazla travmatize olmaması için dava açmamayı seçtiğini söyleyen savcının beyanatını okudum. Konu ile ilgili atılan tweet’leri, bunun aile içi bir mesele olduğunu söyleyen haber yorumlarını okudum da okudum.

Cinsel taciz hikayeleri çoğunlukla insanı şüphelendirecek boşluklarla doludur, hele de mağdur çocuksa. Bize hep çok yaygınmış gibi sunulan, aslında istisna olan, yalan öyküler de vardır elbette. Yine de mektupta tacizin anlatılış şekli üzerinden az çok bir yargım oluştu sanki.

Çünkü Dylan Farrow’un hikayesini tam olarak bilmiyorum. Ama kendiminkini biliyorum.

Çocukluğum kendi öz annem ve babamın yanısıra kendi evliliklerinden çocukları olmayan halam ve eniştemin dahil olduğu dört ebeveynli, iki evli bir ailede geçti. Dürüst olmak gerekirse kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir anne, kusurlarına rağmen sevgi dolu bir baba, hayran olduğum bir hala ve gerektiğinde bir babayı çok da aratmayan bir enişteyle mutlu bir çocukluktu. Taa ki ergenliğin kıyısına ulaştığım yaşa kadar.

Eniştem matematik öğretmeniydi, ben de orta ikiye geçtiğim zaman matematikte zorlanıyordum. Gerçi sürekli halam ve eniştemin evlerine gidip geliyor, onlarda kalıyordum. Ama o sene annem matematik çalışayım diye ara tatilde özellikle gönderdi. Biz de yarısı matematik, yarısı tatil etkinlikleri ile dolu günlerimize başladık. Biz çalıştığımız saatlerde halam rahatsız etmemek için özellikle dışarıda bir yerlere gidiyordu. Bir süre sonra işler garipleşmeye başladı. Eniştem önce sırtımı filan okşuyordu, sonra memelerimi okşamaya başladı. Rahatsız oluyordum, anlam veremiyordum.

Tatil sona ermeye yakın iş elini külotumun içine sokmaya, en son gün de vajinamın içine parmağını sokmaya kadar vardı. Hala kendimi şanslı sayarım, o son gün halamın aniden erken geleceği tuttu, yetmedi benim için arkadaşlarımla yemek organize etmişti. Bir hayalet gibi bir arkadaşımın annesinin eşliğinde yakınlarda bir lokantaya götürüldüm. Lokantadaki aynada inik pantolon fermuarımı fark ettiğimi ve başıma neyin geldiğinin kafama dank ettiği o anı hatırlıyorum. Daha doğrusu hiç unutmuyorum. Şu gün hala üzerimde pantolon olduğu her zaman arada sürekli fermuarı kontrol ederim. Neyse, dönünce anneme beni gelip alması için telefon açtım, baktım anlamıyor çıngar çıkarttım. O da kızgınlıkla gelip aldı.

Başıma geleni anlamıştım, ama utanıyordum. Ne yapacağımı da bilmiyordum. İçime kapandım, her şeye öfkelenmeye başladım. Bir şeylerin ters gittiğini fark eden kardeşimin bakıcısı oldu. Ne derdim olduğunu sormaya başladı ve biraz zorlayınca döküldüm. Hemen annemi işten çağırdı, ona anlattık. Annem de bana dönüp şunu dedi: “Bunu babana anlatmayacaksın, baban katil olur.” Kimse babasının kendisi yüzünden katil olmasını istemez. Ben de anlatmadım. Ama annem dönüp, halama anlattı. Ondan da şu cevap geldi: “Sevmiştir, senin kızın uyduruyor, yanlış anlamıştır”.

Bu cevap sonrasında bu olay bir süre hiç konuşulmadı, hatta unutuldu, hatta o kadar unutuldu ki ara sıra bu iki insanın evine gidip kaldığımız oldu. Ne yapalım, babam kardeşini görmek istiyordu. Fakat bu sefer de, ergenliğin bitişine doğru gelmişken tam, bir gün bambaşka bir aile meselesinde annem kızgınlıkla babama bunu anlatıverdi. Ve ne mutlu ki babam katil olmadı! Rahatsız bile olmadı. Çünkü babam bana inanmadı! Hatta eniştemin tacizine uğramış başka birinin kendisini arayıp başına gelenleri anlatmasına rağmen inanmadı. Şokla bir süreliğine filan değil, bu olaydan on sene sonra son nefesini verirken bile inanmamıştı ve eniştemle dostluğunu o ana kadar sürdürmüştü. Bu süre zarfında da zamanında taptığım halam tarafından aileye iftiracı bir deli olarak lanse edilmiştim bile. Aslında iyi yaptı, böylece zamanında halamın ilk evliliğinden olan kızının ve bir kuzenimin daha aynı kişinin daha ağır tacizine uğramış olduklarını öğrendim. Biri kocası bunu öğrenirse boşanır diye korkusundan kimseye anlatmamamız için yeminler ettirdi, diğeri ise o olayı arkasında bırakmıştı bile.

Elbette bu olayın bir sürü daha acı verici detayı var. Bunu atlatmaya çalışan bir genç kız olarak kendime verdiğim türlü zararlar var. Tıpkı Dylan Farrow gibi ben de kendine fiziksel zarar verme, hatta özellikle erkeklerden zarar göreceğim tekinsiz durumların içine atlama -zira bunu hak ettiğimi düşünüyorum- gibi bir sürü kişisel felaketi aşama aşama yaşadım. Bu kadarını bile yazmak çok zor, daha da fazlasını yazmak anlamsız. Çünkü istediğim detaylar anlatıp, bana acımanızı sağlamak değil. Bu kadar yıl sonra başıma gelenin çok istisnai bir şey olmadığını biliyorum. Etraf benim gibi mağdurlarla dolu. Ama hala adalet istiyorum. Annemden, ölmüş olsa bile babamdan, daha geniş ailemden, sizden. Bir tür adalet istiyorum. Üstelik bana bunu yapan kişinin boğazına sarılmanız değil adalet olarak beklediğim, bunu yapacak fiziksel gücüm zaten var. Böyle meselelerde adalet en çok da benim -bizim- gibi mağdurların yanında olmanız. Şu veya bu şekilde.

Çocuk tacizi öyküleri nadiren ortaya çıkar, şimdiye kadar rastladıklarım da da çocuğun yalan söyleyip söylemediğinin sorgulanmadığı tek bir örnek görmedim. Yine olaya ilişkin anneniz, yakın akraba çevrenizin neler yaptığı filan da sorgulanır. Halbuki mağdur olanların illa ki düzgün akrabaları, onların haklarını savunmayı becerebilecek anneleri, ağabeyleri, amcaları, teyzeleri olacağının bir garantisi yok. Ya da vardır belki ama bunu yapmaya çalışırken yanlış da yapabilirler. Mesela benim annem bana zarar vermeye değil, beni korumaya çalışıyordu. Yıllarca ceza niyetine kendisini epey hırpaladıktan sonra buna ikna oldum.

Çocukken -veya büyükken pek farkı yok- tacize uğramışsanız ve kimseye derdinizi anlatamamışsanız, hatta yalancılıkla suçlanmışsanız, bir süre kendiniz bile deli olduğunuzdan şüphelenmişseniz hayatınız boyunca bir adaletsizliğin kurbanı olduğunuzu hissetmekten, bunu kalbinizde, beyninizde derin bir öfke olarak taşımaktan kurtulamıyorsunuz. Ben mesela, yıllar içinde en ufak haksızlığı hemen fark etmek, buna kızmak, hele arkadaşlarımın filan başına geldiğinde delirmek gibi alışkanlıklar geliştirdim. Farkında mısınız bilmem, tüm hayatımız çok da önemli olmadığını düşündüğümüz haksızlıklara kayıtsız kalmakla geçiyor. Sürekli adalet aradığımızı söylerken, gün için büyüklü küçüklü onlarca adaletsizliğe gözümüzü yumuyoruz. Hatta buna kafayı takana kızıyoruz. Kendimi de dışarıda bırakıyor değilim, o kadar yerleşik bir davranış biçimi ki bu, bazen sevdiğim birinin yaptığı haksızlığa ses çıkarmaktan kaçındığımı fark ediyorum, kendimi parçalamak istiyorum. Halbuki, demin dediğim gibi, birebir her konuda somut olarak adalete ulaşmak her zaman mümkün değil, ama haksızlığa uğrayanın yanında olmak da bir şekilde adaleti sağlamaktır. Bana göre böyle.

Etrafımdakiler benim çok öfkeli olduğumu, hatta bazen bir sürü şeye aşırı tepki verdiğimi söylerler. Yerden göğe kadar haklılar. Bilmedikleri şu ki karşılarındaki terapist koltuklarında geçen saatlerden, insanın burnunu sürten yüzlerce olaydan sonra epey terbiye edilmiş bir öfke. Oysa benim içimde öfkeyle yanan, görmedikleri, görmeleri de istemeyeceğim bir yanardağ var. Bazen derdini anlatmaya çalışan, herkesin “aman ne karışayım” diye sırt çevirdiği bir insanla, arkadaşlarımın “kafana ne takıyorsun” diye kızdığı bir haksızlıkla karşılaştığımda ağzımdan, gözümden lavlar fışkıracakmış gibi geliyor. Bilmiyorlar ki, böyle bir mektup veya bir tecavüz, taciz vakası okuduğumda, hala ancak kendime fiziksel zarar vererek sakinleşebiliyorum. Sadece fiziksel zararın derecesi konusunda daha kontrollüyüm. Ne yapalım, bu dünyada adalet olsaydı, ben de bu kadar arızalı olmazdım.

Yıllar yıllar önce, tensel bir hareketten rahatsız olduğumda, bunu yapan oldukça anlı şanlı, entel dantel sevgilime neden böyle hissettiğimi kavrayabilmesi için bu taciz olayını anlattım. Bana şöyle bir cevap verdi: “Zaten her kadın da sıkışınca bir taciz hikayesi anlatıyor.”

Ondan beri tamamen sustum sanki. Diyeceğim o ki, geçmişinizde bu türden bir taciz deneyimi varsa, bunu Dylan Farrow gibi yıllar sonra ortaya çıkıp anlatmak epey cesaret ister. Çünkü zor bulduğunuz dengenizi kaybetmek istemezsiniz. Mesela, eğer bu mektubu okuyorsanız, benim gerçek adımı da bilemeyeceksiniz. O kadar cesaretim asla olmayacak. Üstelik okurken doğru söyleyip, söylemediğimi sorgulayacağınızı da biliyorum. Ben sizin içinizi biliyorum ve asla güvenmiyorum.

Tacizcimi babam öldüğünden beri görmedim. Bana karı-koca olarak doğrudan son verdikleri hasar, kendisinin öldükten sonra babamın yanına gömülmek istediğini haber etmeleri oldu. Ama bu sefer annem kendilerine cevabı verebildi. Fakat işte, etraf tacizci dolu, tacizler de boy boy, tür tür. Dolaylı olarak verdikleri zarar her gün benimle olacak. Bunu kabullendim.

Ayrıca matematiğim de iyi artık.

MİHRİCAN ZÜLEYHA K.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu