Ah bir bilsek ne isteyecegimizi, “cümle eksiklerimiz bitecek” ama nedense isteklerimizi de, eksiklerimizi de bir türlü bitiremiyoruz!
Açsak doymak isteriz, doygunsak da acıkmayı bekleriz. Yalnızsak birilerine yakın olmak isteriz, yakınlaşınca da sıkılırız, kendi adamıza kaçmak isteriz. Yaşamımızı sevilmeye, ilgilenilmeye, başarmaya, saygın olmaya endeksleriz, ama ne var ki bunlara kavuşup doygunluğa ulaştığımızda da değersizleştiriveririz. Bir düzenimiz olsun, yerimiz yurdumuz belli olsun, geleceğimiz azbuçuk belirli olsun da kendimizi güvende hissedelim isteriz, ama gelin görün ki düzenimiz oluştuktan sonra bu monoton gidişten çabucak sıkılıveririz. Yeni yaşantılarla bir uyarılış içinde olmaya yöneliriz.
Haz ister, acı istemeyiz. Olumlu duygular yaşamak. yaşadığımızı iliklerimize kadar hissetmek, bununu da uzun sürmesini ya da sık sık tekrarlamasını isteriz. Acı veren yaşantılarla karşılaşmamak, en hızlı ve en etkili şekilde onlarla başa çıkmak ya da kaçınarak onların etkisini en aza indirmek isteriz. Huzura dinginliğe, dengeye ulaşmak isteriz bir taraftan, gelişmek, atılmak, feth etmek isteriz diğer taraftan.
Sürüden ayrılanı kurt kapar korkusuyla başkalarına benzemeye çalışırız, ama biricikliğimizle övünebilmek (yoksa avunabilmek mi) için farklı olmak isteriz.
Bu birbirine zıt görünen, ama aslında yaşamda bizi ayakta tutan ve yol aldıran isteklerimizden hangisine ne zaman yöneleceğimizi biyolojik dürtülerimiz, doygunluk düzeyimiz, içinde yaşadığımız kültür, geçmiş deneyimlerimiz, ahlak anlayışımız belirler. Ortalama istek düzeyinde olağan, sıradan yaşantılar deneyimlenir.
Bunlar kayda değer yaşantılar değildir. Oysa insanlığın tarihini yazan, bilim ve sanat gibi yaratıcı, savaş gibi yıkıcı süreçlerle yaşamı renklendiren duygular ve davranışlar olağandışı yaşantılardır..
Artmış istekler, aşkın davranışlara zemin hazırlayabilirken, sapmış davranışlara da yöneltebilir. Çünkü sosyal açıdan uygun yollardan bu kadar yüksek doygunluk sağlamak olası değildir.
Sapmış davranış ya birey belirli bir tipteki doyumu çok fazla istediğinde ya da anksiyete, engelleme gibi kaçındırıcı uyaranlara dayanma gücünün az olduğu durumlarda ortaya çıkar. En küçük engellere bile dayanamama da bireyi uygun olmayan çözüm yollarına sürükleyebilir.
Günlük yaşamın güçlükleriyle başa çıkmaya çalışırken, bir an için sorunlarımızdan, sıkıntılarımızdan uzaklaşmak, beynimizi acı veren uyaranlardan korumak isteriz. Dizginlerimizden kurtulup neşelenmek, çoşmak, uçmak isteriz. Haz ve keyif almak, aşkın deneyimler yaşamak isteriz. Dördünü, beşinci boyutlara geçmek isteriz.
Dünyayı değiştirerek bunu başarmak olası değil. Ama beynimizi etkileyerek ruh halimizi değiştirmemiz olası. İşte bu durumda büyülü maddeler devreye girer.
Yaşam dinamik bir süreçtir. iç ve dış dünyanın karşılıklı olarak denge içinde etkileşimde olabilmesi, bir taraftan da yeni uyarımlarla gelişimini sürdürmeye açık olabilmesi için beynimizi ve bedenimiz gerekli donanıma sahiptir. Bu süreçte en önemli unsur beyninde bilginin işlenmesidir ki bu da sinir hücreleri arasında bilgi akışını sağlayan dopamin, noradrenalin, serotonin, GABA. subs-P gibi kimyasal aracı maddeler aracılığı ile gerçekleşir. Haz ya da acıdan kaçınma yaşantıları için pekiştirici olarak kullanılan uyuşturucu ya da uyarıcı maddeler duygu durumu ve benlik saygısını yükseltici, kendini iyi hissettirici, uyanıklık sağlayıcı, enerji arttırıcı ya da gevşetici etkilerini beyinde pekiştirici süreçleri ilgilendiren sinapslarda bu kimyasal aracı maddelerin salınımını ya da geri alımını etkileyerek gerçekleştirirler. Bu etkiyle sinapstaki bilgi akış hızı değişir ki. bu da duygu, düşünce, bellek ve davranış değişikliği şeklinde yansımasını bulur.
GABA bireyi kaygı yaratan aşırı uyaranlardan koruyucu bir sistemdir. Benzodiyazepinler ve alkol gibi maddeler GABA üzerinden anksiyeteden kaçışı sağlayarak negatif pekiştireç olma özellikleriyle bağımlılık geliştirirler.
Beyin, nörokimyasal haz kaynakları olarak kendi opiatlarına, endorfin ve enkefalin sistemine sahiptir. Bunlar insanın emek gerektiren çeşitli eylemleriyle doğal olarak aktive olurlar. Oysa kokain, amfetamin, opioid gibi maddeler hızlı bir etkiyle yoğun duygulanım, uyarılma ve keyif yaşantıları sağlarlar. Daha yüksek düzeyde bir bilinçlilik sağlayan LSD ve benzeri maddeler de ödül sistemi üzerinden etkilidirler.
Ya ertesi gün? O korkunç ertesi gün? Bütün organları dökülmektedir, yorgundur, sinirler gevşemiştir. İç gıcıklayıcı ağlama istekleri, uzun süreli kendini bir işe verememe, yasak bir oyuna girmiş olduğunuzu acımasızca duyurmaktadır size. Birgün önceki parıltısını yitiren o iğrenç doğa, bir bayramın melankolik döküntüleri gibidir artık. En çok saldırıya uğrayan da tüm yetilerimizin en değerlisi olan irade olmuştur. . .”
Alınır alınmaz etkilerini gösteren bu maddeler daha önce varolan psikopatolojilerin üstüne binen öğrenme ve pekiştirme süreçleri ile hızla alışkanlık ve bağımlılık geliştirirler. Hem öfori yaşantısını yeniden deneyimlemek, hem de yoksunluk belirtilerinden kaçınmak için daha sık madde alımına başlanır. Madde aracılığı ile duyum eşiği yükselen bireyin bütün yaşamı maddenin yarattığı duyumları aramaya, bu yolda fazlaca zaman ve enerji harcamaya yönelir.
Beyin artık bu maddelerin varlığında dengesini sürüdürebilir duruma geldiğinde bağımlılık gelişmiştir. Bilgi iletisini ve ruh halini aynı şekilde sürdürebilmek ancak maddenin varlığında gerçekleşir olmuştur. Beynin esnek bir yapıya sahip olan korteks kısmı deneyime dayalı olarak geliştiği için giderek duyum eşiği giderek yükselir ve aynı düzeydeki etki için daha fazla maddeye gereksinim duyulmaya başlanır. Artık beyinde geri dönüşü olmayan bir değişme olmuştur. Beyin, bu maddelerle yeniden programlanmış olduğundan kontrol kaybedilmiştir. Bireyin istemi üzerindeki gücü, madde tarafından elinden alınmıştır.
Baudelauire’e başvurmak istiyorum burada;
” ….. esrar tek başına yaşanılan bütün hazlar gibi bireyi topluma yararsız, toplumu da birey için gereksiz kılar; çünkü bireyi durmadan kendisine hayran olmaya iter ve hergün kendi Narcıs yüzünü hayran hayran seyrettiği o ışıklı uçuruma atar.
…iradeyi kırma niteliğinden dolayı bir yandan verdiğini öte yandan geri alır. İmgelemi verir ama bundan yararlanma yetisinden yoksun bırakır. Yaşam koşullarını kabul etmeyen insan ruhunu satar. Tanrı olmak istemiştir ama işe bakın, denetime gelmeyen bir yasa gereğince kendi doğasının altına düşmüştür. O artık parça parça kendisini satan bir ruhtur.
Ama insan gökyüzüne erışmek için eczaları ve sihirbazlığı imdadına çağıracak kadar terkedilmiş ve dürüst araçlardan yoksun bırakılmış değildir. Hurilerin dostluğunu ve başdöndürücü okşayışlarını karşılayabilmek için ruhunu satmaya gerek yoktur! Kara büyü insanları aldatır, sahte bir mutluluk ve ışık yakar.
… biz ozanlar ve filozoflar, birbirine eklenen çalışma ve düşünme yoluyla ruhumuzu yeniden canlandırdık, tazeledik. İrademizi sürekli olarak sınamak isteğiyle, kendi adımıza gerçek güzelliklerden bir bahçe kurduk. . .”
Süheyla Ünal
Şizofrengi Dergisi Sayı:27