Kültür-Sanat

Bizim Meşhur Mutsuzluğumuz

“Ama alıştık işte. Alıştın. Alıştım. Keder, günlük rutinin en has parçası.”

Erika Kuhn, omision
Erika Kuhn

Haklı bir ün bu. Uğruna az çile çekilmedi. Ama alıştık işte. Alıştın. Alıştım. Keder, günlük rutinin en has parçası. Radyoda rastgele “Benim olsun” diye dilediğin sıradaki şarkı ille de acılı, yanık. Yaz, yaz, yaz… Hiçbir işe yaramaz. Herkes çilekeş, külliyen yaralı. Peşinden koşulan tüm o namussuz hayaller yorulup pes ettiler. Kız, bağır, çağır, tepin… Nafile. O zaman ne yapmalı? Bu şandan kaçmalı.

Klavye başından kalk. Takipsizlik kararı al bir müddet için. Ayık ol. Önce uykusuzluğun ta dibine düş. Sonra kalk. Çık dışarı. Bilmediğin, daha önce hiç gitmediğin bir semte git. Niye mi? Seni tanıyan çıkmasın. Çünkü sen ünlüsün. Tanınma. Saçın başın darmadağın olsun. Varsın çoraplarından teki de delik. İnce giyin. Giyin ki, üşüyebilesin adamakıllı. Kayboluncaya kadar yürü. 17’inci sınıf bir meyhanede otur. Leş gibi, rezil bir yer olsun. Yok, peçeteyle ovalama çatalı, bardağı. Vazgeç şu farkındalıktan; görme işte tabağı, çanağı, haydarinin üstündeki sineği. Sırtını gün batımına dön. Dön ki, burulmayasın. Dertler senin olsun mu? Olsun. Al hepsini bir bir oturt karşına. Omuzlarını çöktür. Dünyayı dar et kendine oracıkta. İçinde tepinen bütün acıya sırtını yasla şimdi. Acılara güven bir tek. Bir çocuk gibi güven. Bir çocuk gibi gülümse şimdi. Bir çocuk gibi güzel bak. Ama bakma kimseye, kendine bak. Fırça atma garsona. Uğultunun tam ortasına sal kendini. Sen, sen olma o vakitlerde; biri bile olma. Sarhoş olma. Efkarla, küfürle, masaya vurulan yumrukla altından kalkılacak gibi değil vaziyet. Ama hoş ol, hoş bak biraz kendine; eline, ayağına, damarlarına bak.

Bilinen birisin, bunu unutma. Dünya seni tanıyor. Dünya seni izliyor. Sen, emsalsiz bir kara hikayede hapsedilmişsin. Mahremiyetin yerlerde, bir vuruşta öldürülenlerin olduğu bir yerlerde. Mola vermeyi bilmeyen yazar sürekli çektiriyor sana. Bu nedenle böyle bir yerde olman iyidir, kısa süreliğine de olsa. Nihayet rutininin canına okudun ya, şimdi düşün. Bu yitik, bitik halinin, halimizin bizi şu garip alemde nasıl insafsız bir şöhrete kavuşturduğunu düşün. Bu kendiliğinden olmadı. Acaba nasıl katkıda bulunmuş olabileceğimizi düşün.

Şimdi haydariden kalkıp elinde, bileğinde dolanmaya başlayan sineğe bak. Hafif hafif gıdıklıyor seni. Yaşıyorsun işte. Sinek bunu söylüyor. Sıkılma. Yaşa. Öfke hep gelir çöreklenir iyi anlarda. Sen izin verme ona, kov. Hiç bu denli yalnız kalmamıştın. Bunu hisset. Zalim feleğe lanet okuma, o an ona alışık olmadığı bir şey, mesela uydurduğun bir masalı anlat. Pamuk gibi bir şey olsun. Anlat ki, uyusun. Sen uyuma.

Ünlüsün. İstememiştin ama oldu. Merak etme, emanet değil bu halin sana. O da bitecek, gidecek. “Bir zamanlar mutsuzluğumuz bizi meşhur etmişti,” diyeceksin bir gün battaniyen dizlerinde, torunların dizinin dibinde iken. Bunu diyebilmek, bu hali geride bırakabilmek için gel hakkını verelim. “Nasıl?” diyorsun. Soru yok. Sen biliyorsun. Ben biliyorum. Sır değil. Sabır. Sadece sakince, nazikçe, susmasını bilerek sabır…

Ayça Güçlüten

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu