İngilizceye Shakspeare’den sonra en fazla tabiri takdim eden bir müzik adamı, kariyeri boyunca sahte felsefi görüşlerle bulanmış akıllara kendi temiz felsefesini sunan ve bu kültürel güç sayesinde, bir daha hiç beste üretmese bile ne kadar kuvvetli ve kalıcı olduğunu her zaman gösteren bir şahsiyet. Bahsettiğimiz sanatçı Bob Dylan…Hiçbir zaman loş ve sisli 60’lı yıllarda takılıp kalmayan sanatçı, her zaman güncel ve çağdaş olmayı başardı. Bunu, üreterek ve toplumun nabzını yakalayarak yaptı. Bundan dolayıdır ki milyonlarca müziksever hala onunla etkileşim içerisinde. Bob Dylan dinleyerek, hayatı nasıl yaşayabileceğinize dair ipuçları alabilir, onun bestelerinde aynı zamanda her şeyi bulabilirsiniz. Zengin fakir, siyah beyaz, hayatın dorukları dipleri, okullarda öğretilenlerle gerçek hayatın arasındaki zıtlaşmalar, her şey melodilere işlenmiş durumda. Bunlardan ve daha sıralayamayacağım birçok nedenden dolayı sanatçının müzik dünyasındaki etkisi hiç kuşkusuz evrensel, ancak bu yazımızın konusu Bob Dylan’ın müziklerinin aksine ressamlığı. Elbette Bob Dylan’ın yakından ve tutku ile takip eden müzikseverler sanatçının ressam yönünü biliyordur ancak bu nispeten karanlıkta kalan yönü hala birçok müziksever tarafından bilinmemekte.
Bob Dylan otobiyografisinin bir kısmında ne zaman resim yapmaya başladığını şöyle anımsıyor: “bir sandalyeye oturdum ve masa üzerinde duran daktilo, haç, gül, kalem, bıçak ve topluiğneleri çizdim.” Bunu yaparken sanatçı zamanın ne kadar çabuk geçtiğini takip edemediğini vurgulayarak devam ediyor, zira iki-üç saat harcadığı bu ilk çalışması üzerinde sanki tek bir dakika geçirmişti. Bob Dylan bu kadar dünyanın gerçek kargaşasından onu koparıp götüren uğraşa karşı elbette dikkatsiz kalamazdı.
Resim ile bu ilk tanışması 60’lı yılların ortasında geldi, sanatçının ilk uluslar arası çıkışı olan “Blonde on Blonde” albümü daha yeni raflarda yerini almıştı. Ancak beklenmedik talihsiz bir motosiklet kazası Dylan’ın tüm konserlerini iptal edip eve kapanmasına neden oldu. Yaratıcı bir tedavi dönemi geçiren sanatçı, işte bu süreçte resim ile tanıştı ve zaman doldurmak için yaratılan bir hobi yerine resim yapmak hep onunla kaldı. Dylan’ın o dönemden beri üretmekte olduğu resimlerinden bir tanesi ilk defa 1968 yılında The Band adlı grubun ilk albümü “Music from The Big Pink” kapağı olarak görücüye çıktı. ‘The Weight’ gibi gelmiş geçmiş en başarılı folk-rock bestesinin yer aldığı bu albüm sayesinde Bob Dylan tüm dünyaya diğer bir yeteneğini sergilemiş oldu. 1970 yılında çıkan “Self Portait” adlı çift albümünde ise sanatçı aynı adlı resmini kapak olarak kullandı. Bunu daha sonra 1973 yılında basılan “Writings and Drawings” adlı kitabı takip etti. Bu eserinde sanatçı ilk albümü “Bob Dylan”dan 1973 tarihli “New Morning”e kadar yazmış olduğu bestelerin sözlerini kendi yaptığı Picasso izleri taşıyan çizgisel resimler ile ifade etti.
Takip eden yıllarda resim yönünü her fırsatta değerlendiren sanatçı, konserleri süresince ziyaret ettiği şehirleri, kaldığı otel odalarını, dışarıya baktığı pencerelerden gördüğü manzaraları, akşamları takıldığı barları ve gözlemlediği insanları resmetmeyi sürdürdü. Bunların bir kısmı daha sonraki yıllarda basılan bir kitapta basıldı ancak hiçbir zaman fiilen bir sergi salonunda halk için sergilenmedi ta ki geçtiğimiz aylarda Londra’da açılan bir sergide.
Günümüzde Bob Dylan’ın kullandığı bir mendili satın alabilecek bir topluluk varken sanatçının yaptığı resimleri bir sanat eseri olarak mı görmek lazım yoksa meşhur birisinin yaptığı her türlü andaç mubahtır ve değerlidir zihniyeti mi savunulmalı? Elbette bunun değerlendirmesini gerçek sanat eleştirmenleri yapacaktır ancak bir müzik sever olarak durumu ele alırsak Bob Dylan’ın ürettiği resimlerin hiçte göz ardı edilemeyeceği ilk bakıştan anlaşılıyor. Sanatçının çizmiş olduğu her eskiz veya resim tez canlılığın tazeliğini sergiliyor. Düşünülmeden anlık yapılan bu resimler hayattan doğal kesitleri en organik renkler ve çizgilerle yansıtıyor. Planlanmadan ortaya çıkan insan figürleri, soyut objeler farklı bir doğallığı yakalıyor adeta, aynen sanatçının müziğindeki özgünlük gibi.
Bob Dylan ise verdiği röportajlarda üretmiş olduğu resimleri “etrafında var olan kaotik dünyanın içerisindeki düzen” olarak tanımlıyor. Sürekli yollarda olan bir sanatçı için bu tanımlama elbette on ikiden vuruş zira sanatçının her resminde bir özlem hissi mevcut, yuvaya olan özlem. Sanatçı yetenekli veya eğitimli bir ressam olmayabilir ancak resimlerindeki çizgilerin keskinliği ve uyanıklığı oldukça etkileyici. Resme yaklaşımında uzun zamandan beri görülmemiş yenilikçi bir otantiklik mevcut.
Her ne kadar sanatçının en beğendiği ressamlar Rönesans devrimine ait Titian ve Caravaggio gibi üstatlar olsa bile, yaptığı anlık doğaçlama resimler ağırlıkta Edward Munch ve Otto Dix izlenimleri taşıyor. Sanatçı objektif gerçekliği yansıtmaktansa sübjektif duygusallığı yansıtmayı tercih ediyor. Duygular farklı karmaşık perspektiflerle yansıtılırken, tutkular hayat dolu renklerle can buluyor. Dylan bizlerle her iki yönü de paylaşmaktan çekinmiyor zira ona göre her hikâyenin kuşkusuz iki ucu var ve hiçbir şey tekrarlanmamalı. Malum Bob Dylan hiçbir şarkısını aynı formatta tekrarlamaz, onun için her şey tekrarlanmayan bir yenilikçilik.
Söz konusu resimlerin sergisini belki gelecekte belki de hiçbir zaman canlı olarak görme imkânını yakalayamayacağız ancak bunlara sağ olsun internet sayesinde sanal da olsa şahit olmamız mümkün. Söz konusu resimler Dylan’ın söz yazarlığı veya bestekarlığı ile aşık tutamayabilir ancak hiç şüphesiz aynı bölünmezliğin ve sürdürülebilirliğin bir parçası. Sanatçının resimleri bestelerindeki gibi aynı esrarengiz şiirsel dili konuşuyor ve bundan dolayı biz gözlemleyenleri büyülüyor.
Zekeriya S. Şen (tikabasamuzik.com)
Dünyalılar