Miles Davis deyince, birçokları hayranlıklarını yansıtacak sıfatlar sıralar: Deha, yaratıcı, büyük besteci, 20. YY.’ın en yenilikçi müzisyeni, çılgın, trompetin Picasso’su.
50 yılı aşkın bir müzik kariyerine imza atan Davis, sadece iyi trompet çalarak bugüne gelmedi, trompet üslubunu yeniden yapılandırdı, jazzın gidişatını değiştirdi, birbirinden değerli müzisyenleri yetiştirdi. Trompeti, yırtıcı, ateşli, heyecanlı, sıcak, gürültülü bir enstrümandan, lirik, içe dönük, melodik, yakın ve hisli bir enstrüman haline getirdi. Çoğu zaman kullandığı susturucuyla bu kişisel ve yürekten etkiyi yaratan Davis’in müziğe yaklaşımı ise bu kadar yumuşak, bu kadar kırılgan değildi. Müziği çoğu zaman bir protesto aracı olarak kullandı Davis. Müzik, onun için sadece sanat değil, kendini, toplum hakkındaki görüşlerini, kişiliğini yansıtma aracıydı. 1940’lardan, 1990’lara kadar olan jazz tarihindeki en büyük değişimlerin temelinde hep Miles Davis vardı…
Miles Davis, defalarca Grammy Ödülü’ne aday gösterildi, sekiz Grammy Ödülü kazandı; 1990 yılında, her yıl sadece bir müzisyene verilen Grammy Lifetime Achievement Award aldı. New England Conservatory tarafından fahri doktora unvanı verildi, ayrıca Fransa’nın en önemli nişanı Legion d’honneur’e 1991 yılında layık görüldü. Ancak, Miles Davis ne geçmiş başarılarına yaslandı, ya da konformizmin tuzağına düştü. O hep, ama hep yenilik peşindeydi. Belki jazzı, belki müziği keşfetmeye çalışıyordu, belki de kendini…
Miles Davis, hayatı boyunca, jazzı hep yeniden yaratmaya çalıştı. Bebop’tan post-bop’a geçişte, cool jazzın, modal jazzın ve fusionun oluşumunda başrolü üstlendi. Bir zamanlar sadece belli bir kitlenin dinlediği, belli bir zümreye ait olduğuna inanılan bu müzik türünü, elinden geldiği kadar toplumun geneline anlatmak, daha da popüler bir hale getirmek için uğraştı. Konserlerinde konuşmuyor, hatta zaman zaman karanlıkta, arkası seyircilere dönük bir şekilde, bir ayağı wah-wah pedalında, beyaz takım elbiseler içinde çalıyor; bu tavrıyla bile insanlarda bir merak uyandırıyordu.
Yarattığı tüm bu imajın ötesinde, her zaman için, insanın duygularına hitap eden, teknik açıdan patlamalar yaratmasa da, melodik açıdan çok büyük bir derinliğe sahip olan sololar çaldı, besteler yaptı. Miles Davis, belki de jazz tarihindeki gelmiş geçmiş en büyük mentordu. Miles Davis okulundan yetişen müzisyenler, hem bugün jazz dünyasındaki en büyük yenilikleri gerçekleştiriyorlar, hem de onun eklektik, yeniliklere sürekli açık olan geleneğini sürdürmeye devam ediyorlar.
Jazzın yine toplumdan uzaklaştığı, müziğin en saf halinden uzaklaşılmaya başlandığı günümüzde, Miles Davis’i hatırlamak, onun jazz adına yaptıklarını düşünmek, bizlere müziğin derinlerine inmemiz, karmaşıklaştırmak değil, basitleştirmemiz, müziğin ruhunu bulmaya çalışmamız gerektiğini gösterecektir…
Harika eserlerinden biri sizlerle. İyi dinlemeler…