Cervantes… Evet, ama aslında Don Kişot! İsmi anıldığında aklımızdan geçen; “düzeltilemez gibi görünen yanlış olanı düzeltmek” üzere, sıska atının üzerinde, mızrağı ve zırhıyla dimdik oturan o inatçı yaşlı şövalye.
Bundan yüzyıllar önce 1547 yılının 29 Eylül’ünde, gezici bir cerrahın oğlu olarak dünyaya gelmiş Cervantes.
Osmanlılarla yapılan İnebahtı (Lepanto) deniz savaşına katılması hayatının dönüm noktası diyebiliriz. Bu savaşta bir gülle sol eline isabet edip onu sakat bırakmış, yetmezmiş gibi bir de tutsak alınmış. Uzun yıllar Cezayir’de savaş tutsağı olarak yaşamış. Hayatının dönüm noktası dememin nedeni, birçok eserini ve en önemlisi Don Kişot’u bu tutsaklık yıllarında yazmış. Don Kişot otuz sekiz dile çevrilmişliği ve tanınmışlığının yanında, öyküden romana geçişin ilk adımı olarak da dünya edebiyat tarihinin kilometre taşlarından biri olmuştur.
Cervantes… Evet, tamam ama aslında Don Kişot! Öyle değil mi? Yazdıktan dört yüzyıl sonra bile bir kitap hala dünyanın en çok okunanları arasında yer alabiliyorsa sanırım yazarı kendi adından vazgeçebilir. Şunu demek istiyorum. Her ne kadar birçok şiir, otuz kadar tiyatro oyunu ve çeşitli küçük romanlar yazmış olsa da Cervantes ismi anıldığında aklımızdan geçen; “düzeltilemez gibi görünen yanlış olanı düzeltmek” üzere, sıska atının üzerinde, mızrağı ve zırhıyla dimdik oturan o inatçı yaşlı şövalyeden başkası değildir. Tahminen bütün dünyada geçerli bu durum… Öyle olması gerekir, çünkü tıpkı Türkçede olduğu gibi birçok ülkede bir kavram, hatta bir sıfat haline gelmiştir Don Kişot…
Nedir ki Don Kişot olmak?
Çağlar boyu süre gelen insanlık tarihine bir bakın. Spartacus’ü hatırlayın meselâ. Ya da çok uzağa gitmeden Nesimi’yi düşünün. İsimlerini tarihe kaydetmiş daha nicesi var. Hiç şüphesiz adlarından habersiz olduklarımız çok daha fazla. Gezi Direnişi’ni hatırlayın. Atılan yüzlerce gaz fişeğinden kaçmak şöyle dursun, yakalayıp atanlara geri göndermeye çalışan o omuz başınızdaki genç kızdan ya da TOMAların önünde bağrını açarak dikilen genç delikanlıdan pekâlâ Don Kişot diye söz edebiliriz. Cinsiyet ayrımı gözetmez Don Kişotluk, milliyet ve insanları kamplara bölen nice diğer ayrımları gözetmediği gibi… İnsana ait bir kavramdır. Meselâ köyünden akan dereye HES inşaatı yapılmasına karşı çıkan eli sopalı yaşlı bir teyze olarak da çıkabilir karşınıza, şiirine yerleştirmek üzere aranıp durduğu kelimeyi bulmak için yollara düşmüş bir Çinli delikanlı olarak da…
Meğer mezarı kayıpmış Cervantes’in. Şimdilerde Madrid Belediyesi’nin ön ayak olduğu mezarını bulmak üzere yürütülen bir araştırma varmış. Tahmini olarak hangi kilisenin avlusuna gömülü olduğu biliniyormuş ama tam yer belli değilmiş. Ünlü bir antropolog öldüğünde Cervantes’in ağzında sadece 6 diş kaldığını, eğri bir burnu ve hafif kambur bir vücudu olduğunu söyleyerek, mezarın bulunması halinde kalıntının Cervantes’e ait olduğunu tespit için ellerinde çok fazla ipucu bulunduğunu dile getirmiş. Şu 6 diş içimi burktu benim.
Birçoğumuzun, henüz çocuk yaşlarda keşfettiği bu kahramanı yarattığı için Cervantes’e teşekkür etmek boynumuzun borcu. Biz derken bu rezil, bu kepaze dünyanın değişebileceğine inanan ve karınca kararınca bunun için elinden geleni yapmaya çalışmaktan vazgeçmeyen bir avuç insan sözünü ettiğim. Boynumuzun borcu, çünkü Don Kişot farklı olmaktan korkmamayı ve devamında da doğru bildiğimiz için savaşmaktan kaçmamayı gencecik yaşlarımızda, meşhur mızrağının ucuyla damarlarımıza zerk etmiş kişidir. Böyle… En azından benim için böyle…
Filiz Engin
Dünyalılar