Yaşam

Charles Ponzi’den Çiftlik Bank’a dolandırıcılığın püf noktaları

Nasıl oluyor da insanlar sürekli aynı tuzağa düşebiliyorlar? Olay sadece enayilikten mi ibaret?

Sene 1920’ler… İtalyan göçmeni Carlo Ponci, açmış olduğu “Securities Exchange Company” şirketine tasarruflarını getiren müşterilere bir buçuk ay içinde yüzde 50 ve üç ayda yüzde 100 getiri vaat ediyordu. Ponci, kâğıt üzerinde bir yatırım fonu olarak çalışan, şirkette toplanan tasarruflarla uluslararası posta kuponu arbitrajından istifade ederek para kazandıklarını söylüyordu. Ama aslında yaptığı şey vadesi gelen ilk tasarrufçuların almayı beklediği getiriyi, sisteme sonradan katılanların paralarıyla ödemekten ibaretti. Vade uyumsuzluğunun avantajı… Her dönem sisteme aynı miktarda tasarruf girse bile uzunca bir müddet döndürülebilecek bir tezgâh.

Fakat bu tezgâhın asıl cazibesi sürekli genişliyor olmasında. Çünkü yüzde 50’sini alan ilk tasarrufçuların çoğu yatırım fonunun gayet iyi işlediğini düşünerek, açgözlülükle, şirkete tekrar para yatırmaktan çekinmiyorlar. Hatta, hizmetten memnun kalan tasarrufçuların bir kısmı daha fazla para yatırıyor, belki yakınlarını da sisteme dahil ediyor. Böylece sistem sürekli büyüyor.

Nereye kadar? Toplumda kestirmeden köşeyi dönme peşinde koşan bütün enayiler sisteme dahil olana kadar. Tezgâhın tıkandığı bazı dönemlerde ödemelerdeki açık, kredi çekerek veya cepten para koyarak kapatılabilir. Bir diğer yöntem de yeni enayiler aramak için ödemeleri birkaç gün ertelemektir. Artık yeni enayilerin bulunamadığı noktaya varıldığında kasa kapanır ve dolandırıcı(lar) kayıplara karışır.

Charles Ponzi bu tezgâhı yaklaşık bir yıl kadar sürdürerek, o zamanın parasıyla, 20 milyon dolarlık bir vurgun yapmıştı. Ama kayıplara karışmadı. Hukukla yüzleşti. Posta yoluyla dolandırıcılıktan sadece 5 yıl hapis cezası alıp 3,5 yıl yatarak çıktı. Sonra başka eyaletlerde hakkında açılan davalardan yine birkaç yıllık cezalarla paçayı kurtardı.

Ponzi gelecek nesillere ilham kaynağı olan bir vizyonerdi. Zaten bir nevi yasal dolandırıcılık olan kapitalist sistemde kendine fazla zarar gelmeyeceğini iyi biliyordu. Zira hapisten çıktıktan sonra İtalya’ya dönüp kurduğu yeni tezgâhlarda yeni milyonlar kazandı. Ponzi’nin sürdüğü sefanın aynısı için içerde 8-10 yıl yatmayı göze alacak milyonlarca insan olduğuna eminim.

Yıllar sonra, Nasdaq Borsası yönetim kurulu başkanı Bernie Madoff, Carlo Amca’nın tezgâhını daha profesyonel bir tanıtım ve satış stratejisiyle (burada reklam ve pazarlamacılara çok iş düşüyor) Wall Street’teki büyük yatırımcılar üzerinde tekrar işletti. Herkesin giremediği, özel bir yatırım kulübüydü bu. Bernie Amca, 1991 senesinde başladığı dolabı 2008 senesine kadar döndürdü. Tabii bu sefer kazlar daha büyüktü. Aralarında Steven Spielberg, Zsa Zsa Gabor ve John Malkovich gibi tanıdık simaların da bulunduğu binlerce enayi şahıs ve kurumun yatırımlarıyla toplamda 65 milyar dolarlık bir Ponzi çevirmişti.

O da kayıplara karış(a)madı. Tutuklandı ve yargılandı. Fakat Carlo Amca gibi birkaç yıl hapis yatarak paçayı kurtaramadı. Tam 150 yıl aldı. Çünkü aynı oyunu oynamasına rağmen çok büyük bir hata yapmıştı. Sıradan vatandaşları değil kapitalistleri ve Wall Street simsarlarını dolandırmıştı. Liberalizmin hukukunda herkes eşittir. Ama kapitalistler daha bir eşittir.

Buradan çıkaracağımız ders şudur: kapitalizmde asla kapitalistleri dolandırmayacaksın.

Dolar ihalesi oyunu

Her dönem başında mikroekonomi derslerinde öğrencilerle oynadığım, literatürde “dolar ihalesi” diye geçen, bir oyun vardır. Cüzdanımdan 20 lira çıkarıp sınıfa gösteririm. Bu 20 lira için birer liralık artırımlarla ihale yapacağımı, en yüksek teklifi yapanın 20 lirayı alacağını fakat en yüksek ikinci teklifi yapanın da, açık arttırmayı kaybetmesine rağmen, teklifini ödemesi gerektiğini söylerim.

Eğer yeteri kadar kalabalık bir sınıftaysanız, kendi arasında konuşarak strateji geliştirmeye çalışanlar olmasına rağmen, muhakkak köşeden bir öğrenci 1 lira teklif ederek ihaleye başlar. Genelde 2 lira için 5-6 el aynı anda kalkar (meraklı sözelciler). Birini seçip devam ederim. 3, 4, 5, 6 lira derken el kaldıranların sayısı azalmaya başlar. 10 liranın üzerine çıktığımızda, çoğu zaman, teklif yapmayı sürdüren iki kişi kalır. Bu iki kişi genelde erkektir. 11 lira teklif eden, ihaleyi kazanırsa 9 lira kâr edecektir. Fakat 10 lira teklif eden 10 lira içerde olduğundan hiç düşünmeden 12 lira için elini kaldırır. Bir anda 10 lira zarardan 8 lira kâra, 18 liralık bir sıçrama… Diğer öğrenci de aynı şeyi düşündüğünden 13 lira için elini tereddütsüz kaldırır. Bir dakika bile geçmeden, seri bir şekilde 20 liraya geliriz.

Öğrencilerden biri 20 lira için 20 lira teklif ederek başa baş noktasına kadar inmiştir. Ancak diğer öğrenci 19 lira içerdedir. 1 lira içerde olmak 19 lira içerde olmaktan daha iyi olduğundan, kısa bir düşünüp, 20 lira için 21 lira teklif eder. 22, 23, 24 diye giderken ihale genelde 30-40 lira arası bir yerde biter. Özel üniversitelerde 60-70 lira bandına çıkmışlığım vardır. “Kısa günün kârı… Ek gelir kapısı… N’apalım benim de ödeyecek faturalarım var. Kimseye söylemeyin, kendiniz rezil olursunuz bak” gibilerinden bir iki espriyle deneyi bitirip derse başlarım.

Buradan çıkaracağımız dersler şunlardır:

1) Fazla merak kediyi öldürür
2) Erkekler kadınlardan daha fazla risk alır
3) Kasa her zaman kazanır

Davranışsal iktisat, güven oyunu ve Çiftlik Bank

Yatırım oyunu diye de geçen bu deneyi sınıfta hiç yapmadım ama literatürdeki kalburüstü araştırmaların çoğunu biliyorum. İki kişinin oynadığı bu oyunda birinci oyuncuya, misal, 10 lira verilir. Birinci oyuncunun seçenekleri şunlardır: 10 lirayı alıp evine gidebilir ya da 10 lirayı anonim bir ikinci oyuncuya gönderebilir. 10 lirayı ikinci oyuncuya gönderirse deneyi tertipleyen kişi ortadaki parayı üçe katlayacağını söyler. Yani eğer birinci oyuncu parayı ikinci oyuncuya “yatırmayı” tercih etmişse ikinci oyuncunun eline 30 lira geçer. Bu noktada ikinci oyuncunun seçenekleri şunlardır: 30 lirayı alıp evine gidebilir ya da 30 liranın yarısını birinci oyuncuya göndererek eşit bir paylaşım yapabilir. Bu kadar.
Birinci oyuncu aklından şunları geçirir: Cepteki 10 lirayla eve gidebilirim (10, 0). Ama eğer ikinci oyuncuya güvenip parayı ona gönderirsem ikimiz de 15’er lira kazanabiliriz (15, 15). 15 lira 10 liradan iyidir. Zaten ikinci oyuncunun şu anda hiç parası yok; dolayısıyla 15 lira onun için çok daha iyi bir kazanç. Ben ona güvenerek parayı gönderdiğime göre o da eşek değil ya paranın yarısını bana gönderir herhalde. Fakat öte yandan ikinci oyuncu 30 lirayı alıp evine de gidebilir (0, 30). Sonuçta 30 lira da 15 liradan büyük. İyisi mi o gitmeden ben 10 lirayı alıp evime gideyim (10, 0).

Şimdi… Öğlen asgari ücretiniz maaş hesabınıza yatmış. Evinize giderken bunu bozdurup bozdurup harcamayı düşünüyorsunuz. Ama bir ihtimal daha var, o da Çiftlik Bank mı dersiniz? Dünyanın en büyük sığır çiftliğine yapmış olduğunuz bu müthiş yatırım sayesinde paranız birkaç ay içinde 5000 lira olabilir. Çiftlik Bank da kâr payı olarak size 2500 lira geri ödeme yapar. Böylece herkes kazanmış olur. Üstelik Çiftlik Bank öyle ortadan kaybolacak anonim bir kişi değil. Zaten bu da bir iktisat deneyi değil. Ortada çiftlikler var, geceleri süt sağıyorsunuz falan. Dosta güven, düşmana korku veriyor…

Tabii Çiftlik Bank oyunu burada bitmiyor. Güven oyunu Ponzi tezgâhı ile birleşiyor. Siz ikinci oyuncuya güvenip daha fazla yatırdıkça daha fazla para geri geliyor. Kestirmeden köşeyi dönmenin yolunu gören diğer insanlar da paralarını ikinci oyuncuya göndermeye başlıyorlar. Başta temkinli davranıp küçük oynayanların, paralar gelmeye devam ettikçe, daha büyük oynamak için kredi çektikleri bile oluyor. Yani olmayan parayla olmayacak işlere giriyorlar. Nereye kadar? Sistem patlama noktasına yaklaştığı bir anda ikinci oyuncu paraları alıp Uruguay’a kaçana kadar. Buradan çıkaracağımız ders şudur: Güvenme rapçi tosuna, saman doldurur postuna.

İntikamlı güven oyunu

Şimdi rapçi tosunlu güven oyununun intikamlı versiyonuna gelelim. Diyelim ki ikinci oyuncunun vicdanına güvenerek 10 liranızı gönderdiniz. Ancak ikinci oyuncu 30 lirayı alıp uzadı, beyaz Ferrari’siyle Monteviedo caddelerinde drift atıyor. Siz de evde kendi kendinize “hep iyi niyetimden kaybediyorum” diye düşünürken ben çıkageldim. Ve dedim ki “dostum seni çok iyi anlıyorum; ben de mağdur oldum, ama ne yapıp edip ben bu adamı yakalayacağım, gerekirse dedektifler tutacağım, evlerine ateşler salacağım, yuvasını yıkacağım, dünyanın bir ucuna da gitse onu bulacağım, masraflar için bana verdiğin her 1 lira için de sana 2 lira getireceğim, sözüm söz, gel bu yaptıklarını tosuncuğa ödetelim.”

Yani bana on lira verirseniz sizi başa baş noktasına getirebilirim… Zaten 10 lira içerdesiniz; ikinci oyuncudan intikam almak için bir 10 daha verir misiniz? Eğer aranızda “hayatta vermem” diyenleriniz varsa, en son güvendiğiniz dağlara karlar yağdıran bir arkadaşınız veya eski sevgilinizden intikam almak için aklınızdan neler geçirdiğinizi bir hatırlayın derim. Buradan çıkaracağımız ders de şu: Ponzi ve benzeri tezgâhlarda dolandırılan insanlar, intikam arzularından istifade edilerek, bir tur daha dolandırılabilirler.

‘Çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin’

Dolar ihalesi oyununda toplumsal olarak rasyonel olan strateji oyunu hiç oynamamaktır. Aslında hoca sizi tufaya düşürmese kimse kaybetmeyecek zaten. Ama adam oyunu öyle bir anlatıyor ki (reklam ve pazarlama) birkaç lira verip süper kâr edeceğinizi düşünerek irrasyonel bir şekilde davranıyorsunuz.

Bitcoin gibi balonlarda da insanlar kestirme yoldan para kazanmanın cazibesiyle mantıkdışı işlere giriyorlar. Eğer ahlaki bir kaygınız yoksa ve tek derdiniz zengin olmaksa, en iyisi erken girip erken çıkmak, geçe kaldıysanız da hiç bu işlere girmemektir. Bu tarz balonlara, saadet zincirlerine ve Ponzi tezgâhlarına ilk girenler çok kazanabiliyor. Ama tabii ne zamanın erken ne zamanın geç olduğu belli değil. Biraz merak, biraz da bir şeyi kaçırıyor olma hissiyle (fomo) ikinci dalga kerizler sisteme giriyor. Üçüncü, dördüncü dalga derken sonrası malum… Çünkü sürdürülebilir bir şey değil. Peki, nasıl oluyor da insanlar sürekli aynı tuzağa düşebiliyorlar? Olay enayilikten mi ibaret?

Biraz enayilik. Biraz balık hafıza. Sonuçta yeni jenerasyon Banker Kastelli’yi, Süleyman Mercümek’i, Titan Kenan’ı, Jet Fadıl’ı, Keriz Feneri’ni, dot-com balonunu veya lale çılgınlığını bilmiyor. Sağda solda duyuyor belki ama konunun detaylarına vakıf değil. Belki sosyal medyanın da azizliği. 140 karakterlik slogan bilgilerle her şeyi duyuyorlar ama hiçbir şeyi derinlemesine bilmiyorlar. Yalan yanlış, kulaktan dolma bilgiler çok hızlı yayılabiliyor.

Diğer yandan, Ponzi tezgâhları ve varlık fiyatı balonları her defasında “farklı” bir görüntüyle zuhur ediyor. Birinde “arbitraj yapıyoruz,” diğerinde “paraları borsada işletiyoruz,” ötekinde “geleceğin para birimi,” berikinde “dünyanın en büyük sığır çiftliğini kuruyoruz” diyerek yolunacak kazlara “bu defa farklı” sendromunu yaşatıyorlar. Evet tezahürü farklı, ama işleyiş mantığı aynı.

Hadi belki Carlo Ponci şaibeli bir İtalyan göçmeni… Peki ya Bernie Madoff? Adam Nasdaq’ın yönetim kurulu başkanı. Yıllardır Wall Street’te yatırımcılık yapıyor. Parayı alıp evine gitmeyeceğinin güvenini veriyor birinci oyuncuya.

Fadıl Akgündüz; mühendis işadamı. CV’si kuvvetli, projeleri sağlam. Üstelik çember sakalı var ve umreye gidiyor. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Allah çarpar valla…

Satoshi Nakamoto; “sen farklısın, Japon’sun bir kere, akıllı adamsın.” Bitcoin’in arkasında bir sürü matematiksel işlem var. Gelecek dijitalde abi (ezber sloganlar). Milyarlarca dolarlık piyasası var. Bu kadar insan yanılıyor mu yani?

Mehmet Aydın; 25 yaşında, imam hatip mezunu, temiz yüzlü genç bir girişimci. Destek vermek lazım böyle azimli gençlere. Televizyonda reklamı da çıkıyor, Beyaz falan oynuyor. Darbecilere nispet olsun diye tesis açılışında koç kesip tekbir getiriyorlar. Güven veriyor.

Kestirmeden para kazanma hırsı akla uygun düşünmenin önüne geçiyor. Lakin bu bireyi kapitalizm yarattı. Kapitalist sistem herkese refah, zenginlik ve mutluluk vaat eder. Gerçekte olan ise bir yanda saçma sapan işlerde karın tokluğuna çalışarak bu dünyadaki vaktini tamamlamaya çalışan yüzde 99, diğer yanda bir asalak gibi işçilerin sırtından geçinerek sefa süren yüzde birlik kapitalist azınlık… Sistem gayet iyi işliyor ancak bir sorun var. Yüzde 99’un bu sömürü düzenini her an veto ederek yerine daha demokratik bir üretim biçimini getirme gücü var. Statükoyu nasıl koruyacaksınız?

İdeolojik çürüme ve yozlaşma

Umut fakirin ekmeği; liberal ideoloji umut tacirliği yaparak insanları bu sistemde zengin olabileceklerine inandırmaya çalışır. Kapitalizmde çok çabalayan herkes Bill Gates olabilir, yeter ki içinizdeki devi uyandırın. Hesapta… Bugün çoğu kişisel gelişim kitabı insanları kestirmeden zengin etme vaadiyle satılıyor. Zengin ol ya da bu uğurda öl! Resmen idiotizm.

Şans oyunları da bunun bir uzantısıdır. Özal taktiği. Seksenli yıllarda çekilen Kemal Sunal filmlerindeki ganyancı, totocu, piyangocu karakterlerle aslında Özal döneminin sıkı bir eleştirisi yapılır. Çalışarak insanî bir şekilde yaşayamıyor musun? Ganyan oyna… Piyango al… Lotoyu tuttur… Saldır moruk, saldır… Ama sakın sendikaya üye olma. Harranlı olarak devam et.

Kapitalizmde insanlar çalışarak bir yere varamayacaklarını artık çok iyi anladıklarından hayalî yollar maalesef furya olmuş durumda. Sağcısından solcusuna, lüks peşinde koşan kimi beyaz yakalısından yoksulluk sınırının altında geçim sıkıntısıyla boğuşan garibanına kadar herkes zengin olmak için bitcoin’e, Forex şirketlerine, Çiftlik Bank’a veya Anadolu Farm’a saldırıyor. Saldırırken de ellerindeki üç kuruşluk pirinci saadet zincirlerine, kişisel gelişim şarlatanlarına, yaşam koçlarına, şans oyunlarına, varlık balonlarına veya Ponzi dolandırıcılarına kaptırıyorlar. Herkes kendi hesabında. Toplum çürüyor. Liberal ideolojiye maruz kalan herkes yozlaşıyor. Aslında öfke duyulması gereken Mehmet Aydın’a büyük bir sempatiyle bakılıyor. Hepimiz kerizlerle dalga geçiyoruz. Hırsızın hiç suçu yok…

Anıl Aba

Bu yazı ilk olarak 25 Mart 2018 tarihli Birgün Gazetesinde yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu