Kültür-Sanat

Charlie Chaplin ve Şarlo Efsanesi

Charlie Chaplin beyazperdedeki en aykırı ve aylak karakterlerden birini yarattı. Komik bıyığı, melon şapkası, paytak yürüyüşü ve durmadan salladığı bastonu ile en sevilen anti-kahraman Şarlo’ydu o.
charlie-chaplin

Sistem tarafından ezilmiş, hor görülmüşlerin sessiz sesiydi. Uzun uzun konuşmasına veya avaz avaz bağırmasına gerek yoktu. Ayakkabı bağcıklarını spagetti gibi çatalına dolarken veya dişlilerin arasında sıkışırken derdini anlatıyordu zaten.

Charlie Chaplin 40 seneyi aşkın sanat yaşamında senaryolar yazdı, yönetti, filmlerinin başrollerinde oynadı, müziklerini besteledi. Sessiz sinemanın üstadı kendine o kadar güveniyordu ki sesli film çevirmeyi uzun süre reddetti. O sadece bakışlarıyla ve mimikleriyle uzun diyaloglardan fazlasını anlatabiliyordu.

charlie-chaplin1

Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da doğdu. Anne ve babası müzikhollerde ve tiyatrolarda çalışıyordu. Çift, küçük Charlie henüz bir yaşındayken boşandı. Charlie annesi Hannah Harriet Pedlingham Hill ve farklı babadan doğma ağabeyi Sydney ile kaldı.

Charles sahne kariyerine epey erken başladı. Henüz beş yaşındayken annesiyle şarkı söyledi, dans etti. Hannah 1894’te sahnedeyken sesini kaybedince zor günler başladı. Artık gün geçtikçe fakirleşiyorlardı ve annesinin psikolojik sorunları artıyordu.

Annesi Hannah bir kliniğe yatırılınca o ve ağabeyi kısa süreliğine baba Charles Chaplin Sr. ile kaldı. Ama baba oğul hiçbir zaman yakın olmadı. Çünkü genç adam içkiye epey düşkündü ve oğluna sahip çıkmak gibi bir derdi yoktu. Zaten çok geçmeden -1901’de- 37 yaşındayken alkolizm yüzünden hayata veda etti.

İki kardeş, anneleri hastaneye girip çıktıkça bazen bakımevinde kaldı, bazen sokaklarda yaşadılar. Bu yüzden Charlie çeşitli okullara girip çıktı ve düzenli eğitim alamadı.

Chaplin dokuz yaşındayken “Sekiz Lancashire’lı Delikanlı” (Eight Lancashire Lads) adlı dans topluluğuna katıldı. Bu onun rüştünü ispatladığı ilk profesyonel sahne deneyimiydi.2_charlie-chaplin

Ağabeyi Sydney dönemin ünlü Fred Karno Kumpanyası’na katılınca Charles de 1910’da soluğu orada aldı. Bu gezici kumpanya hayatının dönüm noktasıydı. Charles onlarla birlikte iki sene ABD’ye turneye çıktı. İngiltere’ye döndükten beş ay sonra Karno ile sözleşmesini yeniledi ve tekrar ABD yollarına düştü.

Chaplin 1913’teki bir gösteri sırasında Mack Sennett’ın dikkatini çekince onun sahibi olduğu Keystone Stüdyoları ile anlaştı.

2 Şubat 1914’te Chaplin ilk kez kamera karşısındaydı. Henry Lehrman yönetmenliğinde “Yaşıyor Gibi Yapmak” (Making a Living) adlı tek makaralık filmde rol aldı. O artık ileride parlayacağı sinema sektörüne adım atmıştı.

Başta Mack Sennett ona karşı temkinliydi. Çünkü kamera önünde tekinsizdi. Bambaşka birine dönüşüyor, oradan oraya koşturuyor, sık sık doğaçlamalar yapıyor, bedenini sonuna kadar kullanıyordu. Bu çabası boşa gitmeyecek, bir yıl boyunca 35 filmde rol alarak hızla ünlenecekti.

Kid Auto Races at Venice’te (Venedik’te Çocuk Otomobil Yarışları) seyirci Chaplin’i izlerken kısa sürede Şarlo’nun (Charlot) fenomene dönüşeceğinden habersizdi. Dar ceketi, bol pantolonu, ayağından çıkacak gibi duran büyük ayakkabıları, komik bıyığı, bastonu ve melon şapkasıyla Şarlo komik ve hüzünlüydü.

Sürekli bastonunu çeviriyor, paytak paytak yürüyor, türlü sakarlıklarla herkesi güldürüyordu. Ama o yoksulluğunda, kocaman gözlerinde ve ortama bir türlü uyum sağlayamayışında seyirciyi kalbinden vuran bir şeyler vardı.

Chaplin “Şarlo” karakteriyle 60’dan fazla kısa film çevirdi. Şarlo’nun gezgin Yahudi temasını işlediğini söyleyenler de oldu, onu Don Kişot’a benzetenler de. Ama bu serseri, avare karakter bir anda çok tutmuştu. Çünkü o otoriteyi temsil edenlerce hor görülüyordu. Ama çok da umurundaydı. Şarlo kendine acırken bile kendi kendisiyle ve otoriteyle dalga geçebiliyordu.

Ünlü sanatçının ilk uzun metrajlı filmi 1921’de çevirdiği Yumurcak’tı. Bu filmde yoksul Şarlo terk edilmiş bir çocuğu sahiplenip büyütüyordu. O ve Jack yıllar sonra camcılık yapıp yıkık dökük bir evde mutlu mesut yaşarken, bağlılıkları ıslahevinden gelen görevliler tarafından sınanacaktı.

Türkiye sinemasından Sezercik, Ömercik gibi çocuk yıldızların oynadığı pek çok filme de ilham veren Yumurcak’ta Chaplin ne yapacağını bilmez halde sistemle mücadele etmeye çalışırken Yumurcak Jack hayata dört elle sarılan bir yetişkin gibiydi.

Sesli sinemanın yayılmaya başladığı sıralarda Chaplin bu yeni teknolojiye karşı temkinliydi. Sesin, sinemanın büyüsünü bozacığını düşünüyordu. O yüzden 1931 yapımı Şehir Işıkları’nı sessiz çekmeyi tercih etti.

Ustanın 1936 yapımı Modern Zamanlar’ı bugün bile en sıkı sistem karşıtı filmler arasında yer alıyor. Büyük Buhran yıllarında bir fabrikada montaj hattında çalışan Şarlo’nun yavaş yavaş delirişini anlatan filmde Fordizm ve kapitalizm hedef tahtasındaydı. Ekonomik koşulların bozulduğu, açlık ve yoksulluğun arttığı dönemde koca çarklar arasında didinen Şarlo unutulmaz sahneleriyle sistemi yüzümüze vuruyordu.

Hey uyanın! Dünya yerinden oynayacak: Büyük diktatör

Tarihin en kanlı diktatörü Adolf Hitler’i Chaplin nasıl görmezden gelebilirdi ki? Ustanın bu ilk sesli filmi, antisemitizm ve faşizme odaklanan bir politik komediydi. 1940’ta henüz ABD’nin resmi olarak savaşa girmediği dönemde çekilen bu film, olan biteni görmek istemeyenlere karşı erken bir uyarı gibiydi.

Şehrin varoşlarında yaşayan Yahudi bir berberin Hitler’e benzerliğine odaklanan filmde, Hitler’in dünyayı avucunda oynattığı sahne ve filmin sonundaki ünlü konuşması sinema tarihinin efsaneleri arasında yer alacaktı.charlie-chaplin

1947 yapımı bu filmden sonra, epeydir sanatçının politik duruşundan rahatsız çevreler adeta bir karalama kampanyası başlatacak, onun Amerika sevgisini sorgulayacaklardı.

charlie-chaplin

Usta sanatçı kısa sürede sinemada anlatılan hikâyenin önemini fark etti. Yarattığı uyumsuz anti kahraman Şarlo ile filmlerinde dramatik öğelere yer verirken politik mesajlarını da komedi ile birleştirdi.

Chaplin, filmlerinde her zaman politik olarak nerede durduğunu belli etti. Büyük Buhran yıllarında fos çıkan Amerikan Rüyası, ezilen işçiler, devletin ezici iktidarı ve faşizm onun temaları arasındaydı. Bu yüzden bazı çevreler onun açık vermesini bekliyordu.

Chaplin 1942’de, savaşta Almanlara karşı ikinci bir cephe çağrısında bulundu. Bu çağrı Amerikan yanlıları tarafından hoş karşılanmayacaktı. Zaten uzun süredir Hollywood’da çalışmasına rağmen ABD vatandaşlığına geçmemişti.

Chaplin bazılarına göre sivriydi. Sessiz filmde diretmesini bile açıklarken Amerikan karşıtı duruşundan vazgeçmiyor “Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya Amerika’dan ibaret değil!” diyordu.

Geçmişte Göçmen’de (The Immigrant) bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve Altına Hücum’daki bazı sahneler komünizm propagandası olarak yorumlanmıştı. Büyük Diktatör ise başlı başına olaydı. Almanya’nın Washington Büyükelçisi ile Hollywood Konsolosu daha çekim aşamasında filmi engellemeye çalıştı; ABD’deki sağcı dernekler tehditler savurdu. Amerikan Karşıtı Çalışmaları Araştırma Komitesi onu sorguladı. Ama bunların hepsi nafileydi…

Karalama kampanyalarında Chaplin’in birikmiş vergi borcu ve çalkantılı özel hayatı iyi bir kozdu. Güzel kadınlara düşkünlüğüyle tanınan Chaplin dört evlilik yaptı. 1918’de aktris Mildred Harris’le, 1924’te Lita Grey ile evlendi. Harris’ten bir, Grey’den iki çocuğu oldu. 1936’da aktris Paulette Goddard ile evlenen Chaplin’in son evliliği Oona O’Neill ile 1943’teydi. Ölene kadar O’Neill ile evli kalan Chaplin’in bu evlilikten sekiz çocuğu oldu.

Chaplin son evliliğini yaptığı sene önce karısı kendisinden 36 yaş küçük ve 18 yaşında olduğu için epey eleştirildi. Kısa süre sonra Joan Berry adlı aktrisin kendisine açtığı babalık davası ile uğraştı. Testler aksini ispat etse de mahkeme Chaplin’in çocuğun babası olduğuna karar verdi. Artık toplumun gözünde itibarsızlaştırma oyunu başlamıştı.

charlie-chaplin

1952’de ülkeyi terk eden usta sanatçı, geri dönüş hakkının ABD Adalet Bakanlığı’nca soruşturulacağını öğrenince 1953’te Cenevre’de bu haktan vazgeçtiğini açıkladı. İsviçre’de Corsier-sur-Vevey’de yaşamaya başladı. Ama rahat durmayacaktı.

1957’de Londra’da yaptığı New York’ta Bir Kral, (A King in New York) yine komünizm yanlılığı suçlamalarını gündeme getirdi. Bu film Amerikan tarzını ve Amerika’ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi’ni eleştiriyordu.

Chaplin son filmi Hong Kong’lu Kontes’i (A Countess from Hong Kong) 1966’da çekti. Hong Kong’da yaşayan Rus Kontesi’nin Amerikalı politikacının peşine takılmasını ve kaçak yollarla Amerika’ya gidişini anlatan filmde döneminin yıldızları Marlon Brando ve Sophia Loren rol alıyordu.

Bu filmden altı sene sonra 1972’de Chaplin yine ABD yollarındaydı. Ama bu kez bir zamanlar istenmediği ülkede kendisine verilen özel Oscar ödülünü kucaklayacaktı.

Chaplin’in Oscar ile mücadelesi aslında epey eskiye dayanıyordu. 1929 yılında ilk kez düzenlenen Oscar Ödülleri’nde Sirk (The Circus) filmiyle En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Komedi Filmi Yönetmeni dallarında adaydı. Ama komite ona özel ödül vermeyi tercih etmişti.

Yıllar içinde Mösyö Verdoux, Şehir Işıkları ve Sahne Işıkları filmleri Oscar kazandıysa da 1972’de ikinci kez aldığı Onur Ödülü bambaşkaydı. Chaplin törende sahneye çıktığında beş dakika boyunca coşkuyla alkışlanmış adeta Akademi ona itibarını geri vermişti.

Usta sanatçının hayatı 1992’de Richard Attenborough tarafından Chaplin filminde beyazperdeye uyarlandı. Robert Downey Jr., Anthony Hopkins, Moira Kelly, Marisa Tomei gibi isimlerin rol aldığı film, Chaplin’in yoksul çocukluğunu ve ölümünden dört yıl öncesine kadarki hayatına odaklandı. Chaplin’in kızı Geraldine Chaplin de sanatçının annesi rolündeydi.

Charlie Chaplin’in yaşarken bir efsaneye dönüşmüştü. 88 yıllık ömrü birbirinden acayip anekdotlarla doluydu. Kaliforniya’da düzenlenen “En İyi Şarlo Taklidi” yarışmasına kimseye haber vermeden katıldığı ve ancak üçüncü olduğu da rivayet edildi. Albert Einstein’a “Beni anladıkları için, seni anlamadıkları için alkışlıyorlar” dediği de.

Chaplin 6 Temmuz 1925’te “Time dergisine kapak olan ilk aktör” unvanını kazandı. 1975’te Sir unvanını aldı. Ölümünden sonra da efsanesi bitmeyecek, 1987’de melon şapkası ve bastonu 150 bin dolara satılacaktı.

charlie-chaplin

Chaplin 25 Aralık 1977’de hayatını kaybetti. Cenazesi, ömrünün son yıllarını geçirdiği Corsier-sur-Vevey şehrinin mezarlığına gömüldü. Ama kısa süre sonra Chaplin’in karısı Oona’dan fidye almayı planlayan iki kişi usta sanatçının cenazesini çaldı. Olaydan yaklaşık üç ay sonra büyük bir operasyonla failler yakalandı ve cesedi yeniden Corsier-sur-Vevey Mezarlığı’na gömüldü.

Emel Gülcan

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu