Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından ve oyun yazarlarından biri. Ona “modern kadın hareketinin annesi” de deniyor. Jean-Paul Sartre, ünlü Fransız yazar ve düşünür. Kimine göre “Ahlaksız”, kimine göre “Özgür” bir ilişkiydi onlarınki.
Paris, sonbaharın en çok yakıştığı kentlerden biri. Kentin dört bir yanını göz alabildiğine süsleyen dev çınar ağaçları, yapraklarının büyük bir kısmını dökse de, parklarda, caddelerde göz alabildiğine sarı ve kırmızının tonları kucaklıyor ruhunuzu.
Toplantılardan bunalıp, kaldığımız Pullman Otel’in çevresinde kısa bir tur atmak için kendimizi hiç bilmediğimiz Paris’in sokaklarına bıraktık. Montparnasse Bulvarı’nda hemen her binanın altında bulunan kafeleri, görkemli binaların Fransız balkonlarını, pencerelerden sarkan rengarenk sardunyaları, kaldırıma düşen kurumuş yaprakları seyrede seyre de ilerlerken, bir mezarlığın önünde durduk.
Birbirinden görkemli mezar taşlarını görünce “acaba” dedik, “Burası, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Jim Morrison”un da mezarlarının bulunduğu o ünlü mezarlık (Pere Lachaise) olmasın sakın.”
İçeri girdik.
Bir sanat müzesini andırsa da sonuçta bir mezarlık ve tüm mezarlıklar gibi insanı ürperten bir yanı var. Hayır burası o ünlü mezarlık değil. Göz ucuyla mezarları incelemeye başladım. Taki gözüm diğer mezarlara göre hayli mütevazi bir mezar taşına takılana kadar; Jean-Paul Sartre & Simone de Beauvoir.
Bir kadın ve erkeği aynı mezarda buluşturan şey nedir? Bu soru zihnimi kemirdi durdu seyahat boyunca. İkiliye ait makaleleri okuyup, bu tuhaf ilişkiyi anlamaya çalıştım. İtiraf edeyim yazarken zorlandım ama bir o kadar da keyif aldım.
Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından ve oyun yazarlarından biri. Meşhur “İkinci Cins” kitabının yazarı. Ona “modern kadın hareketinin annesi” de deniyor. Kadın hareketinde öncü.
Jean-Paul Sartre, ünlü Fransız yazar ve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra, her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği “Varoluşçu” felsefesiyle de yer etmiş; siyasetteki etkinlikleriyle 20. Yüzyıl’a damgasını vuran düşünürlerden biri.
20. yüzyıl Fransa’sının en etkileyici isimleri olan Sartre ve Beauvoir, 40’lı, 50’li yılların, hem yaşam tarzı hem de düşüncelerdeki özgürlük rüzgarının yaratıcısı olmuşlar. Yazar, filozof ve devrimci iki sevgili, 50 yılı aşkın bir süre, evlilik ve tek eşliliği reddederek sürdürmüşler ilişkilerini. Kuramını hazırladıkları ve hayata geçirdikleri “Varoluşçuluk” akımına göre; devlet, toplum ya da aile gibi kavramları reddediyor, bireyin kendi kaderini kendisinin tayin ettiğini savunuyorlardı… “Özgürsün, bundan dolayı, seçimini kendin yapabilirsin” diyordu Sartre…
Sartre’ın 1945’te kaleme aldığı ‘Les Temps Modernes’ Modern Zamanlar, dönemin en etkili sol yazını oldu. Beauvoir ise 1950’de “İkinci Cins” kitabı ile büyük bir ün kazandı. “Kadın doğulmaz, olunur” diyen Beauvoir, Vatikan tarafından adeta aforoz ediliyor, kitabı yasaklanıyordu.
Beauvoir , 1960 yılında otobiyografisini yayınladığında Sartre ile olan ilişkilerini ve diğer erkekleri sansürsüz olarak kaleme aldı. Beauvoir, Chicagolu yazar Nelson Algren’le ilişkiye girdi o günlerde… Sartre ise iki genç aktris Dolores Vanetti ve Michalle Vian ile birlikteydi. Sartre, Time Dergisi’ne kapak olurken, iki sevgili 1960’larda ortaya çıkan ahlaki çöküntüden sorumlu tutuluyordu.
“En büyük günah pişmanlıktır / Her seçiş bir vazgeçiştir / Cehennem başkalarıdır” sözleri o günlerin sloganı haline gelen Sartre’ın kendilerini eleştirenlere yanıtı ilginçti: “Özgürlük, cesaret ve sorumluluk gerektirir… Her hareket geleceği yaratır ve kolay değildir.”
Her eylemi olay olan iki sevgili, aşklarını kimseye kulak asmadan özgür ve dolu dizgin yaşıyordu. 1961’de iki sevgili Cezayir’in özgürlük savaşına destekleyerek, Fransa’yı suçlayınca, binlerce Fransız askeri Champs Elysee’de yürüyerek “Sartre’a ölüm” diye bağırdı. Aynı günlerde ünlü yazarın evi iki kez bombalandı. İki sevgilinin Mao, Castro, Guevara, Khrushchev ve Tito’yla el sıkışırken görüldükleri fotoğraflar büyük tepki yaratıyordu. Sartre, 1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Ancak ödülü reddetti. “Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir” diyordu. 1970’de iki sevgili Mao’cu bir yayın olan “La Cause du Peuple”ü dağıtma suçundan tutuklandı.
Sartre, Beauvoir’ın tüm karşı çıkışlarına rağmen her gün daha fazla alkol tüketiyordu. Gözleri iyi görmüyordu. 1980’de sağlığı giderek kötüleşen Sartre, hastanede komada yatarken, biricik aşkı Simone de Beauvoir, başucunda oturup saatlerce onu seyrediyordu.
Beauvoir, Veda Töreni adlı kitabında Sevgilisi’nin ölüm anını şöyle anlatıyor; “Bir ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Sartre tören istememesine karşın, cenazesine 50 bin kişi katılmıştı. Sartre öldükten kısa süre sonra Beauvoir da zatürre oldu. Ömrünün kalan yıllarını Sartre’ın mezarına bakan evinde geçirdi. 1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni yazdı.
Simone de Beauvoir, 1986 yılının Nisan ayında 78 yaşında öldü. Vasiyeti üzerine külleri sevgilisinin küllerinin yanına, aynı mezara kondu.
Ne tuhaf. Kimine göre “Ahlaksız”, kimine göre “Özgür” bir ilişkiydi onlarınki. Mezar taşında isimleri alt alta yazılı. Yaşamları boyunca hiç aynı evi paylaşmayan iki sevgili, bugün Paris’de Cimetière du Montparnasse Mezarlığı’nda ziyaretçileri selamlıyor.
Orhan Çakmur
Dünyalılar