Bazen öyle insanlar hayatınızdan birer kuyruklu yıldız gibi gelip geçerler ki asla neyi neden yaptıklarına bir türlü anlam veremezsiniz. İşte bu insanları anlayabilmenize yarayacak olan ölçülerden biri de o insanların kendi şahıslarına ait doğuştan özellikleri olabilir. Ve bu özelliklerden artık en şöhretlisi de o kişilerden birinin muhtemelen bir “Bipolar” olmasıdır.
Eğer insan karakter ve kişilikleri ile ilgili yeterince bilgiye sahipseniz ve insan ilişkilerine hakimseniz her türlü insanla iletişim kurmakta da zorlanmayacaksınızdır muhtemelen. Fakat bazen öyle insanlar hayatınızdan birer kuyruklu yıldız gibi gelip geçerler ki asla neyi neden yaptıklarına bir türlü anlam veremezsiniz. İşte bu insanları anlayabilmenize yarayacak olan ölçülerden biri de o insanların kendi şahıslarına ait doğuştan özellikleri olabilir. Ve bu özelliklerden artık en şöhretlisi de o kişilerden birinin muhtemelen bir “Bipolar” olmasıdır. Bir diğer adıyla “Manik Depresif” de denilen bu duygu durum bozukluğunu sadece 80 milyonluk Almanya’da yaşayan insan sayısı 2 milyondan fazladır.
Özellikle bu sayı, Vincent van Gogh’tan Edvard Munch’a, Kurt Cobain’den Amy Winehouse’a, Winston Churchill’den Hitler’e, Edgar Allan Poe’dan Friedrich Nietzsche’ye kadar birçok şöhretli kişiliğin de vaktiyle bu rahatsızlıktan mustarip olmasının etkisiyle günümüzde genç kuşak arasında hızla artan bir sahte kimlik yanılsamasıyla daha da artmıştır.
Rahatsızlık, iki uçlu duygu durum bozukluğu diye açılabiliyor. Yani Kul Nesimi’nin dizelerinden; “Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi. Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni” sözleriyle tarif edilebilecek bir hareketlilik (Mani) ve durgunluk (Depresyon) dönemi olarak kişinin yaşam süresini ikiye bölüyor. Ve bu dönemler mevsimsel geçişlerde hız kazanabiliyor. Özellikle algı keskinliğinin zirveye ulaştığı “atak” anlarında ise kontrol edilemezse istenilmeyen sonuçlara sebebiyet verebilir. Örneğin; intihar!
Bu anlar, tam bir gerçeklik zemininin kişinin ayaklarının altından bir halı gibi kaydığı istisnai hallerdir. Sembolik gerçeklik kaybı sırasında kişinin iç dünyasında yaşanan duygulanımları teknoloji yardımıyla gözlemleyebilmek henüz mümkün değil. Fakat Cemil Meriç’in sözlerinde anlamını bulan “Upanişat ‘Tanrısın’ diyor insana. Freud ‘İtsin’ diyor. Hangisi haklı?” türünde bir benzetme ile ifadelendirilebilecek uç bölünme evreleri arasındaki geçişlerde kişiyi fazlasıyla hırpalayabiliyor. Gülen birisi bir süre sonra aniden ağlamaya başlayabilir. Kendisini “Tanrı” gibi hisseden kişi bir süre sonra kendini çok değersiz bir varlık olarak hissetmeye başlayabilir.
Erken teşhisin çok önemli olduğu bu durumlarda kişiye genelde hemen uygulanan tedavi yöntemi anti-depresanla ilaç tedavisi ardından psikoterapi seansları ve çoğu zamanda nöroepileptik ilaçlarla atakları önlemeye yönelik ilaç tedavisi oluyor. Kilo aldırmak, cinsel isteği azaltmak, unutkanlık, aşırı uyku gibi yan etkileri de olan bu ilaçlar çoğu kişide ömür boyu kullanım gerektirebiliyor.
Durum her zaman bu kadar kötü de değil elbette. Kişinin, rahatsızlığını kabul etmesi, bununla yaşamaya alışması ve bunu kendisine sunulmuş bir “armağan” gibi görmesinin gerektiği özel hallerden birisi de yoğun bir üretkenlik ve zihinsel aktivitelerde parlak dönemler olabilir. Özellikle “Bipolar” yazar ve sanatçıların ürettiği eserlerin dünyaya damga vurmuş eserler olmasını göz önüne alırsak bu durum, rahatsızlıkla yaşamaya mecbur olan kişilerin rahatsızlığı kendileri açısından bir nebze kabul edilebilir kılmaktadır.
Belirtmek gerekirse bir “Bipolar”ın bazen neye neden kızdığını, bazı ifadeleri neden kullandığını çoğu zaman anlamayabilirsiniz. Sembolik anlamlar arasında kurdukları ilişki bağlantılarını takip etmeniz ve çözümleyebilmeniz ise asla mümkün olmayabilir. Fakat eğer kişi bir “atak” dönemi geçiriyor ise ve çevresinde kimi geri döndürülemeyecek zararlara neden olmuşsa, tekrar eski haline geri döndüğünde her şeyi eski hali ile bulamayabilir. Ve burada çevrenin o kişiye karşı tavrı çok önemli. Kimsenin kendisini bir başkasına karşı “anlayış” göstermek zorunda hissetmediği bir dünya gerçekliği karşısında bir “Bipolar”a gerçekten yapılabilecek en büyük iyilik, kişinin bu özel durumuna karşı bilinçli ve hazır olmaktır.
Zaten çoğu insan için tüm zorlukları ile yaşam, fazlasıyla insana yük olabiliyorken bir “Bipolar” için bu durum istemediği bir şekilde daha çekilmez bir hal alabilir. Yalnız bırakılmaları, ilgisiz ve hoşgörüsüz karşılanmaları ise daha ağır bir yük olarak sırtına biner bu kişilerin. Her şey iki kat zor olmaya başlayabilir. Düzenli doktor kontrolü ve ilaç tedavisi her zaman tam olarak yeterli değildir. Aile ve çevre etkisi tedavide büyük bir etkendir.
Asla özenilecek hiçbir tarafının olmadığı bu hastalık, kesin uzman teşhisi konmadan bir nişane gibi taşınmamalıdır. Tam aksine mücadele edilmesi gereken ve ömür boyu bu rahatsızlığa mahkum olan kişiler için “bilinç” gerektiren ve mutlaka aşılması gereken özel bir durumdur. Rahatsızlığın tedavisinde ilerleme kaydetmiş kişiler genelde uzun yıllar bu rahatsızlıkla mücadele etmiş ve kendi semptomlarını tanıyarak bunlara karşı özel çözümler üretmiş kişilerdir.
Örneğin, depresyon döneminde yalnız kalmamayı, kendini eğlendirmeyi öğrenen kişi aynı zamanda mani dönemlerinde de kendini sınırlayıp baskılayabilecek üst ilkelere sarılabilmişse ve bir tür öz telkin yöntemi ile bir iç görü yoğunlaşmışsa kişide, rahatsızlık artık çok büyük sorunlar yaratmayabilir.
Britanyalı devlet adamı Winston Churchill’in de vaktiyle yaşadığı bu rahatsızlık kendisinin, sadece “Bipolar”ların bünyesinde bulunduğu bir gizli cemiyet oluşturmasına neden olmuş geçmişte diye biliniyor. Günümüzde hala yaşadığı düşünülen bu cemiyetin, şu anda nasıl bir faaliyet gösterdiği bilinmemektedir, fakat bilinen bir şey varsa, o da bir “Bipolar”ın anlam dünyasını kavrayabilmenin pek de kolay bir şey olmadığıdır.
Yoğunluk derecelerine göre sınıflandırılabilen bu rahatsızlığı üst düzeyde yaşamış kişilerin mutlaka klinik tedaviden geçmiş olmaları ve uzun dönem duygu dalgalanmalarının takip ediliyor olması gerekmektedir. Geri döndürülemeyecek sonuçlarından bir tanesi de daha önce belirttiğim gibi; intihardır. Bu yüzden, bir “Bipolar”a gösterilecek anlayışa dayalı bir ilgi, kriz anlarında hayat kurtarabilir.
Bu rahatsızlığı kendileri açısından avantajlı kılabilenler, sadece Batılı entelektüeller değil elbette. “Bir derdim var bin dermana değişmem”, “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” deyişlerinde olduğu gibi insana ve insanın ruhsal özüne yönelen Doğulu entelektüeller ve Sufi’ler arasında da böyle özel kişiliklerin bulunmuş olması yüksek olasılıkla muhtemeldir.
Sonuç yerine belirtmek gerekirse, hayatın her insana ve herkese eşit derecede zor olduğunu düşünen insanların “Bipolar”ları daha yakından tanımaları gerekli. Ve bir zorluğun onlar açısından nasıl birkaç kat daha zor hale geldiğini anlamak, çaba göstermesi gerekenin sadece “Bipolar”lar olmadığını da anlamamıza vesile olur, umarım.
Halil Emrah Macit, Mühim Hadiseler Enstitüsü
Dünyalılar