Kültür-Sanat

Dostoyevski Üzerine Notlar (6): Dostoyevski ve Psikoloji

 Dostoyevski kitaplarında, daha önce hiçbir yazarda bulamadığımız ölçüde derin psikolojik tespitler ve insan davranışlarının yorumunu görürüz. O, hiç kimsenin yapamadığı ölçüde insan dünyasının derinliklerine inmeyi başarmış, deyim yerindeyse insanın karanlık yanını görmüştür. Salt bu gerçek bile, onun diğer olumsuz yanlarını kapatmaya yeter.

“Dostoyevski bilinçdışının yeraltı dünyasına doktorlardan,

hukukçulardan, suç uzmanlarından

 ve psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulmuştur…”[1]

Freud, Dostoyevski’yi incelediği ünlü makalesine şöyle başlar:”Yaratıcı sanatçılığı en az şüphelenilecek yanıdır. Çünkü Dostoyevski sanatçılık bakımından Shakespeare’in hemen yanında yer alır.  Karamazov Kardeşler ile hiçbir roman boy ölçüşemez. Dünya edebiyatının en yetkin örneklerinden biri olan ‘Büyük Engizisyoncu’yu ne kadar övsek azdır. Yaratıcı sanatçı sorunu karşısında psikanalizin, silahlarını ne yazık ki bir yana bırakması gerekiyor.”[2]

Freud, Dostoyevski’nin ahlâksal özlemlerinin verdiği sonucun pek yüce bir şey olmadığını ve onun, bireyin içgüdüsel istekleri ile topluluk hayatının gereklerini uzlaştırmak için çetin savaşlara girdikten sonra dünyasal ve ruhsal yetkelere (otoritelere) baş eğdiğini; Hristiyanların Tanrısının ve Çar’ın önünde eğildiğini ve kaba bir Rus milliyetçiliği düşüncesine bağlanmak durumuna düştüğünü de belirtir.[3]

Ben bu düşünceye tam olarak katılmıyorum. Evet, Dostoyevski giderek düşünsel olarak, özellikle din ve milliyetçilik ekseni düşünceleri ile belki daha önce bulunduğu noktadan daha geriye gitmiştir. Ama yine de buradan yola çıkarak onu “kaba dinci, milliyetçi, gerici” olarak yansıtmak bence doğru değildir. Onun ulaşmak istediği nokta her zaman evrensel bir kardeşlik ve barış noktası olmuştur, nereden yola çıkarsa çıksın, ister dinden, isterse milliyetçilikten. Dini de zaten kendi açısından, aslında İsa’nın barışçı ve sevgi dolu imgesiyle ele almıştır . Bu nedenle ne kiliseye, ne de din adamlarına çok değer vermiştir.

Freud ayrıca Dostoyevski’nin kişiliğinde sadistliği dile getiren duygular olduğunu, mazoşist yanlar da olduğunu söyler aynı makalesinde.

“Dostoyevski’nin karmaşık kişiliğinden üç etkeni ele almış bulunuyoruz: Duygusal hayatının olağanüstü bir gerilim taşıması; doğuştan sapık içgüdüsel bir eğilim (bu, onun sado-mazoşist ve suç işleyici bir kimse olduğunu kaçınılmaz biçimde ortaya koyuyor) ve çözüme gelmeyen sanat yeteneği.”[4]

Freud “Oidipus kompleksi”ni de dile getirir bu noktada. Bu zaten onun olgulara yaklaşımının temel ve belirleyici öğesidir.

Dostoyevski’de acı bir temizlenmenin, bir arınmanın kaynağıdır. İnsan acı çekerek, özellikle de başkaları için acı çekerek arınır, temizlenir. Çektiği acı ne kadar büyük olursa arınma da o kadar derin olur.

Freud, Dostoyevski’nin babasının öldürülmesinin şiddetli bir travma olduğunu ve yazarın bu olaya gösterdiği tepkinin ise nevroz halinin bir dönüm noktası gibi görülebileceğini belirtir. [5]

Freud, yazarın kumar tutkusunu ise, bir patolojik tutku krizi gibi görür ve kumarın yazarın kendisini cezalandırma yöntemi olduğunu iddia eder.

“Bu, Dostoyevski’nin durumu için geçerlidir ve onun olaǧanüstü bir suçluluk duygusuna kapılmış olmasını ve mazoşist bir tutum göstermesini güçlü bir kadınsı öǧenin bulunuşuna geri götürebiliriz. Öyleyse Dostoyevski’nin durumunu şöyle açıklayabiliriz: güçlü ve doǧuştan bir ikicinslilik eǧilimi taşıyan ve sert babasına baǧlı olmaya karşı bütün gücüyle kendini savunabilen bir kimse. Sözü geçen ikicinsililik özelliǧi, ruhsal yapısıyla ilgilidir ve daha önce gördüǧümüz öǧelere eklenmektedir.”[6]

Dostoyevski’de acı bir temizlenmenin, bir arınmanın kaynağıdır. İnsan acı çekerek, özellikle de başkaları için acı çekerek arınır, temizlenir. Çektiği acı ne kadar büyük olursa, arınma da o kadar derin olur.

“Acı gözyaşların yüreğini temizleyecek, günahlardan arındıracak seni.”[7]

Freud, yazısında Dostoyevski’nin suçlulara karşı sınırsız yakınlık duyduğunu saptar.

Dostoyevski’ye göre bağışlanmayacak bir günah yoktur. Her şey bağışlanabilir, umut her zaman vardır: “Günah pis bir kokudur, güneş doğunca silinir gider.”[8]

Bu yüzden onun kitaplarında önemli bir yer tutan kavram da acıma ve merhamettir. Bu bağışlayıcı, affedici tavrın kaynağı da, yazarın İncil’de ve orada kendi açısından İsa’da gördüğü bağışlayıcı insan sevgisidir. Dinsel bir temele dayansa da Dostoyevski, en acımasız katili bile yargılamak yerine, onu anlamaya çalışır, bağışlamaya da hazırdır.

“İçinizde iğrenç olduğunu farkettiğiniz her şey, sırf onu farkettiğiniz için kendiliğinden temizlenmiştir.”[9] der.

Yargıçtan çok bir psikologtur o. İşte belki Freud’un suçlulara yakınlık duymak olarak adlandırdığı şey budur. Çünkü Dostoyevski, suçlulara yakınlık duymaktan ziyade bence onları anlamaya çalışmaktadır. “İyi” ve “kötü” kavramlarını da sorgulayarak bunu yapmaktadır aynı zamanda.

Fakat Freud’un bu eleştirileri yayınladığından bu yana, oldukça şüpheyle ve eleştirilerle karşılandı. Freud’un Dostoyevski’nin bazı eserlerine bakarak yazarın gıyabında yaptığı tespitlerin bilimsel olarak kanıtlanamayacağı da ileri sürüldü. Ayrıca Freud, Dostoyevski’nin hayatını ve tüm eserlerini yeterince incelemeden yazıyı kaleme aldığı yolunda eleştiriler de aldı. Hatta cinsiyete dayalı önyargısı da eleştirildi.

Psikolojik deneyler ve Dostoyevski

Dostoyevski romanlarındaki birçok derin analiz içeren cümle, psikolojik deneyler ile kanıtlanmıştır.

“Suç ve Ceza” romanında Dostoyevski bir insanın çok kolay bir şekilde başka bir insanı öldürülebileceğini ve bunun mantıklı olabileceğini anlatır. Aynı sonuca Milgram deneyinde de ulaşılacaktır. (*)

Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdanı değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye, hatta başkalarına şiddet uygulamaya ne derece eğilimli olduklarını bilimsel olarak ortaya koyan bir deneydir ve psikoloji bilimi açısından da önemlidir. Yine Milgram Deneyi’nde insanların nasıl itaat ettiklerini ve sorgulamaksızın bir makine gibi her şeyi yapabildikleri ortaya koyulur. Dostoyevski ise şöyle der: “Kötüden nefret ettiklerini söylerler, ama için için hoşlanırlar ondan.” (Karamazov Kardeşler, s. 610)

Yine Stanford Hapishanesi deneyi, Dostoyevski’nin çözümleme ve kişilik analizleri ile örtüşmektedir. Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Deney, Stanford Üniversitesi’nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971’de yapıldı. Yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçildiler. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler. Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken, gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkûmların ikisi, daha deneyin başında çıkarılmak zorunda kalındı.

Dostoyevski’nin birçok kitabında, bu deneyde varılan sonuçlara çok önceden varılmıştır. Bu da Dostoyevski’nin psikoloji bilimi açısından ne kadar önemli bir yazar olduğunu gösteren örneklerden birisidir. Şöyle der Dostoyevski ve adeta Stanford Hapishanesi deneyinde yaşananları özetler:

“Dünyanın en gereksiz ise yaramaz adamını alın, bir gişe memuru yapın. Kendini önemli biri zannedip hemen sizi aşağı görecektir.” (**)

Bu deneyde, bazı gardiyanlar korkudan yanına yaklaşılmayan kişilere dönüşmüşlerdir. Dostoyevski ise şöyle der “Kumarbaz” adlı romanında: “Korkudan yanına yaklaşılmayan kişilerden nefret ederim.” (Kumarbaz, s. 36)

Yine “Ölüler Evinden Anılar” kitabında mahkûmları döven, işkence ve kötü muamele eden bir Binbaşı’nın rütbeleri söküldükten sonra içine düştüğü zavallı durumu gözlemler.

Stanford Hapishanesi deneyinde, gardiyanlar mahkumlara şiddet uygulamaya zorlanmamışlardır, onlar bunu içlerinden gelerek, kendi istedikleri için, içlerindeki iktidar duygusunu tatmin etmek amacıyla yapmışlardır. Dostoyevski, bu durumu da çok zaman önce ortaya koymuştur.

“İnsanlar bir çıkar uğruna alçaklık ederler, oysa o ortada bir neden yokken, içinden gelerek yapıyor bunu.” (Karamazov Kardeşler, s. 453)

Kendimize Karşı Yalancılık: Bilişsel Uyumsuzluk deneyinde(Cognitive Dissonance), 1959’da psikologlar; bir kişi kendi deneyimlerini ne kadar görmezden gelebilir, hatta doğru olmadığını bilmesine rağmen karşısındakini ikna etmeye yardım edebilir mi diye görmek istedikleri için yalanın seviyesi üzerine bir deney tasarladılar. İnsan kapasitesinin bilişsel uyumsuzluğu sürdürmesi, iyi dizayn edilmiş birçok deney sayesinde doğrulanmıştır. Bu kapasitenin bir gruba katılma ve uyma, kendi değer ve inançlarımızın diğerlerininkiyle desteklenme isteğiyle bağlantısı var. Belki bu eğilimleri bilerek, kendi yalanlarımıza fazla inanmaktan kaçınmayı öğrenebiliriz.

Bu deney sonuçlarına uygun bir öngörü de Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” kitabında vardır:

“Önemli olan kendi kendinize yalan söylememeniz. Kendi kendine yalan söyleyip, söylediği yalana inanan kimse sonunda işi, kendi içindeki, çevresindeki gerçekleri tammamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya dek vardırır… Bütün bunların tek nedeni insanın, çevresindekilere ve kendi kendine yalan söylemesidir. Kendine yalan söyleyen kimse herkesten çabuk da gücenebilir.”(***)

Stefan Zweig ise “Dostoyevski psikologların psikoloğudur…”[10] diyerek ona özel bir önem verir psikoloji  alanında. Zweig, Dostoyevski’nin bilinçdışının yeraltı dünyasına doktorlardan, hukukçulardan, suç uzmanlarından ve psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulduğunu dile getirir.”[11]

Geschwind sendromu ve Dostoyevski

“Benim kişiliğim her zaman karamsar,

hastalıklı ve heyecanlı olmuştur.”

Dostoyevski, 21 Aǧustos 1855

Geschwind sendromu, temporal lob epilepsisi olan bazı insanlarda görülen davranışsal bir fenomendir. Gerçek bir nöropsikiyatrik bozukluk olup olmadığı konusunda tartışmalar var. Temporal lob epilepsisi, zamanla yavaş yavaş yoğunlaşan, kronik, hafif, interiktal (yani nöbetler arasında) değişikliklere neden olur.  Geschwind sendromu beş temel değişiklik içerir; Aşırı gerginlik, Hyperreligiosity, atipik (genellikle azalan) cinsellik, çevresellik ve yoğunlaştırılmış zihinsel yaşam. Teşhis için tüm semptomların mevcut olması gerekmez. Hyperreligiosity, psikiyatrik bir rahatsızlıktır, kişi dini inançlarını ve deneyimlerini yoğun bir şekilde yaşar.

Dostoyevski’de Geschwind sendromunun olduğu iddia edilir.[12]

Hyperreligiosity, belki de Dostoyevski’nin Sibirya’da döneminde özellikle, dinsel konulara eğilim göstermesi ve giderek dinsel görüşlere önem vermesinin nedenlerinden birisi de olabilir. Çevresellik[13] konusuna gelince, bu konuya da Dostoyevski’nin birçok romanında rastlarız. Roman kahramanı sözü alır ve sayfalarca lafı dolaştırarak dolaylı konuşmalar yapar. Örneğin ‘Budala’ romanında Prens Mışkin’in, ya da ‘Suç ve Ceza’da Raskolnikov’un, ‘Karamazov Kardeşler’de Baba Karamazov, İvan  ve Dimitri Karamazovların konuşmaları gibi. Konu amacına ulaşmadan, sayfalarca konuşma olabilir. Yoğunlaştırılmış zihinsel yaşam da Dostoyevski’nin özelliklerinden birisidir. O da yaşamında roman kahramanları gibi aşırı gergin ve heyecanlı bir kişiliğe sahipti ki, bunu da Mektuplar’ında kendisi de dile getirir.

Yine Stendhal Sendromu, bir kişinin özellikle de sanat eserlerinin güzelliği, ihtişamı ve insani içine çeken havası karşısında artan kalp atışlarına, baş dönmesine, son derece büyük bir tepkiyle yaşanan şaşkınlığa, baygınlık geçirmeye, daha da ileri boyutlarında halüsinasyon görmelere sebep olan psikosomatik bir rahatsızlıktır. Dostoyevski’de de Stendhal sendromunun belirtileri olduğu da öne sürülür. Dostoyevski’nin bir müzede Hans Holbein’ın başyapıtı, (Magnum Opus) ‘Dead Christ (Ölü İsa)’yı gördüğünde bu sendromun belirtilerini gösterdiği bilinir.[14]

Dostoyevski, romanlarında insanlığın geleceği konusunda endişelerini, döneminin sosyal adaletsizliklerini dile getirdi. Kitaplarında, yoksul ve aşağılanmış, hor görülmüş insanlar, acı, merhamet, gurur, fedakârlık gibi kavramlar vardır.

Dostoyevski, romanlarında insanlığın geleceği konusunda endişelerini, döneminin sosyal adaletsizliklerini dile getirdi. Kitaplarında, yoksul ve aşağılanmış, hor görülmüş insanlar, acı, merhamet, gurur, fedakârlık gibi kavramlar vardır. yoğun olarak. Örneğin Stepántchikov sakinleri, yapıtında bunu anlatır, ‘Beyaz Geceler’de ise aşk ilişkilerinden söz eder, Netoçka Nezvenova’da aşk, egoizm ve arınmayı anlatır. Daha çok onun romanlarının felsefe, etik ve psikoloji alanına girdiği kabul edilir. Ancak yazar,  bunların çözüm yolları ve eleştirel yaklaşım konusunda bence yanlış bir yöntem izledi. Sosyal adaletsizliklerin temelinde yatan sınıfsal çelişkileri ve kapitalist sistemi iyi çözümleyemedi. Ve konuyu salt etik bir yaklaşımla, bireysel olana indirgedi. Yani Dostoyevski, toplumsal konulardaki görüşleriyle yanlış bir çizgidedir, ancak bireye yaklaşımı ve onun ruhunun derinliklerine inebilme, davranışlarını açıklama çabası içinde başarılı bir romancıdır. Romancı olarak da kalmamış, hatta Psikoloji bilimine de birçok katkıda bulunmuştur. Psikolojik gerçekçiliğe örnektir onun yapıtları.

Dostoyevski, egzistansiyalizmin öncülerindendir ve  “Suç  ve Ceza”, “Yeraltından Notlar”, “Karamazov Kardeşler”, “Budala”,  yapıtlarında olduğu gibi, edebiyatta egzistansiyalizmin en büyük temsilcisidir.[15]

Psikiyatride “ay yanılsaması” diye bir durum vardır. Bu, idama mahkûm edilen kişinin idamından hemen önce affedileceği yönündeki beklentiyi ifade eder. Dostoyevski’de kurşuna dizilmek üzere götürüldüğünde bu beklenti var mıydı acaba?

Viktor E. Frankl, tutsak olarak bulunduğu Auschtwitz toplama kampında gizlice aldığı notlardan ve hatırladıklarından yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında şöyle der:

“Şimdi bize insanı kabaca her şeye alışabilen bir varlık olarak tanımlayan Dostoyevski’nin sözlerinin doğru olup olmadığı sorulacak olunursa, cevabımız ‘Evet insan her şeye alışabilir, ama nasıl olduğunu bize sormayın’ olacaktır. Psikolojik araştırmalarımız henüz oraya gelmedi. Biz tutsaklar da o noktaya ulaşmış değildik. Henüz ruhsal tepkimizin ilk aşamasındaydık.”[16]

Joseph Frank,  “Stepançikovo Köyü ve Sakinleri”, kitabına yazdığı sonsözde, Dostoyevski’nin onu “eti ve kanıyla” yazdığını ilan ederken tümüyle doğru söylediğini; kitabın sayfalarında Dostoyevski’nin Sibirya yıllarının bazı önemli sanatsal sonuçları görülebileceğini  ve bu sonuçların en belirgin biçimde Foma Fomic karakterinde gözlendiğini dile getirir. Dostoyevski’nin bu karakterde aşağılanmanın psikolojisini önceki yapıtlarında olduğundan daha güçlü ve etkili bir biçimde verdiğin, hınç ve hayal kırıklığının insan kişiliğinin mantıksız derinliklerinde kaynayan patlayıcı gücünü çok daha iyi anladığını ortaya koyduğunu dile getirir.

Sözü edilen kitapta yine bazı kişilik analizleri ve bazı kavramlar hakkında düşünceler de vardır. Örneğin kitabın bir yerinde “Erdemin olmadığı yerde mutluluk olmaz.”[17] ve “Mutsuzluk erdemin anasıdır.”[18] denilir. Aslında bu felsefe, Dostoyevski’nin hemen hemen tüm kitaplarına sinmiştir. Onun kahramanlarının erdemi aslında mutsuzluk üzerine kuruludur. Umutsuz, mutsuz bir şekilde erdemi arar ve acı çekerken, yine de herşeyden tamamen umudunu kesmez, kesmemeye çalışır ve her şeye rağmen insanda iyi olan bir şeyleri arar: “Bence her insanda iyi yan, aslında dıştan göründüğünden çoktur.” der.

Bir insan isterse dünyanın “en suçlu en acımasız, cani” insanı olsun, Dostoyevski ona bir cani gibi değil de, bir insan gibi psikolog gözüyle yaklaşmaya, onun iç dünyasını anlamaya çalışır. Yargılamaktan öte, anlama çabası içindedir.

Bir insan isterse dünyanın “en suçlu en acımasız, cani” insanı olsun, Dostoyevski ona bir cani gibi değil de, bir insan gibi psikolog gözüyle yaklaşmaya, onun iç dünyasını anlamaya çalışır. Yargılamaktan öte, anlama çabası içindedir. İşte edebiyat tarihinde, onu farklı kılan öğelerden birisi de bence budur. Her ne kadar bunu Hristiyan bakış açısıyla yapsa da, sonunda evrensel bir hümanizme ulaşır.

“Hepimiz günahlıyız, dedi. Kim kimin uzattǧı eli reddedebilir? Ver elini, Anette. Sevgili yavrum, ben senden daha saygıdeǧer, daha temiz deǧilim. Yanımda bulunman beni aşaǧılamak olamaz, çünkü ben de bir günahlıyım…”[19]

Dostoyevski, bazı eleştirmenlerce peybambersi kitaplar yazmış bir yazar olarak da nitelenir. Aynı zamanda devrimcilere, sosyalistlere ve herkese, her şeye karşı eleştireldir. Bu biraz da Rus devrimcilerinin iktidarı ele aldıklarında nasıl davranabileceklerini ve iktidarın getirebileceǧi noktayı önceden tahmin edebilmesinden kaynaklıydı.

Ünlü eleştirmen Belinski, Dostoyevski’nin toplumsal konuları ve psikoloji tercihinden yavaş yavaş hayal kırıklığına uğradı. Belinski,  özellikle onun ikinci kitabı olan “Öteki” için, ‘fantastik konuları doktorlara bırakmak gerektiğini’ yazıyordu.

Her zaman sinir hastalığına yatkın olan Dostoyevski, depresyondan acı çekti.[20]

Dostoyevski’deki psikolojik derinlik

“Yani pek ciddi incelemez insanlar birbirini…

o zaman da, tabii, hiçbir şey bulamazlar.”[21]

Dostoyevski

Dostoyevski kitaplarında, daha önce hiçbir yazarda bulamadığımız ölçüde derin psikolojik tespitler ve insan davranışlarının yorumunu görürüz. O hiç kimsenin yapamadığı ölçüde insan dünyasının derinliklerine inmeyi başarmış, deyim yerindeyse insanın karanlık yanını görmüştür. Salt bu gerçek bile, onun diğer olumsuz yanlarını kapatmaya yeter. İşte bu nedenle birçok psikoloji tezinde ve kitabında onun romanları inceleme konusu olmuştur.

“Karamazov Kardeşler” kitabının bir yerinde Alyosa, altı çocukla taşlaşan dokuz yaşındaki bir çocuğu, diğerlerinden korur, kurtarır ve konuşmak için onun yanına gider.[22] Ona şefkat gösterir ve korumak ister. Ama çocuk Alyoşa’ya karşı vahşi davranışlarda bulunur. Önce onu kızdırmak için; “Şık pantalonlu rahip” der. Ama Alyoşa hiç sinirlenmeden, sırtını dönüp yürüyüp gidince arkasından bir taşı Alyoşa’nın sırtına fırlatır. Üstelik çocuğun cebindeki en büyük taştır bu. Alyoşa yine sinirlenmez, ama çocuk yüzüne doğru bir taş daha atar bütün gücüyle ve taş yüzünü korumak için havaya kaldırdığı dirseğine çarpar. Çocuk, Alyoşa’nın ona saldırmasını beklemektedir orada, hareket etmez, kaçmaz. Ama Alyoşa yine saldırmaz çocuğa. Çocuk bunun üzerine öfkeyle Alyoşa’nın yanına gider ve onun orta parmaǧını kemiğe kadar bütün gücüyle ısırır. Alyoşa bu kez de parmaǧını acıyla çocuktan kurtardıktan sonra, çocuğa yine sevecen bir sesle, “Suçum ne, ne kötülüǧum dokundu sana?” diye sorar. Çocuk orada meydan okur bir biçimde dikilerek, Alyoşa’nın kendisini dövmesini, ona saldırmasını beklemektedir. Alyoşa’nın bunu yapmaması üzerine, birden yüksek sesle hüngür hüngür ağlayarak koşarak uzaklaşır. Alyoşa ise, kanayan parmaǧıyla çocuk gözden yitinceye kadar sakin bir şekilde onu izler gözleriyle.

Bu çocuk daha sonradan anlaşılır ki, Dmitri Karamazov tarafından sakalından sürüklenen yüzbaşı olan babasının yanından koşarak ağlayan ve herkese onu kurtarması yalvaran ama insanların güldüğü babasını pek seven bir çocukmuş ve Alyoşa’dan ağabeyinin intikamını almaktadır.

Dostoyevski’nin büyüklüğü de işte bu insanın değişken, çelişkili psikolojik durumlarını ve davranışlarını hiçbir yazarın yapamadığı bir şekilde incelikle ortaya koyabilme becerisinden ileri gelir.

Dostoyevski’nin büyüklüğü de işte bu insanın değişken, çelişkili psikolojik durumlarını ve davranışlarını, hiçbir yazarın yapamadığı bir şekilde incelikle ortaya koyabilme becerisinden ileri gelir.

Dostoyevski kitaplarından psikolojik değerde gözlem içeren birkaç cümle

Yine insan davranışları ve kişilikleri üzerine tespit ve çözümlemeleri eşsizdir:

“Dayım, kişiliği zayıf kimselerde, sabırları tükendiği zamanlar kimi zaman görüldüğü gibi, son derece heyecanlanmış -böyle insanların heyecanı saman alevi gibidir- konuşmasını sürdürüyordu.”[23]

İnsanın içinde sınırsız iktidar ve güç duygusunu da anlatır o. Güce sahip olduğunu sanan, sanır ki bu güç hiçbir zaman tükenmeyecek. Ancak gücünü yitirip sıradan bir objeye döndüğünde bir anda kişiliğini de yitirir.

“Gücümden kuşkum da yoktu. Bilirsiniz, çok tatlı bir duygudur bu. Gücünüzden kuşkunuzun olmaması.”[24]

Ve iktidara, güce uysalca boyun eğen insan, bir an gelir, bir sınırı geçtikten sonra korkusunu da yener ve artık iktidar edilemez duruma gelir neredeyse. Dostoyevski bu durumu şöyle dillendiriyor:

“Sizin yasalarınızdan bana ne artık? Töreleriniz, adetleriniz, yaşayış biçiminiz, devletiniz, inancınız neme gerek? Varsın yargılasın beni yargıcınız, varsın halka açık mahkemelerinizde ifade vereyim… Bunların hiçbirini tanımadıǧımı söyleyeceǧim. ‘Sesinizi kesin, subay!’ diye baǧıracaktır bana yargıç. Ben de şöyle baǧıracaǧım ona: ‘Boyun eǧecegim güç yok sende artık?”[25]

“Böyle bir insan başkaldırdıǧında, sınıri aşmış olsa bile, o anda kendini zorladıǧı, bir şeyler yapmaya çalıştıǧı, ama saǧduyusunu ve utanma duygusunu yenmeyi başaramadıǧı belli olur. Böyle insanlar işte bunun için kimi zaman ölçüyü kaçırırlar, öyle ki, gözlerinize inanamazsınız. Ahlâksızlıǧa alışık biri ise tam aksine, işi yumuşatır, iǧrençleştirir, ama görünüşünde düzen ve incelik vardır. Bu düzen ve inceliǧin amacı size üstünlük taslamaktır.”[26]

İnsanın kendisine olan güveni, aslında insanın kendisiyle yeri geldiğinde dalga geçebilmesinde ve kendisini yine yeri geldiğinde küçümsemesinden geçer. Bu çeşit bir güven, sağlamdır ve ukalalığa değil, insanın kendini geliştirmesine uzanır.

“Bana sorarsanız en akıllı insan, hiç değilse ayda bir kez kendi kendine akılsız diyen kimsedir. Günümüzde inanılmayacak bir şey!.. Eskiden, bir akılsız en azından yılda bir kez olsun, anlardı akılsız olduǧunu, şimdi nerde…”

“Bana sorarsanız en akıllı insan, hiç değilse ayda bir kez kendi kendine akılsız diyen kimsedir. Günümüzde inanılmayacak bir şey!.. Eskiden, bir akılsız en azından yılda bir kez olsun, anlardı akılsız olduǧunu, şimdi nerde…”[27]

İnsanların birbirleri hakkındaki düşünceleri ve izlenimleri de kitaplarında sık sık görülür. Bazı gözlemleri oldukça derindir.

“Prens’in istediği olmuştu. İnsanları iyi tanıdığı belliydi. Görüşmeye başlamalarından kısa bir zaman sonra lhmenev’in nasıl bir insan olduğunu, onu parayla değil, göstereceği içtenlikle, yakınlıkla kendine bağlayabileceğini, ona isterliğini yaptırabileceğini anlamıştı.[28]

Yine insan davranışları üzerine gözlemleri olağanüstüdür romanlarında.

”Bu çeşit insanlar ömürlerinin sonuna dek olgunlaşamazlar. Onu görüp de sevmeyecek bir insanın olabileceğini sanmıyorum.”[29]

Eleştirmenlerce çok da tercih edilmeyen kitabı “Delikanlı” psikolojik tahliller dolu ilginç bir kitaptır aslında. Bu kitap, kişilik üzerine birçok analiz ve düşünce içeren cümleler yer alır.

Bazen empati yapmak ve insan davranışlarını çözmeye çalışmak gerekir. Gözlemek için öncelikle insanları dinlemek, onların konuşmalarına fırsat vermek ve daha onların davranış ve düşüncelerini analiz etmek gerekir. Bazen de empati yapmak.

“İnsanların biraz yalan söylemelerine göz yum dostum. Zararı olmaz. Hatta bırak varsın çok yalan söylesinler. Bir çırpıda iki büyük yararı olur sana bunun: Önce, kibar olduğunu gösterir; sonra, senin de yalan söylemene ses çıkarmazlar.”[30]

“Bu duyguyu deǧiştirebilmek için onun yerine aynı güçte bir başkasını koymak gerekir.”[31]

“Yalnızca kendime karşı suçlu olsam bile … ” dedim. “Kendime karşı suçlu olmaya bayılırım…”[32]

“Bir insanın kişiliğini, ruhunun nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsanız susmasına, konuşmasına, ağlamasına, soylu düşüncelerle heyecanlanmasına deği, gülüşüne bakın. Tatlı, hoş gülüyorsa iyi insandır.[33]

Bazen de o, insanın içindeki düalizmi tüm çıplaklığıyla üç kelimede yadsınamaz bir biçimde ustaca ortaya koyar aşağıdaki cümlede olduğu gibi:

“Alçak bir insanın saflıǧı, masumluǧu vardı onda…”[34]

‘Ölü Bir Evden Hatıralar’da psikolojik analizlerin ve gözlemlerin yoğun olduğu bir kitaptır ve birebir yazarın kendisinin gerçek gözlemleri olduğundan da çok değerlidir.

“Bu tür insanlar bazen kişiliklerini öne çıkarırlar, önemli bir olay karşısında ansızın gösterirler kendilerini, o zaman yapmalari gerekeni yaparlar. Bunlar yalnızca konuşmak için var olan insanlardan degillerdir, bir olayın kışkırtıcısı, elebaşısı da olamazlar. Ama olayın başlıca uygulayıcılarındandırlar ve önce onlar başlarlar.”[35]

“İnsanın bütün işi gücü, sanırım,vida, değil insan olduğunu her an kendisine kanıtlamaktır.”

Aslında aşağıdaki cümle, içinde yaşadığımız kapitalist çağda bireyin sistemde hiçbir değer ifade edemediği, çoğu zaman bir vida bile olamadığını anlatır:

“İnsanın bütün işi gücü, sanırım,vida, değil insan olduğunu her an kendisine kanıtlamaktır.” [36]

İnsanın bir an içinde değişen duygu ve düşüncelerini de çeşitli cümlelerde dile getirir:

“Bir gün içinde dünyanın en iyi insanından bile nefret edebilirim: Yemeği yavaş yavaş yemesi bir kimseden nefret etmeme yeter. Başka birinden, nezlesi var, ikide bir sümkürüyor diye nefret edebilirim … Yanıma yaklaştıkları anda düşman kesiliyorum insanlara. Gelgelelim, kişilerden nefret ettiğim ölçüde insanlığa olan sevgim artıyor.”[37]

Yine insanların bazı duygularından  yola çıkarak örneğin gurur gibi davranışlarının , aslında farklı anlamlar içerdeigini bilecek kadar derinlere iner. Ve davranışları başka bir gözle analiz etmeye ve okumaya başlar. Hiçbir yazarın yapmadığı derinlikle.”Demek ki şimdi bu parayı ona vermek çok kolay olacak, çünkü onurlu olduğunu gösterdi bir kez, parayı ayağının altında ezdi… Parayı çiğnerken, bu iki yüz rubleyi yarın ona yeniden getireceğini biliyordu.”[38]

Sürecek…

Erol Anar

Temmuz 2017

Dipnotlar

*”Sosyal Psikoloji Dostoyevski ve Tolstoy”, uzam.org

** 9 Maddede Tarihe Düşen Kara Bir Leke: Stanford Hapishane Deneyi, onedio.com

***Karamazov Kardeşler, s. 66.

[1] Stefan Zweig: “Üç büyük usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski“, Çeviren: Nafer Ermiş, Türkiye İş Bankası Yayınları, 16. Baskı, İstanbul, s. 136..

[2] Freud: “Dostoyevski ve Baba Katilliǧi”, Psikanaliz Açısından Edebiyat, çev. Selahattin Hilav, Ataç Kitabevi, İstanbul, s. 29, Karamazov Kardeşler kitabı içinde, İletişim Yayınları. s. 9

[3] Freud, age, s. 10.

[4] Age, s. 11.

[5] Age, s. 13.

[6] Age, s. 16.

[7] Dostoyevski: “Karamazov Kardeşler”, İletişim Yayınları İkinci Bölüm, Dördüncü Kitap: Acılar, Birinci Baskı: 2001, İstanbul, s.72.

[8] Dostoyevski: “Puşkin Konuşması”, İletişim Yayınları, 1. Baskı: 2009, İstanbul, s. 55.

[9] Karamazov Kardeşler, s. 81.

[10] Stefan Zweig, age, s. 128.

[11] Age, s. 136.

[12] Hughes, John R (2005). “The idiosyncratic aspects of the epilepsy of Fyodor Dostoevsky.”. Epilepsy and behavior. 7 (3): 531–8

[13] Çevresellik : Amaca varmakta geciken dolaylı konuşma  eninde sonunda başlangıçtaki noktada arzulanan hedefe ulaşır; ayrıntılar ve parantez içi konuşmaların fazlalığıyla karakterizedir.
[14] “Dostoevsky and Stendhal’s syndrome”, https://www.ncbi.nlm.nih.gov

[15] Valmis Martínez Aragón, Ada Mercedes Peña González y Dr. Francisco J. Blardoni Folas. «El existencialismo como corriente filosófica y sus principales figuras». Rober Texto. Consultado el 20 de febrero de 2010.

[16] Viktor E. Frankl: “İnsanın Anlam Arayışı”, Okuyanus Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Aralık 2009, s. 32.

[17] Age, 210.

[18] Age, s. 235.

[19] Dostoyevski: “Netoçka Nezvanova”, Varlık Yayınları, İstanbul, 1991, s. 141.

[20] Gary Saul Morson: “Fyodor Dostoyevsky (Russian Author)”, Encyclopedia Britannica, 27.04.2017, britannica.com.

[21] Dostoyevski: “Budala”, İletişim Yayınları, 8. Baskı, 2010, İstanbul s. 56.

[22] Dostoyevski: “Karamazov Kardeşler”, İletişim Yayınları İkinci Bölüm, Dördüncü Kitap: Acılar, Birinci Baskı: 2001, İstanbul, s. 205-208.

[23] Dostoyevski: “Stepançikovo Köyü ve Sakinleri”, İletişim Yayınları, 2. Baskı: 2010, İstanbul, s. 80.

[24] Dostoyevski: “Öyküler”, İletişim Yayınları, 3. Baskı, 2011, İstanbul, s. 74.

[25] Age, s. 111-112.

[26] Age, s. 88.

[27] Age, s. 167.

[28] Dostoyevski: “Ezilmişler ve Aşaǧılanmışlar”, İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2012, s. 23.

[29] Age, s. 51.

[30] Dostoyevski: Delikanlı, s. 217.

[31] Age, s. 56.

[32] Age, s. 66.

[33] Age, s. 371.

[34] Age, s. 422.

[35] Dostoyevski: “Ölü Bir Evden Hatıralar”, İletişim Yayınları, 3. Baskı: 2010,s. 146.

[36] Dostoyevski: “Yeraltından Notlar”, İletişim Yayınları, 14. Baskı, 2007, İstanbul, s. 46.

[37] Karamazov Kardeşler, s.80.

[38] Age, s. 244.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu