Beydağları’nın eteklerinde, 2.5 yaşındaki kızım Cana Işık’la birlikte ellerimizle yaptığımız, “Toprak” olarak adlandırdığımız bir ‘yeryüzüevi’nde yaşıyoruz artık. Betonlar arasında günden güne kendimize ve yaşama yabancılaşarak yaşamak yerine biraz evsiz yaşamayı, çadırda kalmayı, nihayetinde de doğuştan sahip olduğumuz temiz içme suyu, sağlıklı yiyecek ve barınma hakkımıza birinci elden ulaşabileceğimiz bir yaşamı yeğledik.
Cana Işık bu karara etki etmek için henüz daha çok küçük diyeceksiniz. Doğrusu onun dünyaya gelmek istediğini öğrenmemizle oldu benim ezelden beri var olan bu niyetimin hayata geçişi. Ki o sırada da doğa ana hakkına sahip çıkmak için Büyük Anadolu Yürüyüşü ile 40 gün Antalya’dan Ankara’ya yürümüş, ODTÜ Vişnelik Tesislerinde bir yeryüzüevi yapmak üzere bulunuyorduk zaten.
Cana Işık’ı en huzur bulduğum yerde, yani şu an yaşadığım Alakır Vadisi’nde dünyaya getirmek istedim. Böylelikle doğum öncesi ve sonrasında yaşadığımız “yuva“nın yapımına başladık dört bir elden, Cana Işık’ı saymazsak.
Gezi parkı direnişi nedeniyle İstanbul’a giderek halka ait bir parkta “başka bir dünya mümkün” fikrini bir çok kişi için somutlaştıracak yeryüzüevi yapma niyetiyle bir kışı İstanbul’da mahalle forumları, bostanlar, dayanışma ve işgal evlerinde geçirdik Cana Işık’la.
Baharla birlikte Alakır vadisinde yaklaşık bir ay boyunca yürüdükten sonra Şahintepe’sinin eski sakini Esma Teyzenin “Gidin orada yaşayın, evinizi barkınızı orada yapın.” diyerek, toprağın mülkiyetine inanmayan bizler için tapudan da kıymetli olan toprağın zilliyetini (gönül rızasını) bize vermesiyle şu an yaşamakta olduğumuz toprak parçasında evin yapımına başladık.
Bu ev bir ‘yeryüzüevi‘ olacaktı.
Sanki tüm canlılarla kardeş olma niyetimde sınanıyormuşumcasına, burada kaldığım ilk gecenin gün doğumunda yaban domuzu sürüsü ile göz göze geldim. Ben çadırıma sakince çekilirken onlar da uzaklaştılar beslendikleri yerden. Çadır kurdum, ateşi yaktım, güneşe ve aya baktım, izledim. Bulunduğum yerdeki ev yapılacak en uygun konumu anlamaya çalıştım. Kışın olabildiğince çok, yazın olabildiğince az güneş almalıydı evim, pasif ısınma dengesi bakımından. Konumu belirledikten sonra, alandaki otları toplayarak evin sıvası için hazırlayacağım çamurun ilk malzemesini de elde etmiş oldum. Evi yapacağım alandaki hafif eğimi kazma ve kürekle düzleyip, “en doğru malzeme en yakındaki malzemedir” düsturundan hareketle, etraftan bulduğum direk olabilecek sağlamlıktaki ağaçları evin dış kenarına ana direk olarak gömdükten sonra su basmanı için etraftaki büyük taşlardan zemini oluşturup üzerini çakıl ve toprakla kapladım. Ana direklere tespih çalısının dallarını sepetmişçesine, birbirine yatay ve dikey olarak bağladım. Aralarınaysa sıvayı tutacak olan pinar meşesinin dallarını sıkıştırdım. Kapı ve pencere için boş bıraktığım yerlere atık olarak bulduğum kapı ve pencereleri yerleştirdikten sonra çatıyı yine tespih çalısı dallarıyla ağırlık kaldırabilecek güçte örüp, üzerini yine atık olarak bulduğum bez ve brandalarla kaplayıp en üste de aldığım hasırları serdim. Evin çamur sıvasını tamamlayarak kış gelmeden “Toprak”a yerleştim.
Evin yapımı ile ilgili teknik ayrıntılardan bahsetmeyeceğim çünkü tek bir teknik yok yeryüzüevleri’nde. Bulunulan doğal koşullara uyumu yeryüzüevleri’nin esası. Üstelik bizi koruyacak olan çok değerli yaşam alanımızı para kullanmadan yapabiliyor olmak bu sürecin belki de en büyüleyici taraflarından biri.
Cana Işık’la hem birlikte hem ayrı olabilmeyi ikimizin de yan yana deneyimleyebildiğimiz bir süreç oldu. Sonra iş bölümü de kendiliğinden gelişti aramızda. Kaybolan eşyaları bulmakta çok iyiydi Cana Işık, bir de en yorgun anlarda su getirmesi müthişti. İkimiz de elimize ilk kez alet almamıza rağmen herhangi bir kazaya uğramadık. 20 metrekare büyüklüğündeki evimiz Toprak’ı inşa etmek için dahi kaç karınca yuvası bozduğumuzun, el emeğinin kıymetinin ve düşüncesizce atılan her adımın maliyetinin öncekine göre daha bilincindeyiz. Kendimi şu ana kadar herhangi bir cinsiyetçi kimlikle tanımlamamış olmama rağmen, böylesine “ciddi” bir “erkek” işine bulaştığım için ne kadar kadın olduğumu fark ettim trajikomik biçimlerde…
Yeryüzüevleri herkesin, bulunduğu yerdeki canlıları incitmeden, keyifle ve rahatlıkla yapabileceği bir ev. Kusursuzluğu amaç edinmeden, hissederek, zaman zaman düşünerek, hatalardan ders alarak yaşanacak bir deneyim. Tek başına çocuklu bir kadının yapabileceği naiflikte ve yine bir çocuğu ve kadını koruyabilecek sağlamlıkta.
Üniversite mezunu, bir kaç dil bilen donanımlı bir birey olarak bir çok yaşam modeli seçeneğine sahipken böyle bir yaşamı yeğleyişim çok anlaşılır olmadığından olsa gerek mağdur izlenimi de yarattı kimi zaman. Oysa, yeryüzüevleri’nde yaşamak ne mağdurluktan ne de vurdumduymazca bencillikten alır ilhamını. Ona ilham veren yeryüzünde tüm canlarla kardeşçe, barış içinde ve aşkla yaşanabileceğinin engin bilincidir. En sade haliyle can almadan, can katarak var olma seçimidir. Bu her bireyin kimseye muhtaç olmadan tek başına sağlıklı ve huzurlu bir yaşam kurabileceği gerçeğini gözden çıkarmadan, sistemin köleleştiren çarkına karşı duran bir direniştir aynı zamanda günümüz dünyasında.
Yeryüzüevleri; hayvan, çocuk, kadın, su, ekmek, insan, ırk, sınıf… tüm varoluş mücadelelerini kucaklar, el ele bir dünya sunar kardeşlik niyetindeki herkese.
Sevgi, barış ve kardeşlikle…
Elif Alakır
www.alakirinsesi.org
Dünyalılar