Bangladeş’li Rabindranath Tagore (1861-1941) şair, filozof, bestekar, müzisyen ve ressamdır. Uyguladığı eğitim metoduyla dünya vatandaşları yetiştiriyordu.
Bizim ülkemizde insanlar eğitimin içeriği yerine, öğretim kurumlarının tarzını ve yıl sayısını konuşa dursunlar, dünya insanı, dünya vatandaşı olmanın derdine düşmüş durumda. Nasıl dünya vatandaşı olunur sorusuna cevaben, okullarındaki ders müfredatlarını uyarlama konusunda her ülkenin birbirinden farklı yöntemler üzerine çalıştığını belirtmeliyim.
Bilindiği üzere insanlık tarihinin, kendisi kadar eski olan bir olgusudur, başka topraklara göç etme. Yaşanılan doğal felaketler, “günümüzün en doğal felaketi olan” savaşlar, insanların göç etme nedenlerinden başlıcalarıdır. Şöyle bir dünyaya göz gezdirdiğimizde, aynı ülke topraklarında yaşayanların birbirinden farklı etnik, dini ve kültürel yapılara sahip olmalarına rağmen, beraber yaşamalarının kendi içinde bir doğallığı barındırdığını söylemek yersiz olmayacaktır.
Ama temel sorun bu farklılıkların nasıl bir arada, çatışmasız yaşayabilecekleridir.
Kuşkusuz herkesin aklına ilk gelen Batı ülkelerinin bunu mevcut yasal düzenlemelerle toplumlarında garanti altına aldıklarıdır. Bu yasal düzenlemeler her şeyin koruyucusu ve batılı toplumun doğu toplumundan daha ileri bir seviyede olduğunun göstergelerinden biridir. Aslında tam da böyle değil.
Çünkü batılı toplumlarda ülkemize çok yansımayan bazı gerçekler var. Milliyetçilik, dinci şovenizm hiç bir kanuni düzenlemeyle zapturapt edilerek Batı’lı ülkelerde de kontrol altına alınamazlar. Çok değil Hitler faşizmi bundan yarım yüzyılı aşkın bir zaman önce tüm Avrupa’yı kasıp kavurdu ve yıkıcı etkilerini toplumlar üzerinde bıraktı. Hâlâ Almanya’da var olan yabancı düşmanlığı Hitler faşizminin mirasıdır, yani bu kökleri derin olan ve kolay kolay giderilebilecek, değişip-dönüştürülebilecek bir durum değilken, bir kaç kanun maddesi ile insanların algılarından silinemiyor tabii ki.
Milliyetçilik ve dinci şovenizm, sadece eğitim ile değiştirilebilecek ve uzun zaman dilimlerine yayılarak mücadele edilmesi gereken alanlardır.
Bunun formülünü Batı’lı bilim dünyasının Doğu’da araması ise ilk başta ilginç görünse de gerçektir. Çünkü Doğu toplumları yerleşik yaşama geçiş konusunda Batı dünyasından daha köklü bir geçmişe sahiptirler.
Amerika Birleşik Devletleri sonradan oluşan bir federal devlet olması nedeniyle, içinde bir çok renk, kültür ve farklılığın beraber yaşamasını hem istemiş, hem de buna mecbur kalmıştır. Bu çok renkli ülke içerisinde siyahların, kıtanın güney ülkelerinden gelen göçmenlerin uğradığı zulümler, birbirini çekemeyen dinler (ki ilginçtir, hepsi de birbirinin devamıdır ve birbirinden etkilenmiş, kutsal kitaplarında birbirlerini kabul etmişlerdir) kısacası yaşanan toplumsal huzursuzluğun çözümü için bilim insanları okulların ana değişim yerleri olduğu bilinciyle araştırmaya başlamışlardır. Araştırmalar esnasında kaynak olarak her zaman en eski olana doğru yönelinir. Bir öncekine ve ondan öncekilere bakmak her zaman en verimli sonuca götürür ve bu bilimsel araştırmada temel metodik yöntemdir.
Amerika Birleşik Devletlerinde eğitimin demokratikleştirilmesi, ülkede yaşanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ve bir bütünen eğitim sistemine yönelik getirilen eleştirilere çözüm modeli olarak bilim insanları tarafından önerilmiştir.
Okullarda klasik anlamda verilen derslerin yanı sıra ekonomik gelişmelere paralel olarak değişen ve dönüşen, kısacası sığlaşan eğitime hak ettiği değerin ve anlamın verilmesi de gerekmekteydi. Çünkü eğitim artık bireyi geliştirmekten çok uzaklara taşınmış, sadece rekabet endeksli, anti-demokratik koşullarda tamamlanan bir yapıya dönüşmüştü.
Bir benzeri ülkemizde yaşanan kimin parası var ise, en iyi eğitimi, yani en gözde diplomayı o alır, model olarak şüphesiz Birleşik Devletlerden alınmıştır.
Eğitim ve öğretimin demokratikleşmesi için araştırmalar yapan Prof. Dr. Martha C. Nussbaum, Bangladeş’li Rabindranath Tagore (1861-1941) ve onun eğitim felsefesine hayran kalır. Tagore şair, filozof, bestekar, müzisyen ve ressamdır.
Tagore yaşadığı döneme damgasını vurmuş, reformcu bir pedagogtur aynı zamanda. Tagore öğretim müfredatının içine sanatı angaje ederek, öğrencilerinde empati duygusunun gelişmesini hedeflemiştir.
O dönemde Bangladeş Hindistan topraklarına bağlıydı. Hindistan çoklu etnik-dini toplumsal yapısıyla ve aynı zamanda kast sistemiyle ayrımcı ve tekçi bir eğitim sistemine sahipti. Kız çocuklarının erkenden evlendirildiği, kast sisteminin değiştirilmez yapısı ve buna benzer bir çok toplumsal olgu insanların hayatını cehenneme çeviriyordu. Kasttan gelen üstün olma ve toplumun diğer kesimlerinin yaşam koşullarını belirleme algısı ve dinin sorgulanamaz öğretilerine cevaben, Tagore, tiyatro, müzik, şiir gibi sanat öğelerini ders müfredatına adapte ederek, aynı okul ve sınıflarda farklı etnik ve dini yapılara sahip olan çocukların birbirlerini önyargısız tanımalarını sağlayarak, günümüze model olacak bir sistem geliştirdi.
Tagore’nin okulunda bütün dini bayramlar kendi rituellerine göre kutlanmış ve tüm öğrenciler bu kutlamalara dahil edilmiştir. Tiyatro sahneleri etnik yapıların kültürlerini öğrenme alanlarına çevrilmiştir. Bu araçlarla bireyler daha çocukken, başka bir etnisitenin ya da dinin, kendi etnik yapı ve inançlarından farklı olduğunu, ama bu farklılığın düşmanlık nedeni olamayacağını öğrenmiş oluyorlardı.
Böylelikle ileriki yaşlarda içlerine ekilmeye çalışılacak olan kin, nefret ve ayrımcı dil, duygu ve düşünceden sıyrılmış olan, barış içinde beraberce yaşayabilecek olan bir toplum sanat ile yaratılmış olacaktı. İnsanlığın makus talihinde olan, güzel şeylerin kısa sürmesi, Tagore okulu için de geçerliydi. Ülkedeki siyasal kriz ve gelişmeler bu okulun devam etmesine olanak sağlamasa da, Tagore okulu demokrasi anlayışının erken yaşlarda edinilmesi gerektiğini ve sanatın bunun için paha biçilmez bir araç olduğu mirasını kendi döneminden sonraki insanlığa armağan etti.
Sizce de ülkemize böyle bir eğitim-öğretim sistemi daha çok yakışmaz mı?
Sizce de bu tür bir okulda büyüyen bir birey veya bireyler topluluğu demokrasiye hakkını veren bir toplum inşaa etmezler mi?
Sizce de böylesi bir eğitim-öğretim sistemi demokratik değil midir?
Sizce eğitim mi demokrasiyi getirir, yoksa demokrasi mi eğitimi?
Sizce empatisi olmayan bir birey, tam bir birey midir?
Sizce her birimiz ne kadar dünya vatandaşıyız?
Kaynak: Martha C. Nussbaum (2012). Nicht für den Profit! Warum Demokratie Bildung braucht- TibiaPress
Arzu Güngör
guengoer.arzu@gmail.com